Bismillâhirrahmânirrahîm. Allah’a hamd, Rasûlullah’a salât ederek Saygıdeğer Okurlarımı Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketiyle selâmlıyorum…
Kürsülerde, minberlerde dile getirilmeyen, hadis derslerinde de sadece okunup geçilen, şerh kitaplarında da şârihlerin zorunlu olarak şerh yaptıkları için değinmek durumunda kaldığı fakat "yüzeysel" bıraktıkları bir hadis-i şerifi paylaşmak, ama kelam ilminin alanına giren teolojik tarafına girmeden farklı yönde birkaç hususa işaret etmek istiyorum...
Hadisi nakletmeden önce iki hususa işaret edeyim. Birincisi; Hadis-i şerifin Sahabi ravisi, cumartesi günkü köşe yazımda yer verdiğim meşhur Hz. İmran b. Husayn (r)... Zaten kelamî muhtevasına dair konuşma hakkım mahfuz kalmak kaydıyla, hadisi gündeme getirme nedenim de bu Sahabidir. İkincisi; Hadis-i şerif tereddütsüz sahihtir, Sahah-i Buhari'de yer alır ve Buhârî bu hadise "Kitabu BED'İ'L-HALK" yani "YARATMANIN BAŞLANGICI Bölümü" diye özel olarak tahsis ettiği bölümde yer vermiştir.
Şimdi hadis-i şerifi nakledelim...
Hz. İmran b. Husayn (r) diyor ki;
Temim Oğulları isimli kabile den bir grup insan Rasûlullah (sav)' i ziyarete geldi. Rasûlullah (sav) onlara;
"-Ey Temim Oğulları! Size bir müjde vereyim (onu kabul edin)" buyurdu. Onlar da
"-Bize bir müjde vereceksen, (işimize yarayacak dünyalık) birşeyler ver!" dediler.
Bu cevap üzerine Rasûlullah (sav)'in (canı sıkıldığı için) yüzü değişti. Sonra Yemen'den bir başka grup Rasûlullah (sav)'in huzuruna girdiler ve ziyaret ettiler. Rasûlullah (sav) bu kez de onlara;
"-Ey Yemenliler! (Temim Oğullarına) vermek istediğimde onların kabul etmediği müjdeyi siz kabul edin!" buyurdu. Yemenliler;
"-(Ne verirsen baş göz üstüne) kabul ediyoruz Ya Rasulallah." dediler.
Bunun üzerine Rasûlullah (sav) YARATMANIN NASIL BAŞLADIĞINI ve ARŞ'ın mahiyetini anlatmaya başladı. (Ben de dinlemeye başlamıştım ki) O sırada adamın biri dışarıdan bana seslenerek;
"-Ey İmran! Bineğin kaçıyor!" dedi. (Ben de oradan ayrılıp devemi bulmaya/yakalamaya koştum. Dönüp geldiğimde ise Rasulullah'ın konuşması bitmiş, ben de anlatılanları dinlemekten mahrum kalmıştım. Kendi kendime;)
"-Keşke hiç yerimden kımıldamasaydım!" dedim (pişmanlık duydum). (Buhârî, Bed'ü'l-Halk, 1)
Sorular... Evren ezelî/kadim midir hâdis yani sonradan mı var edilmiştir? Ezelî/kadim ise "Kıdem" Allah' ın zatına mahsus bir sıfat olduğuna göre; Allah'tan başka ezelî varlık kabul edilmiş olmuyor mu, bu durumda evreni/alemi ezelilik sıfatı yönüyle Allah ile ortak koşmak olmuyor mu? Yok eğer kadim değil de hâdis ise bu durumda yoktan yaratma nedir, nasıldır? Allah ilk yarattığı şeyi yaratmadan önce, yaratana kadar ne yapıyordu?
Bu vb. sorular, insanoğlu kadar kadim geçmişe sahiptir. Zira insan; kendi varoluş gerçeğini idrak ve benliğini inşa sürecinde "Allah-Alem-İnsan" ve bunlar arasındaki ilişkiyi daima sorgulamış, tatminkar cevaplar bulmaya çalışmıştır. Aslında bu sorulara cevap atamasının temelinde de bizzat "kendini anlamak, kendini anlamlandırmak" arzusu yatmaktadır. Bu vb. benzeri konular, Kur'an ve Sünnet açısından özellikle "iman" konusu olarak ve dolayısıyla inanıp inanmamanın ölçülerinde biri olarak imtihan meselesi çerçevesinde bırakılmış, kısacası fideizm (imancılık) düzeyindedir, asla "bilgi" yani epistemolojik olarak ele alınmamıştır.
