CANFEDA Gönül Dostuma İthafen...
Bismillâhirrahmânirrahîm. Allah’a hamd, Rasûlullah’a salât ederek Saygıdeğer Okurlarımı Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketiyle selâmlıyorum…
Mevlid-i Nebi Haftası’nı “Hz. Peygamber ve Vefa Toplumu” temasının işlendiği etkinliklerle geride bıraktık. Rasûlullah (sav)’in Allah’a, insana, ailesine ve hatta canlı-cansız tüm mevcudata ne kadar vefalı bir insan olduğunu yüzlerce örnekle ortaya koymaya çalıştık. Ancak “Vefa” konusu işlenirken çok önemli bir husus dikkatlerden kaçmamalıdır. O da Ashab-ı Kiram’ın Rasulullah (sav)’e olan vefasıdır.
Rasulullah (sav) bir vefa abidesidir. Ancak kendi ifadesiyle “Allah tarafından özel eğitilmiş” bir peygamber (Süyûtî, Câmiu’s-Sağîr, 1/12) ve diğer peygamberlerden de üstün olması hasebiyle Rasulullah (sav)’in vefa insanı olması zaten O’nun temel vasıflarındandır. Diğer üstün vasıfları gibi vefa duygusuyla mücehhez olmasaydı zaten peygamberliği söz konusu olamazdı. Asıl üzerinde durulması gereken; İslâm ile müşerref olmalarından önce birer müşrik olan ve şirk dönemindelerken kızlarını diri diri toprağa gömmüş, vefa şöyle dursun, kendilerine iyilikleri dokunmuş kimseleri bile çıkarları için harcamış ve benzeri birçok ahlâksızlık içinde yüzmüş, fakat bir biçimde Müslüman olmuş Sahabilerin nasıl bir vefa abidesi haline geldikleridir. Ancak önce Kur’an’dan bir tespitte bulunalım.
Peygamberler için ashapları son derece önemlidir. Fakat Hz. Nuh (as) “ülü’l-azm” olan beş büyük peygamberden biri olduğu ve 950 yıl boyunca tevhid mücadelesi verdiği halde, ashabının sayısı o günkü şartlarda yaptığı bir geminin alabileceği insan sayısını geçmemiştir. Kur’an’da en çok bahsedilen ümmet ise İsrailoğullarıdır. Peygamberlerini yalnız bıraktıkları, hatta katlettiklerinden dolayı Allah tarafından kınanmış, lanetlenmişlerdir. Zulüm ve kölelikten Hz. Musa (as)’ın vesilesiyle kurtuldukları halde Firavun ve ordusuyla karşılaştıklarında “-Sen Rabbinle beraber git savaş! biz burada oturup bekleyeceğiz!" (5/Maide-24) deyip Hz. Musa (as)’ı yapayalnız bırakmışlardı. Allah kırk günlük vahiy süreci için Tur Dağı’na çağırdığında, başlarında Hz. Harun (as) bulunmasına rağmen Samiri adlı birinin yaptığı altından buzağı heykeline taparak menfaat için tevhidi terk edip şirke sapmışlardır. (2/Bakara, 51-53; 7/A‘raf-148; 20/Taha, 83-94) Yine Allah onlara çölde hayal bile edemeyecekleri bıldırcın eti gibi nimetler ikram etmişken, onlar şımarıp Allah ile alay edercesine sarımsak istemişlerdir. (2/Bakara, 57-61) Bir sığır kurban etmeleri istendiğinde ise cimrilikle kurban kesmemek için bin dereden su getirmişlerdir. Allah da bu nankörlüklerinden dolayı “-Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve (bir zamanlar) sizi cümle âleme üstün kıldığımı hatırlayın!” (2/Bakara-47) buyurarak onları uyarmış, buna duyarsız kaldıklarında ise “-İsrailoğullarından kâfir olanlar, Davud ve Meryem oğlu İsa’nın diliyle lanetlenmişlerdir. Bunun sebebi söz dinlememeleri ve sınırı aşmalarıdır.” (5/Maide-78) ayetinde buyurulduğu gibi lanetlenmiş ve Allah’ın gazabına uğramışlardır. (1/Fâtiha-7) Oysa Rasulullah (sav)’in Ashabı Allah’ın hep övgü, takdir ve rızasına mazhar olmuşlardır. “-(İslam’a girme hususunda) öne geçen ilk Muhacirler ve Ensar ile onlara güzellikle tabi olanlar var ya! Allah onlardan razı olmuştur, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. Allah onlara içinde ebedi kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kurtuluştur.” (9/Tevbe-100) mealindeki ayet; Muhacir-Ensar, kadın-erkek ayırt etmeksizin Allah’ın Ashab-ı Kiram’ın tamamından razı olduğunun apaçık delilidir.
