KIBRIS: KARTALLAR SİNEK AVLAMAZLAR!
Kıbrıs meselesi yarım yüzyılı devirmiş olmasına rağmen uluslararası gündemdeki yerini korumaya devam etmektedir. Bu süre zarfında taraflar Birleşmiş Milletler himayesinde bu sorunun bir çözüme kavuşturulması için çaba harcamaktadırlar. Bir bakıma Kıbrıs, BM nezdinde artık bir onur, prestij meselesi haline de dönüşmüş durumdadır.
Kıbrıs sorununun temelinde büyük bir güç mücadelesi yatmaktadır. Adanın işgal ettiği coğrafi konum ve bunun sonucunda ortaya çıkan jeopolitik hassasiyet nedeniyle Kıbrıs gerek Akdeniz’de gerekse de Ortadoğu’da önemli bir role sahiptir. Dolaysıyla bu sorun yalnızca Türklerin ve Yunanlıların çözeceği bir mesele değildir. Özellikle Levant bölgesinde keşfedilen yeni enerji kaynaklarıyla beraber adanın değeri hesap edilemez ölçüde artmış ve böylece tarafların öne sürdükleri tezler küresel çıkarların gerisine düşmüştür. Artık yerel aktörlerden ziyade küresel aktörlerin tezleri önemli hale gelmiştir.
Kıbrıs, bazı istisnai dönemler hariç tarihin her döneminde jeopolitik ehemmiyeti yüksek bir ada vasfını korumuştur. Akdeniz ve Ortadoğu’daki güç mücadelesinin ana ekseninin Kıbrıs’tan geçtiğini söylemek abartı sayılmaz. Bugün bir taraftan Avrupa Birliği’nin ve İngiltere’nin, diğer taraftan Rusya ve İsrail’in ada üzerinde nüfuz artırıcı bir dış politika takip ettikleri cümle âlemin malumudur. İkinci Dünya Savaşı sonrasında imparatorluğunu tasfiye eden İngiltere’nin adada iki önemli üssü elinde tutması ve buradan asla vazgeçmeyeceğini ifade etmesi, Rusya’nın ve İsrail’in adanın güneyinde askeri üsler kurma projeleri düşünüldüğünde, böylesi bir dengede Türkiye’nin AB için Kıbrıs’ı feda edebilecek politikaları aklından dahi geçirmesi telafisi güç bir yanlış olur.
Türkiye’nin Kıbrıs’tan askeri varlığını, garantörlük haklarını ve göçmenini geri çekmesi, dünya siyasetinin merkezi konumuna yükselmiş ve yeni güç paylaşımlarının yapıldığı Akdeniz’i terk etmesi anlamına gelir. Böylesine bir adım Türkiye adına tam bir çöküş olur. Geçmişe geniş bir açıdan baktığımızda, Türkiye’nin 1974 yılında Kıbrıs’a değil, Akdeniz’e bir çıkartma yaptığını görürüz. Türkiye ile Kıbrıs arasındaki petrol yatakları, Kıbrıs’ın münhasır ekonomik bölgesindeki enerji zenginlikleri ve de İskenderun Körfezi’nin güvenliği gibi konuların tamamı, şimdilerde yürütülen Kıbrıs müzakerelerinin özünü oluşturmaktadır. Kısacası Kıbrıs müzakereleri, adada kalıcı bir barış ya da çözüm aramaktan ziyade yeni enerji kaynaklarının taksimatıyla ilgilidir. Birleşmiş Milletlerin tüm enerjisini ve dikkatini oluk gibi kanın aktığı Suriye, Irak, Filistin, Libya ve Yemen’e vermesi gerekirken, 1974 yılından bu yana toplumsal çatışmaların yaşanmadığı Kıbrıs’ta var gücüyle bir çözüm arayışına girmesi, pek masum bir hareket olarak algılanmamaktadır.
Türkiye’nin Kıbrıs konusunda en büyük hatası, Annan Planı’na evet diyen KKTC’nin uluslararası hukuktan doğan haklarını diplomasi yoluyla dünyaya yeterince duyuramamış olmasıdır. Annan Planı’na evet diyen bir tarafın Cenevre’de yürütülen müzakerelerde kaybedecek herhangi bir şeyi bulunmamaktadır. Annan Planı’na hayır diyerek çözümü tıkayan Rum tarafına her defasında ve her ortamda dünya kamuoyu nazarında bu hatırlatılmalı ve Türk tarafının 2004 yılından bu yana tartışılmaz bir şekilde iyi niyet misyonu çerçevesinde hareket ettiği de ayrıca her fırsatta etkin bir şekilde dillendirilmelidir. Bu örgütlerin ulusal çıkara endeksli kurumlar olduğunu hep birlikte müşahede ettik ve Annan Planı ile de AB ve BM’ye kayıtsız şartsız güvenilemeyeceği gün yüzüne çıkmıştır.
Akdeniz ve Ortadoğu havzasında 2009 yılından bu yana ortaya çıkan uluslararası gelişmeler Kıbrıs’ı “yavru vatan” kimliğinden çıkarmış ve onu “vatan” yapmıştır. Bu yaklaşım ne bir faşizm ne de bir hamasettir, tam aksine ferasettir, reelpolitiktir. Türkiye, 1960 antlaşmaları ile yakalamış olduğu bu tarihi fırsatı bu süreçte berhava ederse “Abyssus abyssum invocat” bir hataya düşer. Türkiye, Kıbrıs sorununda tarihi bir dönemeçtedir. 1960 kazanımlarının gerisine düşmeyecek bir antlaşma olmadıkça heveskâr bir tutum sergilemekten kaçınmalıdır. Hele hele bu bölgesel atmosferde Karpaz gibi jeopolitik değeri yüksek bir bölgeden vazgeçmek İskenderun’u vermek anlamına gelir. Evet, Kıbrıs’ta belirsizlikler ortadan kaldırılmalı ve insanların hayal kurabilecekleri siyasi bir durum yaratılmalıdır. Buna itirazımız yoktur. Ancak bu yağmurdan kaçarken doluya tutulmak şeklinde olmamalıdır.