BM Kıbrıs Özel Temsilcisi Espen Barth Eide, 5 Ağustos 2017’de görevinden ayrılmadan önce yaptığı bir açıklamada, başarısızlıkla sonuçlanan müzakereleri klasikleşmiş bir şekilde her iki tarafa pay ettikten sonra, “adada ve çevresindeki gelişmelerin” olası çözümü tıkadığını belirtmişti. Eski Özel Temsilci işin sırrını ifşa etmişti. Eide, Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’yu kontrol eden bir adanın akıbetini yalnızca kendi iç aktörlerinin tayin edemeyeceğini söylüyordu.
Kıbrıs, tarih boyunca Akdeniz, Yakındoğu ve Ortadoğu denkleminin doğal parçası olan bir adadır. Bugün bu koşullar daha açık görülebiliyor. Adanın siyasi ve askeri statüsü günümüzde Akdeniz ve Ortadoğu güç dengesini yeniden belirleyebilecek bir konumdadır. Adanın enerji kaynaklarına ve enerji projelerine bağlı olarak artan stratejik önemi, ada üzerinde yürütülen askeri, politik ve ekonomik hesapları daha hassas bir noktaya itmiştir.
Geriye baktığımızda, Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında 1960 Anayasası’na ve devleti kuran antlaşmalara aykırı biçimde sadece Rumları temsil eden bir devletin, 1 Mayıs 2004’te AB üyesi yapılmasını iyi niyet çerçevesinde yorumlamak mümkün değildir. Yapılan bu siyasi girişim ile Kıbrıs meselesinin Avrupalılaştırılmasının gün yüzüne çıktığı, sarih bir şekilde görülmüştür. Öyle ki, Yunanistan Cumhurbaşkanı Pavlopoulos, 2 Aralık 2016’da Kıbrıs’a ilişkin yaptığı bir açıklamada, “Kıbrıs konusu bir Yunanistan-Kıbrıs sorunu değildir. Uluslararası bir konudur. Kıbrıs’ın AB’nin tam ve eşit üyesi olması sebebiyle AB’nin ve AB bölgesinin sorunudur” ifadelerini kullanması tam da bu duruma işaret etmektedir.
Annan Planı’ndan yaklaşık 13 yıl sonra, Ocak 2017’de Cenevre’de başlayan ve başarısızlıkla sonuçlanan müzakerelerin en hassas noktasını, Türkiye’nin etkin ve fiili garantisinin ortadan kaldırılması, Türk askerinin anlaşmanın ilk gününden itibaren geri çekilmesi ve Kıbrıs’ta Türkiye yerine çokuluslu bir gücün konuşlandırılması oluşturuyordu. Peki Annan Planı’nda yer almayan bu noktalar, neden 2017’de “olmazsa olmaz koşul” olarak masaya geldi? Birincisi, İngiltere ve Türkiye gibi iki önemli garantör ülke AB üyesi değil. Dolayısıyla garantörlüklerin ortadan kalkmasıyla Kıbrıs üzerinde yaptırım gücüne sahip tek yasal kurum AB olacaktır. Daha doğru bir ifadeyle AB Kıbrıs’ın iplerini tek başına elinde tutacaktır. İkincisi, AB ülkelerinin enerji ihtiyacının Doğu Akdeniz Havzası’ndan karşılanması planlanmaktadır. AB’ye göre bu projenin sorunsuz bir şekilde hayata geçebilmesi için Kıbrıs Cumhuriyeti’ni bağlayan 1960 antlaşmalarından bir an önce kurtulmak önemlidir. Kısaca AB, Kıbrıs’ta kendilerini rahatsız eden hukuki ve fiili şartlardan en hızlı şekilde kurtulmak istiyor.
AB'den ayrılma süreci işleyen İngiltere açısından durum biraz farklı. İngiltere’nin adanın güneyinde Suriye’den Mısır’a kadarki bölgeyi kontrol eden ve yaklaşık adanın yüzde üçlük bölümünü oluşturan Ağrotur ve Dikelya'da iki askeri üssü bulunmaktadır. 1960 antlaşmalarına göre bu üsler İngiliz toprağıdır ve üsler üzerindeki hakların devredilemeyeceği ve bu hakların herhangi bir zamanla sınırlandırılamayacağı kayıt altına alınmıştır. Dolayısıyla İngiltere, üsleri yoluyla Kıbrıs'ta sadece garantör değil aynı zamanda egemen devlet statüsüne sahiptir. Özetle bu üsler, İngiliz hukukunun geçerli olduğu birer İngiliz toprağı sayılıyor. Nitekim görüldüğü üzere Kıbrıs üzerindeki garantörlük haklarının sonlandırılması İngiltere’yi doğrudan etkileyecek bir durum yaratmayacaktır. Buradaki ana hedef Kıbrıs’tan fiili ve hukuki olarak Türkiye’yi çıkartmaktır. Bu sayede, Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’da yürütülen siyasi, askeri ve ekonomik hesaplardan Türkiye bertaraf edilmiş olacaktır.
ABD’nin bir taraftan Basra Körfezi’nde, “NATO Arap” projesine yoğunlaşacağı diğer taraftan ise Mısır, Yunanistan, GKRY ve İsrail arasında “Doğu Akdeniz Enerji Paktı” kuracağı tartışılan konular arasında yer almaktadır. Bu girişimlerin amacının Türkiye, İran ve Rusya’ya karşı bir “çevreleme” politikası olduğu ileri sürülmektedir. ABD’nin Rahip Brunson Kozu’nu bu bağlamda devreye soktuğu ifade edilmektedir. Türkiye’yi Rusya’dan uzaklaştırmak, AB ve ABD’nin denetiminde tutmak için alınan bu kararın ardında ayrıca Rusya ile Türkiye’nin başta Kıbrıs olmak üzere bölgede ortak askeri üsler kurma ihtimalinin etkili olduğu söylenmektedir. Rahip Brunson Olayı öncesinde, Türkiye’nin uluslararası imajına olumlu katkı yapacağı endişesiyle Yunanistan’da meydana gelen yangına Türkiye’nin yardım etme talebinin ısrarla reddedilmesi bu çerçevede araştırılması gereken bir başka iddiadır.