Elbette onları her yönüyle tarihe altın harflerle geçmiş birer kahraman, birer mücahid, birer salih kul olarak eğitip yetiştiren Rasulullah (sav)’dir. Fakat Rasulullah (sav)’in bu olağanüstü çabası esasen görevinin bir gereğidir ve Allah’a olan vefasıdır. Kaldı ki Rasûlullah (sav) onları uzun süren seminerlerle eğitme imkanına da sahip değildi. En yakın Sahâbîsi Hz. Ebu Bekir (r) ile dahi Sevr’de baş başa kaldığı süre en fazla üç günden ibarettir. Hiçbirini öyle uzun bir eğitim sürecinden geçirmiş değildir. Bu hususta onlarca örnek verilebilir. Oysa Ashab-ı Kiram birer insandılar, vahiy almıyorlardı. Bu sebeple onların vefakârlıkları, beşerî düzeyde herhangi bir insanın ulaşabileceği sınırları değiştirebilecek ayardaydı. Üstelik de insanın aklını zorlayan bu vefaları sonucunda, Allah rızası ve uhrevî kazanımlar dışında, bu dünyada elde ettikleri ne bir servet ne bir makam ne de bir başka çıkarları olmuştu. Hatta birçoğu Müslüman olmadan önce sahip olduğu imkânların bir kısmını kaybetmişler, bir kısmını da kendi iradeleriyle feda etmişlerdi. Ashab-ı Kiram’ın insanı hayrete düşüren vefakârlıklarına nice örnekler vardır. Ancak ben bugün tiyatrosu bile çevrilemeyecek ayarda biri hanım Sahâbîlerden olmak üzere iki örnek arz etmekle iktifa edeceğim…
Kadınlar şehid eş ve çocuklarının arkasından ağıt yakıp ağlaşıyorlardı Uhud’un ardından. Medine’nin semaları delinmişti adeta...
“-Bu kadınlar ne yapıyorlar?” diye sormuştu yanındakilere Rasûlullah (sav)...
“-Şehid kocalarının, oğullarının, kardeşlerinin ardından ağlaşıyorlar ya Rasûlallah!” demişlerdi.
Miğfer batmasıyla yaralanan mübarek yanağından birkaç damla yaş süzülüvermişti birden...
“-Ama benim amcam Hamza’mın ardından bir ağlayanı bile yok...” deyivermişti bir anda…
“-Yeter ki Sen üzülme ya Rasûlallah! Anamız babamız feda olsun sana!” demişti yanındaki Sahâbîler. Hanımlara seslenmişlerdi hemen;
“-Sizler yakınlarınızın ardından ağlıyorsunuz, Rasûlullah ise amcası Hamza’nın ağlayanı yok diye üzülüyor. Bırakın kocalarınız için ağlamayı, hemen Rasûlullah’ın evinin etrafında ‘-Ahh Hamza!’ diye ağlaşın, morali düzelsin Rasûlullah’ın...”
Ensar Kadınlar toplaşıp Efendimiz (sav)’in gönlünü yapmışlardı hemen. Çok duygulanan Rasulullah (sav) onlara teşekkür ettikten sonra uykuya dalmış, uyandığında kadınların hâlâ Hz. Hamza (r) için ağlamaya devam ettiklerini görünce onları evlerine göndermiş ve o günden sonra ölenlerin ardından feryat ederek ağlamayı yasaklamıştı.[İbn Sa‘d, Kitabü’t-Tabakatü’l-Kebir, Adnan Demircan (ed.), 2. Baskı, İstanbul: Siyer Yay. 2015, c. 3, s. 15-17]
Sert mizaçlı kaba biriydi İmrân b. Husayn. Bir gün Rasûlullah (sav)’e gelip;
“-Muhammed! Sen bizden ne istiyorsun?” diye sormuştu mizacına uygun bir üslupla.
“-Kelime-i Şehadet, namaz, oruç, zekât ve gerektiğinde Allah yolunda malınla canınla cihad etmeni istiyorum.” buyurmuştu Rasûlullah (sav). İmrân’ın cevabına bakınız hele! Böyle bir üslupla Rasulullah (sav) ile konuşan birini sürgün etmek lazım, dedirtecek türdendi;
“-Allah’ın ortağı yoktur, kabul. Sen de peygambersin besbelli, o da kabul. Namaz da kılarım. Ancak babamdan kalan birkaç ağacın gelirini sana zekât diye veremem! Canımı da sokakta bulmadım, cihad da edemem!” Bunun üzerine Rasûlullah (sav);
“-İmran! Zekât yok, cihad yok, o zaman cennet de yok!” diye cevap buyurmuştu. Öyle aman dinden soğumasın, aman kalbi incinmesin diye eğip bükmemişti. Hele “İslâm’da zekât ve cihadın önemi” konulu haftalar süren eğitim seminerleri için kampa da almamıştı onu. Bu netlik karşısında İmrân;
“-Vallahi zekât da veririm, cihad da ederim. Yeter ki cennete girip orada seninle olayım!” deyip Müslüman oluvermişti. İşte o kaba mizaçlı İmrân bu kadarlık, 2 dakikalık ayaküstü bir diyalog sonucu bir anda Hz. İmran b. Husayn (r) olarak Sahâbî olma şerefine ermişti. Ashab-ı Kiram’ın vefasına ikinci örneğimiz bu Sahâbîdir.
