HAYSİYET MÜBAREKTİR, OYNAMAYINIZÇocuklar telefonda "Aynı anda hem ev taşımak hem de ufaklığı kreşe alıştırmak çok zor olacak, gelseniz iyi olur." deyince durmak ne mümkün, soluğu Sakarya'da aldık. Anne-babalık böyle bir şey işte, yaşları kaç olursa olsun, her biri gözümüzde hâlâ çocuk..Neyse evi taşıdık, yerleştirdik, ufaklıkla günde birer saatlik kreşe alıştırma provaları yaptık, bu arada torunu bol bol sevmeyi de ihmal etmedik tabi. Her ne kadar geliş sebebimiz yardım etmek gibi görünse de asıl sebep torunu doyasıya sevmekti, hakkını da verdik Allah için. "Oğul cevizse, torun, ceviz içi" demiş eskiler. Tatmayan, bilmez.İşlerimizi bitirip, tilki misali kürkçü dükkanımıza döndüğümüzde ne görelim, ortalık toz duman.. Yerel medyamızın saygıdeğer mensupları ikiye bölünmüş, sığındıkları siperlerden birbirlerine kurşun yağdırıyor. Bir taraf, Rektör Bey'e, hak etmediği kadar çok maaş aldığı, bazı sosyal faaliyetlerden haksız gelir elde ettiği, ev kirasını bile üniversiteye ödettiği gibi suçlamalar yöneltmekle yetinmemiş, aynı safta görmek istediği meslektaşlarını yanında göremeyince onları, önce "kalemlerini satmakla" suçlamış, ardından ( yeterli bulmamış olmalı ki) "yalakalıkla" itham etmiş. Karşı cephede olanlar ise bu ithamları asla kabul etmediklerini, tek amaçlarının "itibar suikasti" nın karşısında durmak olduğunu ifade ederek, "Kişi, herkesi kendi gibi bilirmiş." sözüyle yapılan ithamları, muhataplarına iade ettiklerini söylemiş. Karşılaştığım bu manzara sürpriz de olmadı benim için..."Perşembenin gelişi çarşambadan belli olur." demişler; kazan epeydir fokur fokur kaynıyordu zâhir. Bizse her iki gruptan bağımsız bir şekilde Karabükanahaber olarak " Hayra motor, şerre fren" sloganımız işaret ettiği yerdeyiz her zamanki gibi; "iyinin, doğrunun, güzelin, Hakk'ın ve haklının" yanında yani.Günlük rutinimiz sosyal medya sörfümüzü yaparken, yerel medyamızın hatrı sayılı gazetecilerinden birinin Avrupa'da başlayıp Afrika'ya uzanan seyahat manzaralarına şahit oldum. İmrenmedim desem yalan olur. Amma velakin Avrupa'da başlayan, Afrika'da devam eden seyahat, Sözcü TV ile Birgün Gazetesi'nde sonlandırılınca işkillenmedim değil hani. "Tamam dedim, saygıdeğer gazetecimiz Avrupa ve Afrika'da güzelce dinlendi, enerjisini topladı, kaldığı yerden saldırıya geçecek. Hedef belli: Karabük Üniversitesi rektörü Fatih Kırışık..Şaşırdık mı? Elbette hayır; mâlum, ayının 40 türküsü varmış kırkı da armut üzerine imiş.Bir sabah güne uyandığımızda baktık ki Rektör Beyle ilgili yereldeki haber(!)ler, ulusal yayın yapan medya kuruluşlarının manşetlerini süslüyor. "Medya kuruluşlarına yapılan ziyaret, meslektaş ziyaretleri kabilinden bir ziyaret(!) değilmiş, işkillenmekte haklıymışım." dedim kendi kendime. Rektör Bey hakkında yapılan haber(!)lerin etki gücünün(malum sebeplerden dolayı) yeterli olmayacağı bilindiği için olsa gerek, "yalan, iftira, çarpıtma" yoluyla "algı" oluşturmanın masterini yapan "malum kesim" de koroya dahil edilivermiş ustaca bir manevra ile. Oysa bizde kavga bire bir yapılır, ergen öğrenciler gibi mahalledeki arkadaşlar da yardıma çağrılarak değil. Bir kişiye, bir medya ordusuyla saldırmak, sokak jargonuyla söylersek her şeyden önce "delikanlılığa" sığmaz.Bu tavrın zihinlerde aynı düşünceyi uyandırdığına eminim:
"Demek ki Fatih Bey hakkında ileri sürdükleri iddialar, canları sıkılan teyzelerin merdiven başlarında yaptıkları "mahalle dedikodusu" kıvamında.. İddialarına dair ellerinde sağlam bir bilgi, belge yok. Aksi takdirde bu kadar desteğe ne diye ihtiyaç duyulsun, belgeleri kamuoyu ile paylaşırsın, olur biter."Aslına bakarsanız haksız kazanç elde edildiği iddiası YÖK'ün şu açıklaması ile çürütülmüştür, sonrası söz israfıdır:
" Söz konusu hükme göre rektörlere, döner sermaye gelirleri dışında üniversitenin, teknokent, teknopark, teknoloji transfer ofisi, iktisadi işletmeler ve iştirakleri gibi gelir getirici müesseseler ve birimleri sebebiyle ayrıca huzur hakkı, yönetici payı, koordinatörlük, danışmanlık ve benzeri ücret ödenmez. Bu yönüyle üniversitelerimiz, Yükseköğretim Kurulu dışında ayrıca Sayıştay'ın yıllık mali denetimine tabidir. Mevzuata aykırı herhangi bir ödeme yapılması halinde bu ödemelerin iadesi dışında ilgililer hakkında gerekli idari ve cezai işlemler uygulanır."Amma velâkin (bu kadar net bir açıklamaya rağmen) kurt kuzuyu yemeyi aklına koymuşsa
"Suyu niye bulandırdın?" demekten de vazgeçmez. Gayeye varmak için her yol mübahtır." anlayışıyla ahlaki ve insani tüm değerleri elinin tersiyle iter, muhatabını kamuoyunun önünde zor duruma düşürebilmek adına "iddia ediliyor, öyle duyduk" gibi sorumluluktan kaçış cümleleri ile serbest atışa devam eder. Fatih Kırışık Beye yapılanlar da pek farklı değil.Bu algı faaliyeti "En azından bir kesim üzerinde başarılı olmuş mudur?" sorusunun cevabı, sosyal medyada konuyla ilgili paylaşımların altına yapılan şu yorumlarda saklı:
*Ülkemin kurumları arpalık olmuş, hele ki birilerine yakınsanız
değme keyfine..
*Asgari ücret belliyken bu maaş da neyin nesi kardeşim, haram zıkkım olsun.
*Ye babam ye devri, sonra da dinden imandan bahsedip fakire şükretmeyi tavsiye et..
*Devletin malı deniz... Bu ve benzeri yorumları yapan "kesin inançlılar"a "Haberin doğruluğundan emin misiniz kardeşim? " diye sorsak verecekleri cevabı tahmin etmek zor değil: "Öyle okudum" Yeri gelmişken onlara ve sosyal medyada her okuduğunu araştırma zahmetine girmeden doğru kabul edip yorum yapanlara şu gerçeği hatırlatmadan geçmek, bizi de "sorumlu" sınıfına dahil eder şüphesiz:
Sosyal medyada "yapılan dedikodu, atılan iftira ve söylenilen yalan"ın günlük hayattakinden farkı yoktur. Hesap günü geldiğinde kendinizi kurtarmak için öne sürdüğünüz; "'Efendim birileri paylaşmış, ben oradan okudum, nereden bileyim" bahanesine karşılık, "Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz (Hucurât, 6)" diye uyarmadık mı?" denildiğinde ne diyeceğinizi şimdiden düşünseniz iyi olur. Diyecek bir şeyler bulabilirseniz elbet.. Ülkemizde demiyorum, Dünyanın hiçbir yerinde bir şehir üniversitesi, aynı şehirde yaşayanlar tarafından hiç bu kadar yıpratılmamıştır. İşin garibi(uzun zamandır) Rektör Beyin üzerinden göz bebeğimiz üniversitemiz acımasızca yıpratılırken Karabük'ün (bir bakıma) "babası" sayılan Vali Bey, neden sessiz kalır, sorumluluk alıp olaya niye müdahil olmaz, anlamak mümkün değil. Valilik makamının görevi sadece rutin ziyaretler, toplantılar yapmaktan mı ibarettir? Acaba Vali Bey, " Dicle’nin kenarında kurdun kaptığı bir koyun bile benim mesuliyetim altındadır." diyen Cumhurbaşkanımızla aynı düşüncede değil mi ki şehrimiz için böylesi hayati bir meselede kulağının üzerine yatmayı tercih ediyor? Aynı cümleleri, başta iktidar ve anamuhalefet il başkanları ve saygıdeğer vekilleri ve diğer siyasiler de üzerlerine alınmalılar mı sorusunun cevabı da gayet net olmalı:
