Eski yazarımız Doç.Dr.İsmail Şahin'in Diriliş Postası gazetesinde yayımlanan 08/06/2018 tarihli yazısı.
Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla başlayan yeni süreçte, sekteye uğrayan dünya barışının küreselleşme yoluyla sağlanabileceği düşüncesi neredeyse hâkim bir paradigmaya dönüşmeye başlamıştı. Evrensel değerlerin dünya sathına yayılmasıyla kültürler arası iletişimin ve etkileşimin artacağı ve böylece ortak değerler üzerine yeni bir barışın inşa edilebileceği fikri hiç olmadığı kadar popüler bir hale gelmişti. Çokkültürlülük, özgürlük ve demokrasi kurgusuna dayalı bu yeni beklentiyi en somut ve en başarılı şekilde Avrupa Birliği’nin temsil etmesi tüm dünyaya güçlü bir umut vadediyordu.
İnsan hakları, demokrasi ve refah üzerinden dünyanın yeniden şekillenmesi bu büyük projenin ana karakterini oluşturuyordu. Dolayısıyla güvenlik, uzun bir aranın ardından ikinci plana düşmüş, militarizm hız kesmiş ve insanlar tüm tehdit ve tehlikelerin tükendiğine inandırılmıştı. Avrupa Birliği’nin Avrupa’daki tüm kadim düşmanlıkları bitirip, yeni bir işbirliği çağı başlatması, ABD’nin yeniden tüm dünyayı tehdit eden bir “düşman” yaratmasıyla akamete uğramıştır.
ABD’li siyasetçiler ve teorisyenler bu çerçevede yürüttükleri başarılı bir stratejiyle “ABD eşittir dünya” denklemini tekrardan kurmayı başarabilmişlerdir. Bu denklem, kuşkusuz, “ABD’nin güvenliği eşittir dünyanın güvenliği” yargısının doğmasına yol açmıştır. Kitle iletişim araçlarıyla dünya kamuoyu bu denklem doğrultusunda büyük bir ustalıkla işlenirken, herhangi bir Amerikalının düşüncesiyle dünyanın herhangi bir yerindeki insanın düşüncesi eşitlenmiştir. Medyanın silahlardan daha etkili bir araç olduğu böylelikle bir kez daha kanıtlanmıştır.
ABD’nin 11 Eylül 2001 sonrası yürütmüş olduğu siyaset Avrupa Birliği’nin de ipini çekmeye başlamıştır. Öncesinde insan hakları, demokrasi ve refah alanında uluslararası işbirliğinin geliştirilmesi düşüncesi yerini güvenlik ve silahlanma politikalarına terk etmiştir. Ancak daha da endişe uyandıran gelişme ise, ABD’nin girmiş olduğu güvenlik bunalımı sırasında yürütülen propaganda başta Avrupa olmak üzere dünya genelinde yeşermeye başlayan farklı kültürlerin birlik içinde bir arada yaşayabileceği fikrini tuz buz etmesidir.
Haliyle bu durum militarist, ötekileştirici ve ırkçı eylemlerin yeniden zemin bulmasına yol açmıştır. ABD’den bağımsız bir siyaset izleyemeyen Avrupa Birliği, uluslararası arenada kazanmış olduğu itibarı hızla tüketerek kendi içerisinde savunma ve dağılma sorunları yaşayan bir örgüt profili çizmeye başlamıştır. Hâlbuki AB, ABD’nin şişirilmiş küresel güvenlik siyasetinden kendini kısmen uzaklaştırmayı başarabilseydi, şüphesiz Ortadoğu ve Afrika’da yaşanan çatışmalar bu noktalara ulaşmayabilirdi.
Ciddi bir itibar kaybeden Avrupa Birliği’nin, ABD ile çıktığı küresel yolculukta NATO gibi ABD’nin güdümündeki bir örgüt imajı elde etmekten öte bir kazanımı olmamıştır. Nihayetinde Avrupa Birliği üye ülkeleri arasında başlayan anlaşmazlıklar ve savunma sorunları İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılma sürecine giden yolu sonuna kadar açtığı gibi, aynı zamanda üye devletlerin güç kazandığı, Birlik düşüncesinin zayıfladığı bir dizi gelişmeyi de beraberinde getirmiştir. Sonuç olarak ABD’nin kendi ulusal çıkarı uğruna attığı adımlar, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’da estirilmeye çalışılan barış için işbirliği rüzgârlarının dağılmasına sebep olmuştur. Bu nedenle Avrupa Birliği’nin ivedi olarak geldiği konumu yeniden sorgulayıp zaman kaybetmeden kendisine çeki düzen vermesi küresel barış şartları için elzem bir hale gelmiştir.