Eski yazarımız Doç.Dr.İsmail Şahin'in Diriliş Postası gazetesinde yayımlanan 06/04/2018 tarihli yazısı.
Temel iktisat teori, sınırlı kaynaklarla doyumsuz ve hızlı tüketen bir varlığa dönüşen insanlığın sınırsız ihtiyaçlarının nasıl karşılanacağıdır.
Daha gerilere gitmek mümkün olmakla birlikte Aydınlanma Çağı’ndan günümüze devlete ve onun eylemlerine ahlaki ve dini nosyonlar yüklemenin ya da atfetmenin mümkün olamayacağı ilmek ilmek zihinlere işlenmiştir. Bu sayede devleti “daha güçlü”, “daha büyük” ve “daha zengin” kılabilmek üzere siyasal erke, geniş bir manevra alanı açılmıştır. Uluslararası sistemin karmaşık, anarşik ve değişken yapısı bireylerin ve toplumun davranışlarına uygulanabilen ahlaki ölçütlerin dışında, kendine mahsus bir “ahlaki” düzlemde güçlü bir kuramsal yer edinmiştir. Toplumu oluşturan bireylerin iyi ile kötü arasında geniş bir yelpazede ahlaki olarak sınandıkları bir evrende her türlü siyasal faaliyet ve davranışın her türlü ahlaki kompozisyondan arileştirerek yalnızca çıkarlar uğruna sürdürülen bir politika, insanlığın ahlaki tekâmülüne nasıl bir katkı sunabilir.
Her eylemin, davranışın ve faaliyetin gelinen nokta itibariyle nihai kantarı hukuk ve yasaların olduğu, ekonomik sisteme dayalı ilerlemenin esas alındığı teknolojik kapasitenin artırımı ile sağlanan konfor uluslararası ilişkilerin vaat ettiği en geçerli ve can alıcı akçe haline gelmiştir. Maddi çıkarlar peşinde koşan bir uluslararası ilişkiler anlayışı zamanla bireyi de kendine benzetmiştir. Diğer bir ifadeyle, bireysel çıkar ile ulusal çıkar, uluslararası ilişkilerin ahlakı dışlayan yapısının bir sonucu olarak eşitlenmiştir. Cevap bekleyen en önemli soruların başında, aynı zamanda temel iktisat teori olan, sınırlı kaynaklarla doyumsuz ve hızlı tüketen bir varlığa dönüşen insanlığın sınırsız ihtiyaçlarının nasıl karşılanacağıdır.
Bir bakıma böylesine bencil bir yaklaşım “yalnızca güçlünün ayakta kaldığı” ilkesini savunan sosyal Darwinizm’in belirleyici olarak yoluna devam ettiğine işaret etmektedir. Buradan çıkartılabilecek en anlamlı sonuç, devlet olarak adlandırılan siyasi varlığın zamandan ve değişen koşullardan etkilenmeyen her daim aynı tepkilere sahip bir öze sahip olduğudur.
Devletlerin küresel rekabet olarak tanımladıkları kavramın merkezinde özneden ziyade nesne yer almaktadır ve bu anlayış öznenin ruhsal yolculuğunu çoraklaştırmaktadır. Eşyanın yüceliği, bu anlayışın yıllara yayılmış bir tezahürü olarak ruhsal bir haklılığa dönüşerek doymak bilmez bir açgözlülük olarak karşımıza çıkmıştır. Tıpkı devlet gibi insan da maddi çıkarların peşinde koşan siyasal bir varlığa dönüşmüştür. Bunun anlamı, insanın sahip olduğu sosyal hayatın yatay bağlantılarını terk etmesi ve giderek yalnızlaşarak edilgen bir kitlenin anlamsız bir parçasına dönüşmesidir. O halde modern uluslararası ilişkiler ile modern insanın işbirliği neticesinde insanlığın ortak çıkarı nasıl inşa edilecektir. Tüm devletler ve bireylerin aynı ilkelerden ilham alarak hareket ettikleri bir sistemde kim ya da kimler fedakârlık yapmak isteyecektir.
Kapitalist sistemin dayattığı ferdiyetçilik karşısında bireylerin ortak hareket edebilecekleri alanların inşasında devlet mühim bir rol oynadı. Kopuk halkaları birleştirebilmek adına dinden ödünç aldığı kavramları büyük ustalıkla kullanarak bir nevi Tanrı’yı taklide soyundu. Diğer bir ifadeyle, modern devlet kendine has bir varlığı ve amacı olduğu düşüncesini kutsaldan arındırılmış bir şekilde yeniden kurarken kendi kutsallarını da oluşturmayı ihmal etmedi. Sonuç olarak, son tahlilde, devlet dinsel ve geleneksel ahlak anlayışını aforoz ederek, toplumsal ve uluslararası sistemi, kendisinin kutsal kabul ettiği çıkar üzerine bina etmiştir. Avrupa’nın dünyayı kapitalizm üzerinden küresel ahlak krizine sürüklediği böylesine çıkar, bencillik ve açgözlülük sarmalına mahkûm edilmiş bir uluslararası sistemde kalıcı barış nasıl tesis edilecektir?
https://www.dirilispostasi.com/makale/bu-sistemde-kalici-baris-mumkun-mu-5ac65593d8a7e617076376f8