Türkiye ile Almanya arasındaki sürtüşme en erken Almanya’daki eylül seçimlerine kadar devam edecek gözüküyor. Tartışmanın nedenleri konusunda iki popüler görüş ortaya çıkmış durumda. Birincisi Almanya merkezli yorumlar. Alman medyasında yapılan yorumların genelinde iki ülke arasındaki geriliminin Türkiye’deki referanduma bağlanarak evet oylarını yükseltmek için Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın böylesi bir taktiğe başvurduğu öne sürülmektedir. Buna mukabil ikinci görüş ise, tansiyonun yükselmesini Avrupa’daki seçimlere bağlamaktadır. Her iki görüşün ortak noktasının yaşananları iç siyaset ile açıklamaya dayalı bakış açısı olduğu söylenebilir.
Çatışmanın birçok sebebi olmasına karşın en görülür nedeni, taraflar arasında demokrasi, insan hakları ve ifade özgürlüğüne dair yaşanan kavram kargaşasıdır. Her iki ülke birbirini anti-demokratik olmakla suçlamakta ve karşılıklı olarak ağır ithamlarda bulunmaktadırlar. Gerilimin hız kesmeden devam etmesi ve dozun artması nedeniyle var olan tartışmanın iç siyasete dönük bir hamle olduğu varsayımının bu noktada hafiflediğini söyleyebilirim. Nitekim bu ülkeler ilk defa seçime gitmiyorlar. Her iki tarafın dertleri birbirinden oldukça farklı, çözümün zemini aynı olsa da içeriği bağlamında ortak bir fikir yok.
Türkiye’nin uzun yıllar Avrupa Birliği’nin bekleme odasına alınıp unutulması, Mülteciler, PKK ve Darbe Girişimi ile ilgili ortaya çıkan anlaşmazlıklar Türkiye’nin sinir uçlarına dokunan öncelikli konular arasında yer almaktadır. AB’nin bir taraftan kâğıt üstünde PKK’yı terör örgütü olarak tanıması ancak diğer taraftan Avrupa’daki eylemlerine karşı hiçbir tedbir almaması Türkiye’nin çileden çıkmasına neden olmaktadır. İşin paradoksal tarafı PKK’nin Avrupa’daki eylemlerinin demokratik hak ve özgürlükler kapsamında değerlendirilip sessiz kalınmasıdır.
Benzer durum FETÖ için de geçerlidir. Bu çerçevede Almanya “PKK-FETÖ-Türkiye” denkleminde şimdiye kadar ikili oynadı. Bu tehlikeli oyun neticesinde Almanya’ya karşı, kâğıt üstünde Türkiye’yi, fiiliyatta PKK-FETÖ’yü destekliyor şeklinde bir algı meydana geldi. Fakat Alman basını konunun ne hikmetse bir türlü buraya gelmesine ve Almanya’da bu tartışmanın yapılmasına müsaade etmiyor ve böyle bir mesele yokmuşçasına hareket edip, işi alttan girip üsten çıkıp, “Erdoğan’ın diktatörlüğüne” bağlıyor.
Diğer taraftan 15 Temmuz Darbe Girişimi karşısında AB ve AB ülkeleri Türkiye’yi ve Demokrasi’yi tam manasıyla hüsrana uğrattılar. Zaten geçtiğimiz yıllarda Türkiye’de yaşanan ve yüzlerce kişinin ölümüne neden olan terör olayları karşısında AB ve AB ülkelerinin Türk hükümeti ve kamuoyu nazarında itibarı zedelenmişti. Bu konularda destek gelmediği gibi Avrupa basını Türkiye’de yaşanan kanlı olayları uzun süre hükümete mâl etmeye çalıştı. Bunlara ek olarak, Mülteci kriziyle ilgili olarak AB imzalamış olduğu antlaşmanın sorumluluklarını da yerine getirmekten çeşitli bahaneler üreterek kaçınmayı yeğledi.
