KIBRIS 82. VİLAYET OLUR MU?
Kıbrıs 82. Vilayet Olur Mu?
Kıbrıs, yarım asrı geçkin bir süredir Türkiye’nin gündeminde olan bir mesele. Haliyle, bu mesele üzerine çok sayıda yazı kaleme alınmış, tartışmalar yapılmış hatta nice kavgalar yapılmıştır. Kabaca bu yarım asırlık dönemde Türkiye’nin adaya yönelik politikalarını sloganlar üzerinden yazalım. “Kıbrıs Türk’tür”, “Ya Taksim Ya Ölüm”, “Bağımsız Kıbrıs”, “Kıbrıs Türk Federe Devleti”, “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” ve Annan Planı ile birlikte “Birleşik Kıbrıs.” Bu zaman zarfında 68. Vilayetten başlayıp 82. Vilayete uzanan hep bir alternatif planımız oldu. Fakat müzakere masalarında ya da kapalı kapılar ardında olası planlar veya politikalar konuşulurken Kıbrıs’ta köklü değişikliklerin yaşandığı kimsenin dikkatini çekmedi. Kıbrıs Türkleri nazarında Türkiye; “Vatan”, “Anavatan”, “Kardeş Ülke” ve “İşgalci Ülke” konumuna doğru bir anlayış değişikliği sürecine girdi.
Kısaca Türkiye, Kıbrıs’ta ciddi bir imaj kaybına uğradı. Türkiye’de bir Kıbrıs sorunu varken, bu defa Kıbrıs’ta bir Türkiye sorunu yüksek sesle konuşulmaya başlandı. “Türkiye Çek Ellerini Üzerimizden” şeklinde pankartlar mitinglerde sıkça görülür oldu. Türkiye’de ise “Bu Kıbrıslılar Niye Türkiye’yi Sevmiyor” söylentileri Türkiye’ye gelen ya da Türkiye’de yaşayan her Kıbrıslı Türkün muhatap olduğu sorular arasından birinci sıraya yükseldi. Dikkat edilmesi gereken taraf, Türkiye’nin Kıbrıs’taki bozulan imajı. Bunun haricinde Türkiye’de bulunan Kıbrıslı Türklerinin çoğunluğunda böylesine bir kötü imaj yoktur. Bunun birçok nedeni olabilir. Bana göre en önemlisi, 1974’ten beri Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs’ın inşa sürecini ihmal etmiş olması ve bunu sadece bir zümrenin eline bırakarak kamuoyuna kulaklarını tıkamasıdır. Kıbrıs’ta iktidarı kontrol eden bu zümre her başarısızlığı ve yapılan her adaletsizliği Ankara’ya mal etmiştir.
Hatta, başından beri Sol düşünceye sahip ve Kıbrıs’ta ortak bir devletten yana olan azınlık bir kitleyi Ankara’ya, Ankara’yı da bu kitleye düşman etmeyi başarmıştır. Türkiye bu ihmalkârlık içinde Kıbrıs toplumunda olup bitenleri düzgün bir şekilde okuyamamıştır. Çünkü Türkiye’ye Kıbrıs ile ilgili bilgiler; Kıbrıs’taki yerel iktidar, büyükelçilik ve kolordu üzerinden aktarılmıştır. Söz konusu otoriteler, “milli dava” dışına çıkanları “hainlik ve Rumculukla” suçlayarak Türk hükümetlerini ve kamuoyunu bu kişiler üzerine kışkırtmışlardır. Hâlbuki Türkiye başından itibaren Kıbrıslı Türklerin iç siyasetine birilerinin makamını korumak adına karışmayacaktı. Bunun yerine Kıbrıs’a aktardığı paraların düzgün kullanılıp kullanılmadığının denetimini yapsaydı Türkiye’nin adadaki olumlu imajı pek yara almazdı.
Aynı şekilde, 1974’ten bu yana Kıbrıs Türkiye’nin pis işlerinin yapıldığı bir ada haline gelmiştir. Kara para, uyuşturucu, kumar ve fuhuş. Tüm bunlar KKTC’yi kalkındırmak adına yapılmış. Peki bunların var olduğu bir adada huzur nasıl tesis edilecek. Ek olarak, Türkiye’den gelip adaya yerleşen kaçak işgücünü hesap edin. Burada anlatmak istediğim asıl konu, yanlış politikalardan dolayı Kıbrıs’ta bir KKTC sorununun doğmuş olmasıdır. Kıbrıs’taki siyasetçiler öyle bir noktaya geldiler ki, en ufak bir problemi bile Kıbrıs sorunuyla bastırmaya başladılar. KKTC yönetilemez bir yapıya dönüştü, yıllarca hortumlandı ve partizanlığa kurban edildi. Vilayet olur mu peki? Eğer kalıcı ve adil bir çözüm ortaya çıkmayacaksa ve KKTC bu haliyle devam edecekse, Kıbrıs’ın Vilayet olması zaten fiili durumun hukukileştirilmesinden başka bir şey olmayacaktır. Ben şahsen, çözüm olmayacaksa KKTC’nin ciddi bir reformdan geçirilerek tanınmasından yanayım. Bugüne kadar da Türkiye’nin KKTC’yi tanıtmak adına diplomasiyi işlettiğini de açıkçası pek düşünmüyorum.
Türkiye, eğer şu sıralarda yürütülen müzakerelerden de bir sonuç çıkmazsa, Kıbrıs politikasını derhal değiştirmeli ve KKTC’nin tanınması için kolları sıvamalıdır. Uluslararası güç dengelerinin değişmeye başladığı ve yeni denge arayışlarının olduğu bu kritik süreci iyi değerlendirmelidir. Ardından Kıbrıs’ı eğitim, sağlık, spor ve tarım üssü haline getirecek projeleri hayata geçirmelidir. Kıbrıslı Türklere prosedürsüz çifte vatandaşlık hakkı tanımalı ve yerel kültürü ve dokuyu koruyucu tedbirler almalıdır. Şayet Türkiye, KKTC’nin uluslararası tanınırlığını sağlar ve yukarıda bahsi geçen projeleri hayata geçirirse Kıbrıs’taki siyasetçilerde vites yükseltmek zorunda kalacaklar ve daha sahici bir biçimde KKTC’nin sorunlarına yöneleceklerdir. Daha da önemlisi, Kıbrıslı Türkler KKTC’nin ekonomik gelişmesiyle birlikte hem karşılarında duran belirsizliklerden hem de en küçük meselede bile bir siyasetçi arama derdinden kurtulmuş olacaklardır.