Değişen jeopolitik rolünden dolayı birçok devlet, Kıbrıs’ı artık Birleşmiş Milletlerin bir sorunu olarak değil, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’de büyük öneme sahip bir ülke olarak değerlendirmektedir. Başlangıçta Kıbrıs açıklarında bulunan doğalgaz rezervlerinin, adada çözüm için yeni bir ivme yaratacağı ve bu sayede Yunanistan, Türkiye ve İsrail üzerinden yeni bir işbirliği imkânına yol açacağı ifade edilmişti. Fakat havzada beklenen bu “enerji barışı” şu ana kadar bir türlü gerçekleşemedi. Hatta bu süreç, barıştan ziyade bir çatışmayı da beraberinde getirdi. Türkiye’nin bu konudaki tezi, “Kıbrıs ile ilgili siyasi bir çözüm bulunmadan adada yapılacak bir doğalgaz araştırmasının olağanüstü olumsuz sonuçlar doğuracağı” üzerine inşa edildi. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY), 2003 yılından itibaren Doğu Akdeniz’deki ülkelerle deniz yetki alanlarını ilgilendiren ikili anlaşmalar yapma girişimlerine, bu tez çerçevesinde Türkiye her daim itiraz etti. Türkiye’nin temel iddiasına göre, yarı kapalı bir deniz niteliğindeki Doğu Akdeniz’de, kıta sahanlığı veya münhasır ekonomik bölge sınırlandırmaları ancak bütün kıyıdaş ülkeler arasında ve tüm tarafların hak ve çıkarlarını gözetecek şekilde yapılacak anlaşmalarla mümkündür. Bu nedenle Türkiye, bu doğrultuda imzalanan ikili münhasır ekonomik bölge sınırlandırma anlaşmalarını, Doğu Akdeniz’deki hak ve menfaatlerine ve uluslararası hukuka aykırı bulduğunu ileri sürerek tanımayacağını ilgili taraflara bildirmiştir.
Türkiye’nin diğer bir itirazı ise, GKRY Meclisinin Kıbrıs adasının deniz alanlarında petrol ve doğalgaz arama yapılmasını konu edinen yasal düzenlemelere ilişkindir. Ankara’nın bu düzenlemelere karşı temelde iki tepkisi bulunmaktadır. Birincisi, Kıbrıs’ın deniz alanlarında KKTC’nin de hak ve yetkileri bulunmaktadır. İkincisi, GKRY adanın tümünü temsil etmemektedir. Dolayısıyla Türkiye, GKRY’nin bu konuda çıkardığı yasaları ve ilgili ülkelerle yaptığı münhasır ekonomik bölge anlaşmalarını tanımamaktadır. Bu itirazdan hareketle Türkiye, GKRY tarafından Kıbrıs’ın deniz alanlarında petrol ve doğalgaz arama ruhsatlarını hükümsüz olarak nitelemektedir. O nedenle resmi düzeyde yapılan her açıklamada, Kıbrıs’ın deniz alanlarında hükümsüz ruhsatlara dayanarak petrol veya doğalgaz arama girişimlerinin gayrimeşru olduğu ifade edilerek, ilgili ülkeler ve şirketler uyarılmıştır. Ayrıca bu tür girişimlerin, Kıbrıs sorununu giderek Doğu Akdeniz’e yayan yeni bir istikrarsızlık kaynağı oluşturduğu ve Kıbrıs meselesinin çözümü önünde ciddi bir engel teşkil ettiği de sıklıkla belirtilmiştir.
Türkiye’nin tüm itiraz ve ikazlarına rağmen GKRY’nin Kıbrıs’ın deniz alanlarında sondaj faaliyetlerine 19 Eylül 2011 tarihinde başlaması üzerine, buna bir tepki olarak, 21 Eylül 2011 tarihinde Türkiye ile KKTC arasında, “Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Anlaşması” imzalanmış ve Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’na (TPAO) Kıbrıs’ın etrafındaki deniz sahalarında arama ruhsatı verilmesi kararı alınmıştır. Anlaşma çerçevesinde TPAO’ya 1 adet karada ve 7 adet adanın kuzeyini ve doğusunu çevreleyen deniz alanlarında doğalgaz ve petrol arama ruhsatı verilmiştir. Böylece Güney Kıbrıs'ın 13 parsele ayırdığı bölgeyle TPAO’ya ruhsat verilen 7 deniz alanı kesişmiş ve bu durum ihtilafın daha da büyümesine ve derinleşmesine yol açmıştır.
Türkiye, GKRY’nin tek başına yaptığı tüm girişimlere diplomatik çerçevede karşı çıkarken, diğer taraftan ihtilaflı hale gelen 7 deniz alanında şirketlerin sondaj aramasına fiilen müsaade etmemektedir. Yunanistan ve GKRY ise, başından itibaren Türkiye’nin tüm itirazlarını, hukuki ve fiili girişimlerini uluslararası hukuka aykırı bir eylem olarak nitelemekte ve Türkiye’yi GKRY’nin egemenlik sahasına müdahale etmekle suçlamaktadırlar.
Ancak her iki taraf da geri adım atmamakta ısrarcı davranmaktadır. Güney Kıbrıs, yürüttüğü yoğun diplomasiyle İsrail, Mısır, Avrupa Birliği, Fransa, İtalya ve ABD’yi konunun içine çekmeye çalışırken; Türkiye, Almanya ve Rusya’yı kendi yanına almaya çabalamaktadır. Diplomatik girişimlerin yanı sıra Türkiye, askeri gücünü de sahaya yansıtmaya kararlı görünmektedir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, tırmanan gerilimle ilgili olarak 13 Şubat 2018’de yaptığı açıklamada, “Sanılmasın ki, Kıbrıs açıklarındaki doğalgaz arama ve Ege'deki kayalıklarla ilgili fırsatçı girişimler dikkatimizden kaçıyor. Türkiye'nin, güneyindeki gelişmelere yoğunlaşmasını fırsat bilerek, Kıbrıs'ta ve Ege'de haddini aşanları yanlış hesap yapmamaları konusunda uyarıyoruz. Kıbrıs açıklarında faaliyet yürüten yabancı şirketlere, Rum tarafına güvenerek hadlerini aşmamalarını tavsiye ediyoruz. Bunların efelikleri bizim ordumuzu, gemilerimizi, uçaklarımızı görene kadardır" ifadelerine yer vermesi bu durumu gözler önüne sermektedir. Bu sert uyarı halen canlıdır.
Birleşmiş Milletler 73. Genel Kurulu görüşmelerinin devam ettiği şu günlerde, Kıbrıs konusunda da yoğun bir diplomasi trafiği devam etmektedir. New York'ta devam eden resmi ve gayri resmi temaslarda, Yunan ve Rum yetkililer, Türkiye'nin Kıbrıs'taki garantörlüğünün sona ermesi ve Türk askerinin adadan çıkması temelinde bir çözüm bulunması için sıkı bir diplomasi yürütmektedir. Kıbrıslı Rum Lider Nikos Anastasiadis’in Amerikan Yahudiler Komitesinin (AJC) yetkilileriyle görüşmesi ve AJC yetkililerine, komitenin Kıbrıs-İsrail ve Kıbrıs-ABD ilişkilerinin geliştirilmesinde oynadığı önemli rolden dolayı teşekkürlerini iletmesi, Kıbrıs sorununun vardığı boyutu işaret etmesi bakımından oldukça dikkat çekicidir.