Annan Planı ile ilgili AB tarafından verilen sözler yerine getirilmediği gibi Kıbrıs sorununun Türkiye’nin AB yolundaki halâ en büyük engel olarak görülmesi, Almanya’nın ortada hiçbir neden yokken ani bir kararla “Ermeni Soykırımını” tanıması şeklindeki AB-Almanya-Türkiye arasındaki tüm siyasi gelişmelerin demokrasi zaviyesinden ele alınarak Türkiye’ye yönelik baskıların sürdürülmesinin kabul edilebilir bir tarafı olmadığı kısa zamanda kendini göstermiştir. Bunların haricinde en tehlikeli olanı, Türkiye’nin IŞİD’i desteklediği yönündeki asılsız haberlerin Avrupa basınında sık sık yer bulmasıyla Türkiye’nin yalnızlaştırılmaya çalışılmasıydı.
Almanya ve AB’nin Türkiye’nin mücadele ettiği tüm cephelerde Türkiye’nin yanında yer almaktan ziyade karşı tarafta konumlanmaya çalışması, yaşanan terör olaylarının ve darbe girişiminin azmettiricisi olarak Avrupa’nın algılanmasına yol açmıştır. İşin ilginç tarafı Avrupa bu algıyı ortadan kaldırmak için elde tutulur bir gayret göstermemiştir.
Şimdilerde ise Evet/Hayır üzerinden Almanya’nın bir siyaset denemesine girdiğini görmekteyiz. Alman Federal Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı ve Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) milletvekili Norbert Röttgen’in iki gün önce katıldığı bir televizyon programında, Türkiye’nin başkanlık sistemine geçmesi durumunda AB ile üyelik müzakerelerinin sona ereceğini, dolayısıyla referandumda Türkiye’nin AB ile ilişkilerinin de oylandığını bilerek hareket etmeleri gerektiği uyarısında bulunması iki ülke arasında tırmanan tansiyonun nedenine dair bir işaret olarak değerlendirilebilir.
Almanya, Hollanda ve Fransa’da aşırı milliyetçiliğin ivme kazanması durumunda AB’nin ciddi bir krize girebileceği öngörüsü zaten The Economist dergisinin Ocak 2017 sayısının kapağına yansıtılmıştı. Avrupa Birliği’nin dağılmasına yol açabilecek bu popülist yarışın en büyük etkisi kuşkusuz Avrupa’da yaşayan Türk kökenli insanlara olacaktır. Almanya ve Hollanda’da çıkan olaylar bu durumun bir önhabercisi olarak değerlendirilebilir. Özellikle 16 Nisan sonrası Avrupa’dan gelen sandıkların rengi Avrupalı devletlerin tutumunda etkili olacaktır. Avrupa genelinde yürütülen “Hayır” kampanyaları ile iki tehlikeli adım da atılmış oluyor. Birincisi, Türkleri baskı altına almak suretiyle onları Türkiye’ye karşı bir silah veya bir rehine olarak kullanmak. İkincisi, PKK’nın Avrupa’daki motivasyonunu artırarak, onları Avrupalı Türklere karşı kullanmak. Böylesine bir kumar kısa zamanda Avrupa’yı içinden çıkılmaz bir kaosa sürükleyebilir.
AB’nin bu süreçte atacağı en anlamlı adım Türkiye’yi yeniden kazanmak olmalıdır. AB, Göç, işsizlik ve güvenlik bunalımın yarattığı krizi Türkiye ile çatışarak değil barışarak aşabilir. Demokratik değerler her iki taraf için halâ anlamlı iken vakit kaybetmeden bu ortak zemin yeniden inşa edilmelidir. Belki de daha önemlisi, kâğıt üstünde olan ile fiiliyattaki durum eşleştirilmelidir. Bu bağlamda AB’nin geleceği, Almanya’nın Ermenistan ve “Kürdistan” üzerinden Hazar ve Musul enerji kaynaklarına yakınlaşma arzusuna terk edilmemelidir.