Bu hadis-i şerif ise istisna denebilecek hadislerde biri olarak imanî bir konu olmasına rağmen kognitif bir boyut taşımaktadır. Ama Sahabi ravi sebebiyle (maalesef) hem kendisi hem de kıyamete kadar tüm insanlar için imanî alanda kalmaya devam edecektir. Esasen Rasûlullah (sav) anlatmış, ancak anlattıkları bize nakledil(e)memiştir. Bu da bir kader tecellisi olabilir, o sebeple işin kader boyutuna hiç girmiyorum. Şimdi şunları sorabiliriz...
1) Rasulullah (sav) yaratmanın esrarını niçin anlatma ihtiyacı hissetmiştir?
2) Binlerce yıllık insanlık ve insanlığın düşünce tarihinde en çok merak edilen konulardan olan "âlemin (ve alemin bir parçası olarak bizzat insanın) varoluşu" hakkında Rasûlullah (sav) ile bir ömür beraber yaşayan Hz. Ebu Bekir-i Sıddık (r), Hz. Ömer b. Hattab (r), Hz. Abdullah b. Mes’ud (r) gibi sahabiler bu kadim meseleleri hiç mi merak edip Rasûlullah (sav)'e sual etmemişlerdir? Yani Rasûlullah (sav), en azından Sevr Mağarası'nda başbaşa zaman geçirdiği, hem Allah katında hem kendisi nezdinde (peygamberler hariç) en müstesna konuma sahip olan Hz. Ebu Bekir-i Sıddık (r) gibi bir Sahabi'ye anlatmadığı yaratmanın başlangıcı gibi konuları, üstelik de rivayetten anlaşılacağı üzere zihinleri metafizik düşünmeye kapalı, brdevî bir grup insana, hem de onlar böyle bir sual etmedikleri halde onlara neden anlatmak istemiştir?
3) Temim Oğullarının bu yazının i'rabında mahalli yoktur. Sadece Rasûlullah (sav)'i dünya gözüyle görme şerefine erikleri için saygımız vardır, ama Rasûlullah (sav)' in mübarek yüzünü değiştirmeye de sebep olmuşlardır. O sebeple haklarında konuşmuyoruz... Haydi diyelim Hz. İmran (r) tarafından gelen bu rivayette, bineğinin peşine düştüğü için Rasûlullah (sav)'in anlattıkları bize onun kanalıyla ulaşmadı. Peki o ziyarette bulunan ve en az 5-10 kişiden oluştuğunu tahmin etmek zor olmayan ziyaret heyetinde bulunan Yemenlilerden bir Allah'ın kulundan niçin bize kadar ulaşmış bir sahih rivayet yoktur? (İmam Buhari'nin bu hususta özel bir tavrı olup olmadığı ise bir başka yönü meselenin)
Bu soruları daha da çoğaltmak mümkün. Ama asıl soru şu;
Hz. İmran b. Husayn (r) pişmanlığını bizzat kendisi itiraf etmiştir. Böylesine kıymetli, tüm insanoğlunun iman düzeyinde imtihan olduğu böylesine devasa bir mesele hakkında edineceği muhteşem bir bilgiyi, hele bu bilgi Rasûlullah (sav) tarafından verilen bilgi olduğu halde, öğrenme ve öğretme fırsatını Hz. İmran (r) neden bir deve için kaçırmıştır?
Hz. İmran (r) neyi kaçırdı? Buna mı pişman olup üzüldü acaba! Hiç alakası yok. Çünkü insan bazen bir büyük fırsatı elinde olmayan başkanedenlerle de kaçırabilir. Örneğin o an seslenen diğer kişi "Deven kaçıyor" demek yerine "İmran, oğlun öldü!" gibi bir haber de verebilirdi. Böyle bir haberden dolayı kaçırsaydı bu muhteşem bilgileri öğrenme fırsatını, eminim bu kadar üzülmezdi. Hz. İmran (r)'ın "keşke"sinin asıl sebebi kaçırdığı bilgilerden, neyi kaçırdığından daha çok, "ne uğruna" kaçırdığı içindir. Ne uğruna böylesi muazzam bilgileri öğrenmek ve öğretmekten mahrum oldu? Alt tarafı bir deve için! O deve kaçsa, ölse belki bir daha binek alacak imkan da bulamayacaktı, ama kaçırdığı fırsat kaçan devesinin de nasıl yaratıldığını öğretecek bir fırsatı. Nitekim Allah "-Deveye bakmıyor musunuz, nasıl YARATILDI!" (88/Ğaşiye-17) buyurmuştur.