Evet, şeksiz şüphesiz evet! Sonuç itibariyle Rektör Bey, hakkındaki iddiaları kesin bir dille reddediyor. Karabük Üniversitesi Hukuk Müşavirliği aracılığı ile Karabük Teknokent yönetimi, Demirçelik Enstitüsü ve Döner sermayeden elde ettiği gelir, maaşı ve ikamet ettiği konutunun kirası ile ilgili iddiaların birer "yalan ve iftira" dan ibaret olduğunu gayet ayrıntılı bir açıklama ile kamuoyuyla paylaşmış. Bize bu saatten sonra bu beyanlara inanmak düşer. Hâlâ "Yok kardeşim ben inanmıyorum, iddialarımda sabitim." diyenler varsa, onlara evrensel bir hukuk kaidesini hatırlatmak isteriz:
"İddia sahibi, iddiasını ispatlamakla yükümlüdür."Aksi bir durum, "yalan ve iftira" ya girer ki bedelini, bu dünyada (adalet sisteminin zaafiyetlerinden dolayı) belki özgürlüğünüzü kaybederek ödemezsiniz; ama en azından " itibar kaybı" olarak ödersiniz ki bu durumun, kamuoyuna mâl olmuş bir insan için en ağır bedellerden biri olduğuna şüphe yoktur. Hesap günü meselesine ise isterseniz hiç girmeyelim. Yazımızı, İbrahim Tenekeci'nin şu uyarısını hatırlatarak bitirelim:
"Haysiyet mübârektir,oynamayınız."
"Demek ki Fatih Bey hakkında ileri sürdükleri iddialar, canları sıkılan teyzelerin merdiven başlarında yaptıkları "mahalle dedikodusu" kıvamında.. İddialarına dair ellerinde sağlam bir bilgi, belge yok. Aksi takdirde bu kadar desteğe ne diye ihtiyaç duyulsun, belgeleri kamuoyu ile paylaşırsın, olur biter."Aslına bakarsanız haksız kazanç elde edildiği iddiası YÖK'ün şu açıklaması ile çürütülmüştür, sonrası söz israfıdır:
" Söz konusu hükme göre rektörlere, döner sermaye gelirleri dışında üniversitenin, teknokent, teknopark, teknoloji transfer ofisi, iktisadi işletmeler ve iştirakleri gibi gelir getirici müesseseler ve birimleri sebebiyle ayrıca huzur hakkı, yönetici payı, koordinatörlük, danışmanlık ve benzeri ücret ödenmez. Bu yönüyle üniversitelerimiz, Yükseköğretim Kurulu dışında ayrıca Sayıştay'ın yıllık mali denetimine tabidir. Mevzuata aykırı herhangi bir ödeme yapılması halinde bu ödemelerin iadesi dışında ilgililer hakkında gerekli idari ve cezai işlemler uygulanır."Amma velâkin (bu kadar net bir açıklamaya rağmen) kurt kuzuyu yemeyi aklına koymuşsa
"Suyu niye bulandırdın?" demekten de vazgeçmez. Gayeye varmak için her yol mübahtır." anlayışıyla ahlaki ve insani tüm değerleri elinin tersiyle iter, muhatabını kamuoyunun önünde zor duruma düşürebilmek adına "iddia ediliyor, öyle duyduk" gibi sorumluluktan kaçış cümleleri ile serbest atışa devam eder. Fatih Kırışık Beye yapılanlar da pek farklı değil.Bu algı faaliyeti "En azından bir kesim üzerinde başarılı olmuş mudur?" sorusunun cevabı, sosyal medyada konuyla ilgili paylaşımların altına yapılan şu yorumlarda saklı:
*Ülkemin kurumları arpalık olmuş, hele ki birilerine yakınsanız
değme keyfine..
*Asgari ücret belliyken bu maaş da neyin nesi kardeşim, haram zıkkım olsun.
*Ye babam ye devri, sonra da dinden imandan bahsedip fakire şükretmeyi tavsiye et..
