Karabük Ana Haber ve İlim Yayma Cemiyeti bir e-konferans düzenledi. Konferansa Hacı Bayram Veli Üniversitesi Öğretim Görevlisi Doç. Dr. İsmail Şahin katıldı. Doç. Dr. İsmail Şahin'in sunumuyla başlayan program, katılımcılardan gelen sorularla devam etti. İşte katılımcılardan gelen sorular:
İran’ın Filistin tutum ve davranışları nasıldır?
İran’a bakacak olursak şahsi kanaatim İran’ın Filistin politikası küresel düzeyde Filistin’e zarar veriyor. Şöyle düşünelim bütün uluslararası platformlarda Hamas ile İran arasında bir organik ve fonksiyonel bir bağ kuruluyor. Dolayısıyla bu çerçevede Hamas, bir terör örgütü ilan edildi. Sanki Hamas, İran’ın Filistin’de uzayan bir konu ve sanki İsrail bu vasıtayla İran’ın haması kullanması suretiyle abluka altına alınmasını sağlayan bir imajla dünya sahnesine çıkıyor.Özetle İsrail diyor ki :”Hamas dediğiniz örgüt terör örgütüdür ve bunun arkasında İran vardır. Bunun arkasındaki amaç İsrail’i abluka altına almaktır. Bu atılan füzelerin ve verilen nakdi yardımların arkasında Türkiye Katar ve İran var” Peki İran ne yapıyor dersek hiçbir şey yapmıyor. İran sadece Filistin meselesini sahiplenerek Müslüman dünyası üzerinde bir liderlik vasfı kazanmaya çalışıyor. Hâlbuki Filistinlilerin ihtiyaç duyduğu husus, uluslararası düzeyde dini olmayan bir destek. Neden dini olmayan bir desteğe ihtiyaç duyuyorlar? Filistin şunu ön plana çıkartıyor: Neden Filistin’de uluslararası hukuk ihlal ediliyor? Yahudi inancına göre Filistin İsrail toprağı görülüyor. Dolayısıyla hukuk burada çalışmıyor. Seküler batının buna karşı durması gerekir.
Türkiye’den Kudüs ile alakalı 3’lü dini yönetim teklifi geldi buna nasıl bakıyorsunuz?
Kudüs zaten başlangıçta BM’nin kararlarıyla uluslararası bir yönetim ilan edilmesi gereken bir belde olarak kararlaştırıldı. Kudüs’ü kurtarma adına ve orada Hristiyan, Yahudi ve Müslümanlardan oluşan bir komite tarafından yönetilmesi, Kudüs’ü ait olduğu Osmanlı dönemindeki statüye dönüştürme gayreti olarak okuyabiliriz. Dolayısıyla Cumhurbaşkanının bu teklifi kararına da uygundur Kudüs’ün tarihi konumuna da uygundur. Asıl olan Kudüs’te din ve vicdan hürriyetinin tesis edilmesidir. Cumhurbaşkanının bu çıkışı Kudüs’ü sadece Müslümanlar ve Yahudiler arasında bir mesele olmaktan çıkarıp Hristiyan dünyayı da bu işin içine katarak İsrail karşısında bir blok oluşturmaya çalıştığını düşünüyorum.
Türkiye’nin Filistin üzerindeki Politikaları doğru buluyor musunuz?