İşte Hz. İmran b. Husayn (r) bir deve uğruna yaratılışın, Allah'ın yaratma fiilinin sırlarını öğrenme fırsatını kaçırdığı için pişmandır.
Kısacası Hz. İmran (r) bize belki kendi de öğrenemediği için Allah'ın yaratma fiiline, alemin varoluşuna dair bilgileri öğretememiştir, ama en az bunun kadar değerli birşey öğretmiştir. O da şudur;
Hz. İmran b. Husayn (r); HAYATTA İNSANIN AYAĞINA KADAR GELEN BÜYÜK İMKANLARI, HELE HELE "ALLAH'IN DEVESİ!" UĞRUNA KAÇIRMANIN NE BÜYÜK BİR PİŞMANLIK SEBEBİ OLACAĞINI ÖĞRETMİŞTİR.
"Keşke" demek insanı ne hale getirir, başka bir mesele! Ama "keşke" dememek için henüz elinde fırsat olanlar, "keşke" demiş, "keşke pişmanlığı" yaşamış olanlara bir sorsunlar. Nitekim Rabbimiz; "-İnsanlardan kimileri vardır ki, Allah’tan başka bazı varlıkları Allah’a denk tanrılar sayar da bunları Allah’ı sever gibi severler. İman edenler ise en çok Allah’ı severler. Zalimler -azapla yüz yüze geldiklerinde anlayacakları gibi- şimdi de bütün kuvvetin Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın azabının çok şiddetli olduğunu bir anlasalardı! İşte o zaman, izlenenler, kendilerini izleyenlerden hızla uzaklaşmışlardır; artık azabı görmüşler, aralarındaki bağlar kopmuştur. İzleyenler şöyle derler: ‘-Ne olurdu, bize ikinci bir fırsat verilseydi de, şimdi onlar bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsaydık!’ Böylece Allah onlara yapıp ettiklerini kendileri için pişmanlık sebepleri olarak gösterir. Onlar artık ateşten çıkacak değillerdir.” (2/Bakara, 165-167)
Hayat belediye halk otobüsü gibi değildir. Bir otobüsü kaçıran bir sonrakine biner. Son otobüsü kaçırsa başka vasıtalarla gider, o da olmadı yaya gider, gider... Ama hayatta Allah'ın bizlere verdiği fırsatlar, imkanlar, hele de alt tarafı "bir deve için" (!) kaçırılırsa, aynı fırsat periyodik olarak bir daha gelmeyebilir...
Son olarak can alıcı hususa işaret edelim; Paylaşılan birçok şey değerlidir, ama paylaşılmayanlar çok daha değerlidir. Kim bilir, Yemenli Sahabiler böylesi değerli, hem de bizzat Rasûlullah (sav)'den aldıkları böylesine değerli bilgileri belki de paylaşamayacak kadar aziz ve asil ruhlu oldukları için paylaşmadılar. Büyük Üstad Sezai KARAKOÇ ne diyor;
ZAMBAKLAR EN ISSIZ YERLERDE AÇAR.
Bendeniz de burada keseyim Efendim. Bu vesileyle önce KENDİ NEFSİME sonra da tüm Saygıdeğer Okurlarıma ellerindeki fırsatların değerini bildikleri ve en değerlileri ile yaşayacakları huzurlu ve mutlu uzun bir hayat yaşamalarını niyaz eder, hürmet ve muhabbetlerimi arz ederim.
İletişim: http://www.irfanbayin.com.tr/
Değerli irfan Hocam. Çok teşekkür ederiz. Müslüman hayatına ışık tutan, yön veren İslam Tarihinin bu güzel örnekleri güzel uslubunuzla güzel bir ders olmuş
Eyvallah ustadım..Keşke dediğimiz ne çok şey var.İnsaallah son nefesimizi verirken"Keşke" demeyiz..