*Devletin malı deniz... Bu ve benzeri yorumları yapan "kesin inançlılar"a "Haberin doğruluğundan emin misiniz kardeşim? " diye sorsak verecekleri cevabı tahmin etmek zor değil: "Öyle okudum" Yeri gelmişken onlara ve sosyal medyada her okuduğunu araştırma zahmetine girmeden doğru kabul edip yorum yapanlara şu gerçeği hatırlatmadan geçmek, bizi de "sorumlu" sınıfına dahil eder şüphesiz:
Sosyal medyada "yapılan dedikodu, atılan iftira ve söylenilen yalan"ın günlük hayattakinden farkı yoktur. Hesap günü geldiğinde kendinizi kurtarmak için öne sürdüğünüz; "'Efendim birileri paylaşmış, ben oradan okudum, nereden bileyim" bahanesine karşılık, "Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz (Hucurât, 6)" diye uyarmadık mı?" denildiğinde ne diyeceğinizi şimdiden düşünseniz iyi olur. Diyecek bir şeyler bulabilirseniz elbet.. Ülkemizde demiyorum, Dünyanın hiçbir yerinde bir şehir üniversitesi, aynı şehirde yaşayanlar tarafından hiç bu kadar yıpratılmamıştır. İşin garibi(uzun zamandır) Rektör Beyin üzerinden göz bebeğimiz üniversitemiz acımasızca yıpratılırken Karabük'ün (bir bakıma) "babası" sayılan Vali Bey, neden sessiz kalır, sorumluluk alıp olaya niye müdahil olmaz, anlamak mümkün değil. Valilik makamının görevi sadece rutin ziyaretler, toplantılar yapmaktan mı ibarettir? Acaba Vali Bey, " Dicle’nin kenarında kurdun kaptığı bir koyun bile benim mesuliyetim altındadır." diyen Cumhurbaşkanımızla aynı düşüncede değil mi ki şehrimiz için böylesi hayati bir meselede kulağının üzerine yatmayı tercih ediyor? Aynı cümleleri, başta iktidar ve anamuhalefet il başkanları ve saygıdeğer vekilleri ve diğer siyasiler de üzerlerine alınmalılar mı sorusunun cevabı da gayet net olmalı:
Evet, şeksiz şüphesiz evet! Sonuç itibariyle Rektör Bey, hakkındaki iddiaları kesin bir dille reddediyor. Karabük Üniversitesi Hukuk Müşavirliği aracılığı ile Karabük Teknokent yönetimi, Demirçelik Enstitüsü ve Döner sermayeden elde ettiği gelir, maaşı ve ikamet ettiği konutunun kirası ile ilgili iddiaların birer "yalan ve iftira" dan ibaret olduğunu gayet ayrıntılı bir açıklama ile kamuoyuyla paylaşmış. Bize bu saatten sonra bu beyanlara inanmak düşer. Hâlâ "Yok kardeşim ben inanmıyorum, iddialarımda sabitim." diyenler varsa, onlara evrensel bir hukuk kaidesini hatırlatmak isteriz:
"İddia sahibi, iddiasını ispatlamakla yükümlüdür."Aksi bir durum, "yalan ve iftira" ya girer ki bedelini, bu dünyada (adalet sisteminin zaafiyetlerinden dolayı) belki özgürlüğünüzü kaybederek ödemezsiniz; ama en azından " itibar kaybı" olarak ödersiniz ki bu durumun, kamuoyuna mâl olmuş bir insan için en ağır bedellerden biri olduğuna şüphe yoktur. Hesap günü meselesine ise isterseniz hiç girmeyelim. Yazımızı, İbrahim Tenekeci'nin şu uyarısını hatırlatarak bitirelim:
"Haysiyet mübârektir,oynamayınız."
Bürokratların da siyasetçileri nde tek derdi var, makamlarında tutunmak, mümkünse bşr kez daha atanabilmek ya da seçilebilmek. Haklının yanında olmak gibi bir dertleri yok. Basının diline düşeriz diye ödleri kopuyor.
Bizim siyasiler de bürokratlarda böyle sıkıntılı durumlarda kenardan izlemeyi tercih ediyor ne olur ne olmazdiye düşünüyor olmalılar.. Etliye sütlüye karışmamak temel ilkeleri olmuş. Oysa birbirlerini korumalılar haklı olunan durumlarda. Sonuçta hepsini R.T Erdoğan atadı.
Çok anlamlı, çok içerikli, çok yol gösterici, çok öğretici, çok edepli mükemmel bir yazı olmuş Metin Bey kardeşim. Yaşananlardan Karabük adına üzülüyoruz. suç sayılan işlem varsa, bilgi belgeye dayanıyorsa hukuk var, mahkemeler bu iş için. Karabük gündemi dedikodularla oyalanıyor. Müdahil olup fitneyi büyütmemesi gerekenlerin ne öyle bir derdi ne de öyle bir özelliği var. Karabük'ü yıpratmayalım, Karabük insanının zihnini bulandırmayalım, Üniversitemizi dedikodulara kurban etmeyelim. Yazık oluyor bunca emeğe, bu gençlere. Karabük hepimizin.
Allah razı olsun Metin abi delil ve huccet olmadan yorum paylaşım hak ihlali oluyor saygılarımla