Hz. İmran b. Husayn (r) Tabiun’dan bir grup talebesine Hadis dersi veriyordu. Ders esnasında Rasulullah (sav)’in “-Utanma duygusu (hayâ) insana hayırdan başka hiçbir şey getirmez.” (Buharî, Edeb, 77; Müslim, İman, 60) hadisini nakletmişti. Sohbet meclisinde bulunanlardan Büşeyr b. Ka‘b isimli biri Hz. İmran (r)’ın naklettiği bu hadisi işittikten sonra; üstelik de tasdik etmek veya utanma duygusunun insana ne gibi hayırlar kazandırabileceğini açıklamak, kısacası hadisin daha iyi kavranmasına katkı sağlamak gibi iyi bir niyetle;
“-Biz hikmet kitaplarının bazısında utanma hissinin bir kısmında vakar ve sekinet olduğunu (yani insana onur ve huzur kazandıracağını) da okuduk.” deyivermişti.
Büşeyr’in bu sözlerinden sonra Hz. İmran b. Husayn (r) gözleri öfkeden kan çanağına dönmüş bir halde ona cevap vererek;
“-Ben sana Rasulullah’tan hadis tebliğ ediyor, ‘Rasulullah dedi ki’ diyorum. Sen kalkmış bana elindeki notlardan el âlemin sözlerini okuyorsun öyle mi!” demiş ve Rasulullah (sav)’in “-Hayâ ancak hayır getirir.” hadisini tekrar etmişti. Büşeyr de aksi gibi elindeki kâğıttan aktardığı sözü tekrar etmişti. Hz. İmrân (r) da “Ben peygamberimin sözünün üstüne söz söyletmem!” dercesine hadisi birkaç kez daha tekrarlamıştı. (Müslim, İman, 11)
Bu örnek bize “Kur’an bize yeter” diyenlere karşı tavrımızın ne olacağını öğretmenin ötesinde; Ashab-ı Kiram’ın Rasûlullah (sav)’e olan vefalarının sadece O’nun hayatta olduğu zamana has değil, ahirete irtihalinden sonra da nasıl artarak devam ettiğini ortaya koymaktadır.
Şimdi kendimize meşhur Dîvân şairlerimizden Nâbî’nin
Bende yok sabr-ı sükûn, sende vefadan zerre
İki yoktan ne çıkar, fikr edelim bir kerre
Beytinden yola çıkarak fikr edelim ve soralım kendimize;
Acaba biz bugün Mevlid Kandili’nde sosyal medyada salavat zincirleri oluşturarak kendimizi O’nun ümmetinden saydığımız Rasûlullah (sav) için salavat zinciri oluşturmanın, adı anılınca elimizi kalbimize koyup salat u selâm getirmenin ötesinde yaptığımız ne var?
Acaba biz bugün Kadir Gecesi’nde O’nun sakal-ı şerifini öpmek için kuyruğa giren Müslümanlar olarak Rasulullah (sav)’in kaç tane Sünneti’ni hayatımızda tatbik edebiliyoruz?
Uğrunda hicret etmeyi göze alamadığı için Hz. Ümm-ü Hânî (r) dahi Rasulullah (sav)’e kavuşamamak gibi bir kadere mahkûm olmuşsa; acaba bizler parmağımızdaki altın alyanstan bile Rasulullah (sav) için vazgeçemeyen Müslümanlar olarak bizde O’na karşı vefadan zerre var mı? Haydi buyurunuz hep birlikte bir nefis muhasebesi yapalım…
İletişim: http://www.irfanbayin.com.tr/
Arada yazdığın için gözümden kaçmış mirim,her hafta bir yazı bekleriz..Allah razı olsun ustadım,her yazınız bir ders gibi.. Öğreniyoruz, muhasebe yapıyoruz,kendimize geliyoruz..Selam ve muhabbetlerimle
İrfan hocam Allah razı olsun. Çok veciz ve anlamlı güzel bir yazınız sitemizin süsü olmuş. Ekleminize, kelamınıza sağlık. Teşekkür ederiz