SURUN DELİKLERİ
Erasmus 1514 yılında kilisenin dünyevileşmesinden dolayı Papa II. Julius’a yönelttiği bir taşlamasında papayı cennetin kapısından geri çeviren Aziz Peter’i şöyle konuşturuyordu: “Ah, iğrenç adam! Ah, zavallı kilise! Kilise böyle yöneticilere sahipken, bu kadar az kişinin cennete girmek üzere müracaat etmesine şaşırmadım...” Erasmus’u papaya karşı böylesine sert eleştiriler getirmesinin en önemli nedeni kilisenin asıl misyonunu terk edip uhrevi ruhunu yitirmesi, pek çok manastır ve kilisenin yolsuzluk ve ahlaksızlıklarının ayyuka çıkması ve son olarak rahiplikle alakasız kişilerin dini işlerde görevlendirilmiş olmasıydı. Peki buradan çıkartılacak sonuç/sonuçlar nelerdir? Elbette buradaki amacımız bir Ortaçağ bilgini edasıyla ya da cellatı havasıyla hareket edip birilerini toplumsal nefretin hedefi haline getirmek değildir. Bizler her ne kadar kabul etmeyip inkâr etsek de, günümüz Türkiyesinin insanları hızlı bir şekilde dünyevileşiyor ve bu değişim çağdaş yaşamın entellektüel yapısı içinde gayet de olumlu bir şekilde yorumlanıyor. Kavgacı bir “düşünürler” grubunun çıkarmış olduğu gürültü ve patırtıdan dolayı insanlar yani bizler “dindarlıkla” maskelenen acımasızlığı anlamaktan hızla uzaklaşıyoruz.
İnsanların düşüncelerini biçimlendirmede mühim bir rol oynayan bu kavgacı düşünürler grubu medya patronları tarafından birer bilge filozof gibi sunularak milyonların nabzı kontrol altında tutulmak isteniyor. Çok sınırlı bir çevrenin itibar etmediği bu güruhun Türkiye’nin geleceğine ve özellikle müslümanların geleceğine dair ortaya atmış oldukları şaşalı tezler insani faaliyetlerin dünyevileşmesine meşruiyet kazandırmaktan başka bir işe yaramadığı apaçık bir şekilde ortada duruyor. Bu kişiler din, dindarlık, ümmet gibi kavramları kullanarak zenginlik yaratan servetten pay almak için birbirleriyle kıyasıya bir mücadeleye ve rekabete girmiş durumdalar. Kimse ortaya farklı tezler atmak için yorulmasın. Batı’nın modernleşirken kullandığı araçların tümünü kullanarak farklı bir sonuç elde edemezsin. Türkiye’nin hızla dünyevileştiğini görmek için alim olmaya gerek yok. İşleyen tüm sistem, bireyi hedef aldığından dolayı ilmek ilmek tek tek ipliklerden bir halı örer gibi onu işlemekte, ona istediği şekli ve deseni vermektedir. Bunu fark etmek ve buna bir hal çaresi aramak hepimizn asli görevi olmalıdır. Ne diyor Hz. Mevlana, “insan düşünceden ibarettir, gerisi et ve kemik.” Bireyciliğin şekil verdiği bir cemiyette ilk önce toplumsal yükümlülük ağından yoksunluk başgösterir ki, bu islâmiyetle örtüşen bir durum değildir.
Kaldı ki, sahneye itilmiş uyumsuz aktörlerin çıkarmış olduğu gürültüyü akort edip bir ezgiye dönüştüren demokrasi de bu soruna bir çözüm getirmez. Çünkü demokrasinin lokomotifi bizatihi bireyciliktir. Şu an Türkiye’de “feodal demokrasi” hüküm sürdüğünden dolayı belki bu tehlike ya da tehdit tam olarak hissedilmez. Fakat “kapital demokrasi”ye geçtiğimiz anda, ki artık eşiğe geldik, dünyevileşmeyi ve dünyevileşmeyle beraber ortaya çıkan yeni ahlaki konsensusu iliklerimize kadar hissedeceğiz. Tabi eğer o gün hala Müslüman kalabilmişsek! Son olarak aşağıdaki üç soruyu sorarak yazımıza bir nihayet verelim.
1. Türkiye’de eğitim ne içindir, kimin içindir, ne işe yarar?
2. İşini ehline vermek ne demektir?
3. Toplumsal çıkar mı yoksa bireysel çıkar mı önceliklidir?