Türkiye’nin Filistin politikası 20 yıldır istikrarlıdır. Makarios ile Arafat’ın tokalaşmalarının fotoğraflarını görmüşsünüzdür. Ama kimse şu soruyu sormuyor. Makarios Filistin Kurtuluş Örgütü’nü başından beri destekleyen bir siyaset izlerken Denktaş İsrail yanlısı bir siyaset izlemiştir. Diğer taraftan Türkiye 1949’da İsrail’i tanırken Yunanistan 1990 yılında tanıyan bir ülke olarak bilinir. Dolayısıyla Ortodoks âlemi sadece bunu Kıbrıs vs. olarak düşünmemek lazım. Başından beri Filistin Kurtuluş Örgütü’nü desteklemiştir. Doğu Akdeniz krizi Yunanların da ekonomik anlamda iflas etmesi İsrail’in cepheyi genişletme adına Türkiye’nin de güçlenmesini fırsat bilerek “Osmanlı geri dönüyor”, “Türkiye güçlendi” gibi tabirlerle Ortodoksları yanına çekti. Böyle olunca Yunanistan’ın ve Rum tarafının dosyasını da kapatmış oldu Dolayısıyla Türkiye’nin Filistin politikası hem diplomasi düzeyinde hem sivil toplum ayağında hem de sosyal medya örgütlenmesinde başarılı olduğunu düşünüyorum ama yeterli olduğunu düşünmüyorum. Bu noktada Türkiye’de son yıllarda şöyle bir atalet var. Erdoğan bir atılım yapsın biz de peşinden gidelim. O zaman şöyle bir algı ortaya çıkıyor: “Türkiye’de Erdoğan olmazsa Filistin davasına sahip çıkılmayacak.” Bence bu siyaseten de Türkiye’yi uluslararası düzeyde zora sokan bir zeminin oluşmasına yol açıyor. O nedenle bizleri yani hem akademisyenler hem sivil toplum örgütlerinin insiyatif alarak sosyal medya örgütlerini de etkili kullanarak Filistin meselesine kamuoyu desteğini en üst düzeyde vermek gerekiyor. Sadece Türkçe tweet atmak yetmez. Arapça da atmak lazım İspanyolca da atmak lazım Yunanca da atmak lazım. Atılan tweetin nerelere ulaşacağını kimse bilemez. İnsan bu dönemde başarılı olmak istiyorsa uluslararası olmalıdır.
Filistin ile Türkiye’nin deniz yetki anlaşması yapmasında herhangi bir sorun yok. Yarın birgün böyle bir antlaşma yapılsa bunun Filistin’e nasıl olumlu tesiri olabilir? Bu şekilde İsrail ablukası kırılabilir mi?
Bunun üç aşaması var. Birincisi malum olduğu üzere Filistin’de bir siyasi birlik yok. Gazze’de bir Hamas hükümeti var. Batı Şeria’da da bir El Fetih yönetimi var. Geçtiğimiz günlerde 14 yıl aradan sonra bir seçim yapılması kararlaştırılmıştı fakat bu seçim gerçekleştirilemedi. Dolayısıyla şu ortamda Türkiye kiminle antlaşma yapacak? Hamas ile yapsa onun uluslararası bir statüsü yok. El Fetih ile yapamıyor çünkü Hamas ile El-Fetih arasında anlaşmazlıklar var. Dolayısıyla önce Filistin’in iç yönetiminde birliğin sağlanması gerekiyor. Bu sağlandıktan sonra antlaşma yapılabilir mi? Yapılabilir ama zor bir antlaşma olur. Çünkü Filistin BM tarafından tanınan bir devlet değil. Filistin, BM’nin gözlemci statüsünde olan bir devlet. Mesela Kıbrıs’ta ki gibi. Kıbrıs’ta BM ne yapıyor? Kıbrıs Türk toplumunu tanıyor fakat devletini tanımıyor. Türkiye bunu göze alır mı? Gücüne güvenerek ben bu devleti tanıyorum ve yetkililerle anlaşma yaptık. O zaman İsrail ile Mavi Marmara’dan daha büyük bir çatışma içerisine girilebilir.Türkiye Libya ile yaptığı antlaşmayı BM’ye onaylattı. Fakat aynısını KKTC ile yaptığını onaylatamaz. Çünkü BM’ye göre kendi hukuku çerçevesinde orada meşru bir hükümet olmadığı için anlaşma yapıp koordinat belirleyemiyor. Libya ile yaptığı antlaşma iki meşru devletin antlaşmasıdır. İsrail Gazze’ye denizden de abluka uyguladığı için Gazze’nin deniz alanını daraltıyor yani daireye alıyor. Onun karşısına daha geniş bir deniz alanını kendisi çıkartarak diyor ki Gazze’nin ki 6 mil. benimki 12 mil. O zaman önce İsrail’in deniz yetki alanına girmen gerekiyor. İsrail, Kıbrıs ile yaptığı antlaşma ile Gazze’yi denizden ablukaya almasını sağladı. Bu konuda uyanık davrandılar. Her halükarda Türkiye her şeyi göze alacak ve güçlü bir şekilde gidecek eğer gitmek istiyorsa.
