Eski yazarımız Yrd.Doç.Dr.İsmail Şahin'in Diriliş Postası gazetesinde yayımlanan son yazısı:
Kıbrıs sorun mu, koz mu?
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, İsviçre'nin Crans-Montana kentinde başlayan Kıbrıs Konferansı'nın ilk oturumunda, "Biz buraya çözüm için geldik. 50 senedir devam eden bu sorun artık bir çözüme kavuşturulmalı" mesajını verdi. Yunanistan ve İngiltere’nin çözüm şartı belli: "sıfır asker, sıfır garanti.” Türkiye’nin bu teklife karşı önerisi, “her şeyin yolunda gitmesi durumunda adadaki asker sayısının üç garantör ülke tarafından yeniden gözden geçirilebileceği” şeklinde oldu.
Kıbrıs, tarih boyunca bölgedeki siyasi gelişmelerden etkilenen bir ada olmuştur. Akdeniz ve Ortadoğu’daki önemli konumu nedeniyle bölgesel güç dengesini doğrudan etkileme özelliği, Kıbrıs üzerinde sürekli bir güç mücadelesine yol açmıştır. O nedenle, Kıbrıs sorunu Kıbrıslı Türkler ve Rumların inisiyatifini aşan küresel bir güç paylaşım meselesidir.
Bu bağlamda Kıbrıs sorunu, Ortadoğu ve Akdeniz’de meydana gelen gelişmelerin bir fonksiyonu olarak ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla, Kıbrıs’ı Ortadoğu meseleleri ile birlikte ele almak gerekmektedir. Bunun haricinde Kıbrıs sorunu bağımsız olarak ele alınamaz. O halde Kıbrıs’ta kalıcı bir barış tesis edilebilmesi için öncelikle Ortadoğu’nun istikrara kavuşması gerekmektedir. Ortadoğu’da daimi bir barış inşa edilmediği sürece, Kıbrıs’a yönelik atılacak her adım zayıf ve kısa süreli olmaya mahkûmdur.
Yunanistan açısından bir “onur ve gurur” mücadelesine dönüşen Kıbrıs meselesi, Türkiye açısından bir “güvenlik” sorunudur. Ege adalarından Kıbrıs’a kadarki deniz bölgelerine haritada üstün körü bakılsa bile bu gerçeklik hemen idrak edilebilir. Diğer taraftan Kıbrıs, Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinde en etkili kozudur. Fakat bugüne kadar Türkiye’nin bu kozu mütemadiyen bir sorun ve engel olarak takdim edilmiştir. Türkiye’nin Kıbrıs’ı kapsamlı bir askeri bir üsse çevirmesi durumunda Ortadoğu ve Akdeniz’de elde edeceği üstünlüğü tahmin etmek zor değildir.
Vaziyet böyle iken, Türkiye’nin Kıbrıs’tan garantörlük haklarını ve askerini geri çekmesi, tarihi bir hata olur. Hele ki, ABD’nin PYD’ye silah yardımı yaptığı, Rusya’nın Suriye’ye yerleştiği, IKBY’nin 25 Eylül 2017’de bağımsızlık referandumuna gideceğini açıkladığı bir zamanda Kıbrıs konusunda kılı kırk yarmak icap etmektedir. İngiltere’nin adada iki önemli askeri üssü dururken, İsrail ve Rusya’nın adada üs kurma çalışmaları sürerken Türkiye’nin Kıbrıs’tan geri çekilmesinin stratejik bir izahı mümkün değildir. Katar’da Türk üssü kapatılsın teklifiyle, Türkiye Kıbrıs’tan tüm askerini çeksin önerisi benzer aklın ürünüdür.
Diğer taraftan, Kıbrıs’ta Kilise’nin siyasi, sosyal ve ekonomik gücü inkâr edilemez bir noktadadır. Kıbrıslı Türkleri, adanın uzun müddetli misafirleri olarak gören bir anlayışın, azınlık hakları dışında atılan her adımı bir taviz olarak algılaması basit bir olay değildir. Yunan milliyetçiliği ile Ortodoksluğun iç içe girdiği bir Kilise yapısı söz konusudur. “Türk düşmanlığı” üzerine tesis edilmiş bir vaaz ve eğitim sistemi ile Kıbrıslı Rumlar sürekli psikolojik baskı altına alınmaktadır. Belki küresel aktörlerin baskısı ile yeni bir çözüm ortaya çıkabilir ama bu çözümün devamını sağlayabilecek garantileri ancak ve ancak Kilise verebilir.
Kıbrıs Rum toplumunun merkezinde Kilise vardır ve bir kanadı Yunan milliyetçiliğini diğer tarafı dini kontrol eder. O yüzden sadece küresel veya bölgesel uzlaşı Kıbrıs için yeterli değildir. Kıbrıslı Türkler ve Rumlar arasında kalıcı toplumsal barışın yolu, Kiliseden geçmektedir. Gerçek barışı tesis edecek olan da dinamitleyecek olan da, Kilisedir…
http://dirilispostasi.com/n-38899-kibris-sorun-mu-koz-mu.html