TERÖRÜN ZIMNİ KABULÜ ÜZERİNE DÜŞÜNMEK
Türkiye yüzyıllardır terörle mücadele ediyor. Birileri yüzyıl kelimesine takılıp kalabilir ve buradan hareketle beni topa tutabilir ya da mevcut iktidarı koruyup kollamakla eleştirebilir. Ancak hemen belirtmeliyim ki, benim amacım dalkavukluk yapıp buğday peşinde koşmak değildir. Amacım, dikkatleri başka bir tarafa çekmektir. Terörün tanımını, tarifini ve tarihini kimler belirliyor. Terör nedir? terörist kimdir? sorularının cevabını kimler veriyor. Ortak bir terör ve terörist tanımı var mıdır? Evet vardır. Avrupa ve Amerika’yı ve onların küresel çıkarlarını hedef alan her faaliyet, bir terör eylemidir. Terörün genel ve zımni kabulü bu değil midir?
Buradan hareketle şu sonuca varmak mümkündür. Terör, Batılı ülkelerin, çıkarlarını meşrulaştırmak için dış politikada kullandıkları etkin bir araç ya da silahtır. Bu noktada Batılı ülkeler arasında bir uzlaşma vardır. O halde terör uluslararası boyutta olan bir eylem halidir ve Batının dışındaki bu tarz hareketlerin terör eylemi olabilmesi, kabul edilebilir bir durum değildir. Diğer bir ifadeyle, Batı dünyası Sovyetler Birliği sonrası komünizm tehdidini terörizmle ikame etmiştir. Sosyal bilimler, her şeyin ancak zıddıyla kaim olabileceği tezi üzerinde durur. Sovyetler sonrası Batı, küresel iktidarını devam ettirebilmek için bir düşmana ihtiyaç duyuyordu ve bu çerçevede 11 Eylül 2001 saldırıları ile birlikte küresel ölçekte bu düşmanı medya kanalıyla tüm dünyada oluşturdular. Demokrasinin anlamı ve kapsamı bu çerçevede yeniden formüle edildi. Böylece demokrasi özünde halktan yönetime doğru bir hareket iken, iktidardan halka doğru bir harekete dönüştürüldü. “Kendi sözünü halka söyletme sanatı”, “iktidar, sürüsüne muktedir olan çoban gibidir” gibi deyimler teorik olarak kabul görünce, pratik için bir “kurt”a ihtiyaç duyuldu. Son tahlilde, “çoban, sürü ve kurt” üçlemesi doğdu. Belki bu üçleme tarih boyunca hep vardı. Fakat uluslararası sistemin iki ve tek kutuplu yapısında bu üçleme hissedilir ölçüde arttı.
Gelinen noktada bugünün kurdu, terördür. Bu nedenle, Türkiye’nin terör çığlıklarının kendi toplumu dışında karşılık bulması için ancak tüm insanlığı ayağı kaldırabilecek bir söylem geliştirmesi gerekmektedir. Fakat, medya şırıngasının bünyeye her an enjekte ettiği şehvet ilacıyla uyuşturulmuş ve katılaştırılmış toplumu yerinden oynatmak, uluslararası medya gücünden yoksun bir ülke için kolay bir iş değildir. Bu durumun farkında olan Batılı güçler, Türkiye’deki terör eylemleriyle Türkiye’yi marjinalleştirmeye, radikalleştirmeye çalışarak, Türkiye’den benzer karşı saldırılarda bulunmasını bekliyor.
Durum böyle iken, bazı aklı tarih bilmezlerin terör ile Erdoğan’ı, Özal’ı veya bir başka lideri eşitlemeye çalışmaları, siyasi bağnazlıktan başka bir şey değildir. Peki bu kişiler, 1975-1985 yılları arasında Türk diplomatları öldürerek Türkiye’yi hizaya sokmaya çalışan ASALA teröristlerini ne ile izah ediyorlar doğrusu merak ediyorum. Dünyanın enerji jeopolitiğinde bulunan ülkelerde terör eylemlerinin ve iç karışıkların eksik olmamasını anlamazdan gelip, Türkiye’yi tipik bir Ortadoğu ülkesi olmakla suçlamak ve Ortadoğu’yu terörün beşiği olarak göstermek ancak “batının fikriyle yıkanmış doğulu bir kafadan çıkar.” Sonuç olarak, terörizm Batılı emperyalistlerin küresel çıkarlarını meşrulaştırmak için kullanmış oldukları bir silahtır. Bir fiilin böyle bir anlayışta terör eylemi olarak kabul edilip ve dünyadan destek görebilmesi için ancak kendi çıkarlarına hizmet etmesi lazımdır. Türkiye’nin terör çığlığının karşılık bulamamasının nedeni de bu anlayıştır.
Batılı emperyalistler Türkiye’ye özetle iki şey söylüyor: Birincisi, “beni benim yalanımla kandırma!”, ikincisi, “sürüden ayrılanı kurt kapar!”