Eski yazarımız Doç.Dr.İsmail Şahin'in Diriliş Postası gazetesinde yayımlanan 04/05/2018 tarihli yazısı.
Uluslararası ilişkilerde genel bir kanaat vardır: “Bir sorun ne ölçüde dünya çapındaysa, ulus-devletin rolü de o ölçüde önemini yitirir.” Böylece bir ya da iki ülke bir araya gelerek tek başlarına bu sorunun üstesinden gelemez. Çünkü sorunun uluslararası bir hal almasıyla, tarafların kapasiteleri ve politik iradeleri, soruna çözüm getirebilecek düzeyin altına inmiştir. Dünya genelinde bu duruma örnek gösterilebilecek çok sayıda uluslararası sorun bulmak mümkündür. İlk bakışta bu sorunlar, her ne kadar tarafları sınırlı ulusal meseleler olarak takdim edilegelse de çözümsüzlüğün temelinde kronikleşmiş uluslararası çatışmanın varlığı hemen göze çarpar.
Kıbrıs meselesi de bu çapta bir sorundur. Bu sorun, tarihin hiçbir aşamasında yalnızca Türkiye ile Yunanistan arasında çözüm bekleyen bir mesele olmamıştır. Kıbrıs meselesini bir çözüme kavuşturmak amacıyla tarihe not düşen birçok konferans Birleşmiş Milletler çatısı altında yapılmış olmasına rağmen, meselenin çokyanlı özelliğinden dolayı kalıcı bir çözüme şimdiye kadar ulaşılamamıştır. Yarım asrı geride bırakan müzakere süreci, bu sorunun mutlak manada hukuk ve demokrasi düzleminde çözülemeyeceğini açık bir şekilde göstermiştir.
Kıbrıs adasının jeopolitik durumundan dolayı Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’da oynamış olduğu anahtar rol, yukarıda bahsettiğimiz durumun temel nedenidir. Özellikle son yıllarda Ortadoğu’da değişen siyasi ve askeri denklemler ve levant havzasında keşfedilen petrol ve doğalgaz şeklindeki yeni gelişmeler, Kıbrıs’ı daha önemli bir hale getirmiştir. Bu nedenlerden dolayı yalnızca Kıbrıs meselesinin tarafları değil dünyanın bütün sorunlarına karışma hakları olduğunu düşünen siyasi ve ekonomik aktörler, Kıbrıs meselesinin daha karmaşık bir hal almasına sebep olmuşlardır.
Dolayısıyla böylesine keskin bir süreçte, 4 Temmuz 2017 tarihinde kesin olarak oluşturulan BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in önerdiği parametreler çerçevesinde yeni bir müzakere sürecinin başlaması imkânsız görünmektedir. Kıbrıslı Rum Lider Anastasiadis’in ısrarla savunduğu ve çözümün olmazsa olmaz koşulu olarak öne sürdüğü, “tek taraflı müdahale hakkı ve Garantörlük Anlaşması iptal edilmelidir” tezi, Doğu Akdeniz’in çalkalandığı şu günlerde müzakere edilmekten çok uzak durmaktadır. Nitekim bölgede tam anlamıyla realpolitik bir hava hâkimdir ve bu çerçevede gerek bölgesel gerekse de küresel aktörler, var olan güçlerini tahkim etmeye çalışmaktadır. Devletler nezdinde realpolitiğin yön verdiği bu güç yarışında çözümün odağını, sadece Türkiye’den gelecek bir fedakârlığa bağlamak doğru bir yaklaşım olmayacaktır.
Bugün Kıbrıs sorunu, bazı çevrelerin ileri sürdüğü gibi realpolitik taraftarları ile politik ahlak savunucuları arasındaki klasik bir çatışma değildir. Tüm taraflar en az birbirleri kadar realpolitik bir tutum içerisindedir. Aynı zamanda Kıbrıs meselesi klasik bir çatışmadan ziyade her an güncellenen çağdaş bir yapıya sahip dinamik bir sorundur. Bu dinamizmin itici gücü ise Kıbrıs’ın Ortadoğu ile arasındaki ilişkide yatmaktadır. Uluslararası ilişkilerin belirleyici kurallarının hukuk, demokrasi ve insan hakları olduğu sıklıkla vurgulansa da, bu iddiaların pratikte pek geçerli olmadığını, gerçek belirleyicinin pragmatizm (faydacılık) olduğunu, meydana gelen siyasi olaylar işaret etmektedir. Bu siyasi tablodan ötürü, mutlaklaştırılmış güç ölçütleriyle, materyalizmin tuhaf bileşimi olarak ortaya çıkan düşünce tarzı, Kıbrıs’ta kalıcı bir çözümü tahayyül edilemez kılmaktadır.