Yahudi yerleşimcilere Kudüs neden cazip geliyor?
Buraya gidenlerin büyük bir kısmı dini inançları gereği gidiyor. Tanrı’nın onlara vaad ettiğini düşündükleri yere gitmek istiyorlar. Dolayısıyla itici gücü, motivasyonu inançları oluyor ve her şeyi göze alarak buraya gittiklerini görüyoruz.
Türkiye El Fetih ve Hamas arasında nerede duruyor? Bu topluluklar arasında farklar nelerdir? Bu iki topluluğu Filisin Devleti altında birleştirmesi mümkün değil mi? Türkiye bu konuda bir birleştirici güç olamaz mı?
Türkiye bunun için elinden geleni yapıyor. Fakat başarılı olunamadı. İkisi arasındaki temel fark şu: El Fetih, seküler bir hareket. Hamas, daha İslami bir çizgide ve ağırlıklı olarak İhvan’ın Filistin kolu olarak kuruldu. Siyasetini de bu şekilde benimsedi. Daha sonra Hamas’ın terör örgütü olarak ilan edilmesinden sonra İhvan ile arasında bir ayrışma oldu. Bu ayrışma tabi ki ihvana zarar verilmemesi açısındandı. Daha sonradan İhvan da terör örgütü listesine alınınca pek de bir fark kalmadı. Kısacası Hamas daha İslami bir çizgide, El Fetih ise daha seküler bir çizgide.
Filistin’de Filistinlilerin toprak satması doğru mudur?
Benim yaptığım araştırmalar sonucunda Filistinliler toprak satmış mıdır? Evet satmıştır fakat buradan ülkenin tamamının satıldığı sonucu çıkarılamaz. Filistin’de dönüm dönüm toprak satıldığında bile İsraillilerin Filistin’de toplam mülkiyeti %10’a ancak erişiyordu. Şuanda da satılıyor. Adam göç ettirilmiş, kovulmuş, geri dönemiyor burayı bize sat deniliyor. Şunu bilmek gerekir ki toprak satın alarak bir ülke kurulmaz. Bunun tarihte bir örneği yok. Nasıl bizim ülkemizde toprak satılıyorsa Filistin’de de alındı. Fakat bu devlet kuracak veya Filistinlileri vatansız bırakacak düzeyde değil.
Geçtiğimiz hafta Sabır Meşhur isimli Mısırlı Gazeteci şöyle bir ifade kullanmıştı: “İsrail’i kuranlar, sadece İsrail’i değil Lübnan’ı, Suriye’yi, Irak’ı hatta Türkiye’yi de kurdu.” Diyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
İsrail ne zaman kuruldu? İlk ciddi metin uluslararası metin 1916 tarihli Sykes-Picot antlaşması. Osmanlı’nın dağılmasında Siyonist teşkilatların önemli bir rolü var. Fakat Osmanlı’yı yıktılar, dağıttılar anlamında söylemiyorum. Mesela Amerika I. Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı Devleti’nin devamından yanaydı fakat Amerika’da ki Siyonistler, İsrail Devleti’nin kurulabilmesi için Osmanlı’nın kalkması gerektiği konusunda bir fikir birliği içerisine girmişlerdi. Bu çerçevede Amerikan siyasetini ikna ettiler. Şunu çok iyi biliyoruz, bu bölgede I. Dünya Savaşı sonrasında bütün zemin, manda himayenin ana kurgusunda İsrail Devleti’nin kurulması vardı. Diğer her şey ona göre şekillendi. I. Dünya Savaşı’na giden süreçte İngilizler yürüttükleri propaganda metinlerinde şunu söylemişlerdir: “Türkler, dine ihanet etmiştir ve yolsuzluğa uğramıştır. Halifelik Arapların hakkıdır.” Fakat I. Dünya Savaşı sonrasında bakıyoruz artık Arap lafı çok