Türkiye, zihnine kelepçe vurulan bir ülkedir. “Asker Millet” olarak sürekli övülen, ancak bu asker milletin hangi silahla savaştığı sorusu sürekli yanıtsız bırakılan bir ülkedir Türkiye. Okul kitaplarında kazandığı ve kaybettiği savaşlara esir edilmiş, eli silah ve kazmadan başka bir şey tutmaya yaramayan bir millet olarak tasvir edilmişlerin ülkesidir Türkiye. Tefekkürün, bilimin, mühendisliğin ve teknolojinin hiç uğramadığı topraklar olarak aşağılanmış, tarım işçileriyle, barbar savaşçıların ülkesidir Türkiye. Tüm bunlar bu milletin zihnine ilmek ilmek kendi tarih kitaplarıyla işlendi. Hâlbuki bu bereketli toprakların çocukları, uzak tarihte olduğu gibi yakın tarihte de önemli işlere imza atmayı başarmışlardı. Ama hepsi bir çırpıda alay konusu edildi. Kendi kendini aşağılayan, özgüveni yitik, dünyaya ürkek gözlerle bakan nesiller, bir bir okul sıralarından geçirildi gitti. Hiçbir başarı öyküsü, tarih kitaplarına koyulmadı. Olur ya, bir genç dimağa umut olur, cesaret verir.
Aslında yüzyıllık teknoloji yarışında Türkiye, demiryolları, denizyolları, uçak üretimi, otomobil üretimi ve füze denemeleri şeklinde birçok önemli projeye imza atmıştı. En bilindik birkaç projeye bugünkü yazımızda yer vererek onları saygıyla bir kez daha yâd edelim.
Birincisi; Mehmet Nuri Demirağ (1886-1957). Cumhuriyetin ilk yıllarında ülkenin kalkınmasında önemli projelere imza atmış efsane bir kişiliktir. Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları inşaatının ilk müteahhitlerinden olan Demirağ, Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu demiryolu projelerini kısa zamanda başarması nedeniyle Gazi Mustafa Kemal tarafından kendisine, “demirağ” soyadı layık görülmüştür. 1936 yılında uçak fabrikası ve pilot okulu gibi muazzam girişimlere imza atarak, Türkiye’ye umut olmuştur. Türk Hava Kurumu başta olmak üzere, İspanya, İran ve Irak’tan siparişler almıştır. Ancak “bilinmeyen nedenlerle” 1940’lı yılların hemen başında tüm siparişler engellenmiş ve şirket iflasa sürüklenmiştir.
İkincisi; Devrim otomobilleri. Eskişehir Devlet Demiryolları Fabrikaları’nda Türk mühendisler ve işçiler tarafından üretilen ve 29 Ekim 1961’de gösterime çıkan Devrim otomobili hakkında, dönemin basınında birçok lehte ve aleyhte yazılar kaleme alınmıştır. Basın titizlikle takip edildiğinde, başlangıçta haberlerin müspet yönde seyrettiği ama kısa zaman sonra alaycı bir üsluba büründüğü görülür. “işlemeyen otomobil”, “yarım milyon liraya bir otomobil”, “biz otomobil yapmaya kalkarsak” ve “arabayı Batı kafasıyla ürettik ama Doğu kafasıyla, benzin koymayı unuttuk” gibi tahkir edici sözler ve manşetler ile Türkiye’nin ilk yerli ve milli otomobil denemesi tarihte “başarısız” bir şekilde yerini almıştır.
Eskişehir Devlet Demiryolları Fabrikaları Müdürü Mustafa Ersoy, “Yaptığımız motorları en teferruatlı bir tip olan otomobilde denemek istedik. Bunda tam muvaffakiyeti elde ettikten sonra (…) yerli cip, kamyon, askeri araçlar ve dizel lokomotif yapacağız (…) gayemiz DDY Fabrikalarını bir motor fabrikası haline getirmek ve tasarruf edeceğimiz dövizlerle başka ihtiyaçlarımızı gidermeye çalışmaktır. Yoksa bir iki otomobil yaparak hevesimizi almak, bir şeyi ispat etmek için bu kadar çalışmadık” sözleriyle Devrim otomobilinin asıl amacını ortaya koyuyordu. Anlaşılacağı üzere iş sadece araba üretmekle sınırlı kalmayacaktı. Ancak hepimizin bildiği üzere, bu girişim de “bilinmeyen nedenlerle” akim kaldı.
Üçüncüsü; Bandırma Füze Kulübü. Bandırma’da 1957 yılında bir grup lise talebesi, Füze Kültür Kulübü adıyla bir araya geldiler. ABD ve SSCB arasındaki uzay araştırmaları rekabetinden etkilenen bu gençlerin amacı, füze ve roket üzerine amatör çalışmalar yürüterek Türkiye’nin dikkatini çekmektir. Kulüp yürüttüğü çalışmalar neticesinde 30 Ağustos 1962’de “Marmara I”, 2 Eylül 1962’de de “Marmara 2” roketini başarılı bir şekilde fırlatmıştır. Bu başarılar, katıldıkları uluslararası yarışmalarda gençlere dünya üçüncülüğü ödülünü getirmiştir. Bu çalışmaları diğer başarılı çalışmalar takip ederken, diğer taraftan kulüp 1967’de Havacılık ve Uzay Araştırma Derneği’ne dönüşmüştür. Bandırma’da yakılan bu ateşin kısa zamanda Türkiye’nin diğer liselerinde benzer girişimlere önayak olduğu görülmüştür. Fakat yine, “bilinmeyen nedenlerle” gençlerin çalışmaları ve projeleri önce alay konusu ardından berhava olmuştur. İşin asıl üzücü tarafı bu başarılı projelerin yalnızca “alaycı” tarafının bize miras kalmasıdır.