Yrd. Doç. Dr. İsmail Şahin / Diriliş Postası
ABD’nin en popüler Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, 1970’li yıllarda “gıdayı kontrol edersen milletleri, enerjiyi kontrol edersen devletleri kontrol edersin” diye yazmıştır. Nitekim ABD’nin süper gücü de bu iki nokta üzerine bina edilmiştir. ABD, sanayi ve teknolojiye ağırlık verirken tarımı asla göz ardı etmemiştir. Şimdilerde dünyanın en büyük hububat üreticisi konumundaki ABD, enerji ihtiyacını biyoyakıttan karşılamak için kolları sıvamış durumda.
ABD Kongresi 2022 yılına kadar biyoyakıt kullanımının 36 milyar galona çıkarılması yönünde bir karar aldı. Böylece tarımsal ürünler, bir taraftan insanın gıdasını diğer taraftan makinaların ihtiyaç duyduğu enerjiyi sağlamakta değerlendirilecek. Belki daha da önemlisi, enerji ve gıda bakımından dışa bağımlılık azami ölçüde azaltılmış olacak.
Gıdaya dair bu yeni jeopolitiğin Avrupa Birliği de farkında. 2020 yılı itibariyle ulaşımda kullanılan yakıtın %10’nun biyoyakıt ve diğer yenilenebilir enerjiden karşılanması yönünde kararlar almış olduğu bilinmekte.
Bu konuda Türkiye’nin son dönemlerde ciddi çalışmalar yürüttüğü, ancak henüz yeterli olmadığı ortadadır. Türkiye gibi küresel ve bölgesel rekabette önemli bir tarımsal potansiyele sahip bir ülkenin tarımsal konularda yeni uyanmış olması, belki Türkiye’ye dışardan bakan gözler için şaşırtıcı olabilir ama suni gündemlerin politik beşiği bir ülke için pek garipsenecek bir durum değildir.
Uzun yıllar Türkiye’de tarım ihmal edilmiştir. Bu konuda milli bir tarım politikası geliştirilememiştir. Tarım gibi değerli ve vazgeçilmez bir hazine göz göre göre ıssızlığa terk edilmiştir. Hâlbuki herkesin bildiği üzere sanayisini, teknolojisini ve hatta petrol rezervlerini yitiren bir ülke, varlığını devam ettirebilir ama topraklarını kaybeden bir ülke yok olup gider.
Bu nedenle tarım bugün itibariyle çok yönlü stratejik bir alandır ve asla ve asla başıboş bir şekilde bilinçsiz kullanıma bırakılamaz. Artık yüzlerce üniversitemiz ve milyonlarca yüksek tahsil görmüş insan kaynağımız bulunmakta. Devlet bu birikimi tarıma yönlendirecek güçlü adımları zaman kaybetmeden atmalıdır. Artık üniversitelerimizi ve üniversite mezunlarımızı toprağa yönlendirmenin vakti gelmiştir.
Devletler, gıda savaşlarına hızla hazırlık yapmaktadır. Dünya Bankası raporuna göre 2009 yılında yaklaşık 45 milyon hektarlık tarımsal arazi anlaşması yapılmıştır. Uluslararası şirketlerin, toprağı verimli yoksul ülkelerde toprak gaspı için birbirleriyle mücadeleye girdikleri dikkatlerden kaçmamalıdır.
Bugün Türkiye’nin birçok yerinde topraklar neredeyse atıl vaziyettedir. Bilinçsiz şekilde doğal su kaynakları kirletilmektedir. Hal böyle iken, hiç kimsenin kıtlıklardan, salgın hastalıklardan ve sürekli artan gıda fiyatlarından şikâyet etme hakkı bulunmamaktadır. Tarımsal gıdaların önümüzdeki otuz yıl, su kaynaklarının ise en geç yüzyıl içerisinde temel mücadele alanı olacağı yönündeki uluslararası raporların havada uçuştuğu bir dönemde, bu talihsiz ve bilinçsiz alışkanlıklarımızın, sadece doğayı değil bizleri de felakete sürükleyeceği ortadadır.
Türkiye artık kendi tarımsal politikalarını çevreye zarar vermeden sürdürülebilir bir doğa üzerinden yeniden tasarlamalı ve bilinçli tarım projelerini ivedilikle hayata geçirmelidir. Yeni tarımsal jeopolitiğin farkında olarak, Batı’nın sırf Ortadoğu’yu kontrol etmek için kullandığı stratejik bir operatör vasfından kurtulmalıdır…