İsmail Şahin: Kıymetli Mustafa Hocam yazılarınızın devamını bekliyoruz. Mustafa Çelenli: İnşallah İsmail Hocam. Sizin akademik güzel yazılarınızı da takip edip istifade ediyoruz. Biz de elimizden geldiği kadar gayret ederiz ama asıl sizin yazılarınızın devamı merakla bekliyoruz. selam ve muhabbetlerimle.
hocam çok güzel.
Sayın hocam önümüzde D8 gibi başrol oynayacağımız bir kuruluş var iken AB gibi figüranlık rolü bile verilmeyen bir kuruluşa üye olmaya çalışmanın mantığını da kaleme alırsanız yazılarınız daha da anlamlı olacaktır.
Bence Türkiye AB ilişkileri iyileştirilmeli
Herkes kumarbazın sonunu pek yakında görecek.
Avrupada yaşayan Türkleri esir ya da rehine tutmaya çalışan bir Avrupa yaklaşımı ilginç olmuş
Sevgili hocamdan bütün basın alıntı yapmaya başladı. Eline sağlık hocam.İşte önceki yazısından yapılan alıntı.Kıbrıs meselesi siyasidir” görüşümüze katılan bir uluslararası ilişkiler uzmanı, Karabük Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. İsmail ŞAHİN; “Rusya tüm gücüyle enerji hattının iki yakasını ve İskenderun körfezini tamamıyla kontrol etmek amacıyla Karpaz’ın Türk tarafından koparılmasında ısrarcı tutum takınabilir. Gazimağusa‘dan Zafer Burnu’na kadarki tüm kıyı şeridinin Türkiye‘nin nüfuz alanında bulunması Rusya‘ya endişe vermektedir… Kıbrıs‘ın geleceğini Kıbrıslı Rum ve Türklerin tezlerini müzakere masasında savunan liderler ya da maharetli diplomatlar değil, Doğu Akdeniz‘de enerji pazarlığına tutuşan aktörlerin tezleri belirleyecektir. Şayet bu pazarlık düzgün yürütülürse bölgede enerji üzerinden bir barış sağlanabilir. Aksi durumda enerji savaşları nedeniyle bölgedeki huzursuzluğun uzun müddet devam etmesi muhtemeldir” diyor o da…
Kıbrıs meselesi siyasidir” görüşümüze katılan bir uluslararası ilişkiler uzmanı, Karabük Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. İsmail ŞAHİN; “Rusya tüm gücüyle enerji hattının iki yakasını ve İskenderun körfezini tamamıyla kontrol etmek amacıyla Karpaz’ın Türk tarafından koparılmasında ısrarcı tutum takınabilir. Gazimağusa‘dan Zafer Burnu’na kadarki tüm kıyı şeridinin Türkiye‘nin nüfuz alanında bulunması Rusya‘ya endişe vermektedir… Kıbrıs‘ın geleceğini Kıbrıslı Rum ve Türklerin tezlerini müzakere masasında savunan liderler ya da maharetli diplomatlar değil, Doğu Akdeniz‘de enerji pazarlığına tutuşan aktörlerin tezleri belirleyecektir. Şayet bu pazarlık düzgün yürütülürse bölgede enerji üzerinden bir barış sağlanabilir. Aksi durumda enerji savaşları nedeniyle bölgedeki huzursuzluğun uzun müddet devam etmesi muhtemeldir” diyor o da…
Sınırları aşan uluslararası bir yazı daha gelmiş.Sevgili hocam çıtayı cidden çok yükseltiyorsunuz.
Konunun anlaşılması açısından meseleyi her yönüyle ele alan bir yazi olmuş, teşekkür ederiz...
Nefis bir yazı olmuş.Okumaya doyamadım desem yeridir.