fazla kullanılmamaya başlanıyor. Bunun yerine Filistin, Suriye, Irak gibi ülke isimleri kullanılmaya başlıyor. Hatta 1920’nin başlarında gazetelerde şöyle manşetler geçiyor : “Irak Iraklılarındır.” E hani 5 yıl önce Araplarındır diyordun. Önce Türk-Arap dediler ve bunları birbirinden ayırdılar. Geride kalan Arapları da kendi içerisinde parçaladılar ve buna ek olarak yine Arapları mezhep olarak da parçaladılar. Fakat çok ilginç olan bir şey var Ortadoğu Arap toplumları içinde en örgütlü toplum devletsiz olan Filistin halkı. Devleti olanlar sıkıntıda devleti olmayan Filistin daha örgütlü bir yapıya sahip. Büyük bir siyasi proje bölgede yüz yıl önce uygulandı. Bugünde aynı projenin Doğu Akdeniz ve çevresinde, Türkiye’nin Güney hudutlarında, Suriye’de, İskenderun’da uygulandığını biliyoruz. Açık söylemek gerekirse 2014 yılında yayımlanan New York Times Gazetesinde yayımlanan bir harita var. 5 devletten 14 devlet çıkartmak projesi. Bugün bu hala devam ediyor. Çünkü İsrail’in var olabilmesi için bölgenin küçük küçük devletlere ayrılması gerekiyor.
Türkiye’nin Kudüs’e askeri bir müdahalesi mümkün mü?
Türk müdahalesi mümkün değil. Açık ve net olarak konuşmak gerekirse bir devletin başka bir devlete müdahalede bulunma şekli bellidir o devletin sana saldırıda bulunması. Karşılığında da meşru müdafaa hakkı kullanılabilir ve bunu Güvenlik Konseyi’ne bildireceksin. Ancak bu noktada güç kullanabilirsin. Dolayısıyla Türkiye’nin İsrail’e meşru müdafaa hakkı mevcut değil.Diğer taraftan gidebilir mi gidebilir. BM Güvenlik Konseyi ile bir araya gelir ve Kudüs’e barış gücü gönderme kararı alır. Türkiye’ye de öncülük görevi verilebilir ya da katılımcı olarak gidebilir. Bir başka yolu Filistin Devleti tanınır, bilinir. Filistin Devleti, Türkiye’den askeri eğitim desteği ister ve anlaşmalar yapılır. Türk askeri de Filistin ordusunu eğitmek için oraya gider. Bunlar dışında Türk askerinin oraya gitmesi hukuki açıdan söz konusu değildir.
Türk askeri Kudüs’e gitti mi?
Zaman zaman görüyoruz 1997’de Erbakan Hoca zamanında Türk ordusunun gitmişliği var. Fakat açıkça söylemek gerekirse 1997’de yapılan bu girişim İsrail, Filistin’in ve BM’nin talebi üzerine oluşturulmuş bir girişimin neticesidir. Biz de onlara katılımcı sağladık. O günkü koşullarla bugünkü koşullar bir değil. Oslo Antlaşması’nın bir devamı niteliğindeydi Güven Arttırıcı Önlemler kapsamında düşünülmüş bir girişimdi.
Türkiye Sevakin Adası’nda kurulacak olan üstte ne aşamada?
Sevakin Adası, anlaşmalar sonucu Türkiye’ye geçti. Fakat Türkiye’nin orada şuanda ciddi bir üsleşme hareketi olmadığını söyleyebiliriz. Buna yönelik çalışmalar da arka planda yürütülüyor. Sevakin Adası’nda asıl amaç askeri güç kurmak değil, oradaki Türk ve İslam mirasını canlandırıcı girişimlerin yapılanmasıydı. Ama Türkiye’nin gelecek on yıl içerisinde nasıl şekilleneceği, nasıl bir siyasetle yönetileceği, yoluna nasıl devam edeceği Sevakin Adası’nın akıbetini belirleyecek.