Amerikalı birçok uzmanın, Türkiye-ABD arasında yaşanan ve krize varan gerginlikleri, Cumhurbaşkanı Erdoğan üzerinden izah etmeye çalıştıklarını görmekteyiz. Söz konusu uzmanların hemfikir olduğu bir diğer konu ise, Erdoğan’ın, Gezi Parkı olaylarından başlayarak, günümüze kadar yaşanan olumsuz gelişmeleri, “dış güçlere” mal ettiği iddiasıdır. Hemen belirtmeliyiz ki, bu tür iddialar bugüne mahsus değildir. Tarih boyunca Türkiye-Batı ilişkileri genelde hep bu şekilde yani sadece yönetici liderler üzerinden açıklanmaya çalışılmıştır.
Ancak biliyoruz ki, Türkiye-Batı ilişkilerinde her daim karşılıklı bir güven sorunu var olmuştur. Benzer şekilde bu durumu Türk-Amerikan ilişkilerinde de gözlemlemek mümkündür. Cümle âlem Türkiye-ABD arasındaki krizin, Rahip Brunson meselesi yüzünden çıkmadığını bilmektedir. Dolayısıyla bu sorun çözülse bile Türk-Amerikan ilişkilerinin, birçok görüş ayrılığı nedeniyle tamamen uyumlu bir hale gelmeyeceği aşikârdır. Türkiye’nin çok kutuplu uluslararası sistemde kendisine yeni bir yol arama girişiminin, bugünkü yaşanan krizin ana nedeni olduğunu söylemekte fayda vardır. Hal böyle olunca, Amerikalılar açısından bugünkü kriz “farklı ve eşi görülmemiş bir durum” olarak algılanmıştır.
Türkiye, Batı Kampı’nın küçük ve edilgen bir üyesi olmaktan uzun zamandır rahatsızlık duymaktadır. Onun yerine bölgesel bir aktör olmayı yeğlemektedir. Bunun nedenini imparatorluğa duyulan özlemde aramak oldukça aldatıcı bir görüş olur. Zira Türkiye’yi bu şekilde davranmaya zorlayan itici güçler şu şekilde özetlenebilir: Türkiye-AB ilişkilerinde yaşanan belirsizlik, PKK konusunda AB ve ABD’nin ikiyüzlü ve kayıtsız siyaseti, Ermeni ve Kıbrıs meselesinde Türkiye’nin içine düştüğü yalnızlık, Türkiye’nin güney hudutlarında ortaya çıkan istikrarsızlık ve son olarak 15 Temmuz Darbe Girişimi gibi siyasi gelişmeler, Türkiye’yi yol ayrımına getiren başlıca hadiseler olmuştur. Sadece doğrudan doğruya Türkiye’yi ilgilendiren bu bölgesel gelişmelerin yanı sıra, küresel ölçekte yaşanan uluslararası sistemsel sorunlar da Türkiye’yi etkin bir tavır almaya sürüklemiştir.
Toparlanacak olursa, Türkiye’yi yöneten siyasi irade, onu destekleyenler ve muhalefetin büyük çoğunluğu Türkiye’ye biçilmiş rolden ve kurulu yerleşik küresel sistemden memnun değillerdir ve bu rahatsızlıklarını yine sistemin kurallarına uygun bir şekilde her türlü platformda dile getirerek, bu itirazı, “Dünya Beşten Büyüktür” sözüyle sloganlaştırmışlardır.
Sağlıklı ve soğukkanlı bir anlayış çerçevesinde konular ele alındığında, Türkiye’nin esas itirazı, Batı Kampı’nın Türkiye’yi anlamaz statükocu tavrınadır. Bu tavrın Türkiye’de zaman içerisinde uyandırdığı, büyüyen bir öfke vardır. Bu öfke ve itirazı, Erdoğan temsil etmektedir. Yoksa Erdoğan’a ait bir öfke üzerinden olan biteni açıklamak Türk toplumunu görmezden gelme anlamına gelir. Toplum ve siyasi irade Türkiye’ye hâlâ, 19. yüzyıl Osmanlı Devleti muamelesi yapılmasına tahammül etmek istememektedir.
Hâlbuki geçmişteki tartışmalar bir yana bırakılırsa, cumhuriyetten bugüne Türkiye’nin arzusu, uluslararası sistemin eşit ve adil bir üyesi olmaktır. Bu bağlamda toprak bütünlüğünü koruma, içişlerine karıştırmama, ekonomik refahını artırma ve bağımsız bir dış politika izleme isteği önem arz etmektedir. Fakat Türkiye’nin aslî ulusal çıkarı olarak tanımlayacağımız bu temel düsturlar, en çok Türkiye’nin müttefikleri tarafından ihlal edilmiştir. Türkiye hükümetlerinin bıçak kemiğe dayandığı noktada yükselen itirazlarına müttefiklerinin cevapları, kendilerini revize etmek ve empati kurmak yerine; ambargo, müzakereleri dondurma, kaba tehdit ve beşinci kol faaliyetleri şeklinde kendini göstermiştir.
Türkiye, bölgenin en kayda değer ülkesidir. Bir tesbihin imamesi gibidir. O nedenle domino etkisi yüksek bir ülkedir. Türkiye’nin siyasi ve ekonomik bir istikrarsızlığa sürüklenmesi, bir bütün olarak düşünüldüğünde, başta Avrupa olmak üzere kurulu tüm düzeni altüst edebilir.
hocam,ağzınıza sağlık. “Dünya Beşten Büyüktür”.