İnsan hayatı ulvi amaçlara yöneldiği zaman anlam kazanıyor. Amacı olmayan ya da anlamsız amaçlar peşinde koşanların hayatları da boş ve anlamsız oluyor. Hayata fazla gün katmak elimizde değil ama günümüze fazla hayat katmak elimizde. Hayatımızdan gün çalan şeylere değil, günümüze hayat katan şeylere değer vermemiz gerekiyor.
Hayatı anlamlandırmaya sırtını dönenler amaçtan uzak bir yaşantının pençesinde debelendikçe insani değerlerden uzaklaşıyorlar. Nefis imparatorluğu hayatı anlamlandırmamıza karşı şiddetli bir savaş veriyor. Bu yüzden yüce anlamları ve ulvi amaçları temsil ve tebliğ etmekte zorlanıyoruz. Anlam katamadığımız hayatlar bizi anlamsızlaştırıyor ve yoruyor. Lüzumsuz sorularla, içi boş sorunlarla, gereksiz tartışmalarla, anlamsız alışkanlıklarla ömür sermayemizi heder ediyoruz. Geçmiş ümmetlerin anlamsız sorularla helake uğradıklarını Kur’an bize haber veriyor.
Sorularımız ve sorunlarımız keşke sorumluluklarımızla alakalı olsa. Kaderi sorgulayan, sınırları zorlayan, haddi aşan, anlamak için değil, atışmak, aşağılamak, alay etmek için sorulan sorular zamanı öldürmekten başka işe yaramıyor. Anlamsız sorularla birbirimizi hırpalamaktan kendimizi sorgulamaya vakit bulamıyoruz. Soru, soranın kişiliğini ele verir. Sorularımızı ve sorun diye dertlendiğimiz şeyleri gözden geçirmeye ihtiyacımız var. Merhum Necip Fazıl’ın dediği gibi; 'İç içe sorular soru içinde. Akıl olmazların zoru içinde'
Rivayet o ki; Kerbela'da Hz. Hüseyin(ra) ve ehli beyti hunharca katledenlerden Kûfe’li bir hacı Hasan-ı Basri'ye ihramlı iken öldürülen sinek ihram yasağına girer mi fetvasını sorar. Hasan-ı Basri'nin cevabı oldukça anlamlıdır: 'İşte siz Kûfe’liler böylesiniz. Kerbela'da şehit edilen Hz. Hüseyin'in kanı elinizde iken onu sormazsınız, sineğin fetvasını istersiniz.' Günümüzün oyalanma soruları ve sorunları da bundan çok farklı görünmüyor. Hala abdesti bozan şeyleri tekrar etmekten, sakızın orucu bozup bozmadığı ile meşgul olmaktan imanı bozan şeyleri konuşmaya ve düşünmeye fırsat bulamadık. Tartışma şehveti şuurları bulandırıyor. Birbirimizle didiştikçe direncimiz zayıflıyor. Ehli İslam güç kaybettikçe, Ehli Salib’e (Kudüs’ü işgal eden çapulcular) gün doğuyor.
Ekranlarda yapılan anlamsız tartışmalar bizi yaralıyor. Genç dimağların zihni bulanıyor, kalbi bunalıyor. Kontrolsüz, ölçüsüz tartışmaların masum zihinlerde bırakacağı hasarın farkında olmamız gerekiyor. Ayetler üzerinden ahkam kesenler dini hep kendilerine yontuyorlar. Kur’an’dan başka kitaba ihtiyaç olmadığını iddia edenler yazdıkları yüzlerce kitabı pazarlamanın derdindeler. 1400 yıllık birikimi yok sayanlar, sünneti, hadisi, sahabeyi beğenmeyip kendilerini allame sananların yaktığı fitne ateşi genç nesillerin zihnini bulandırıyor. Enaniyet kokan yorumları ile hakikati perdelemeye çalışanlar araçları amaç haline getirip gayeden kopuşu hızlandırıyorlar. Müslümanların büyük çoğunluğunun ittifak ettikleri konuları hiçe sayanlar İslam’ın nurunu söndürmek isteyenlere hizmet ediyorlar. Tarihte aynı hizmetçiliği yapanların âkibetleri hep pişmanlık ve perişanlık olmuştur.
Teferruatta boğulmak, taassuplarımıza yenik düşmek bizleri asli gündemlerimizden uzaklaştırıyor. Hz. Adem'e 'baba' arayanlar, Gazze'de her gün yüzlerce çocuğun babasız kalması karşısında dilsiz şeytan kesildiler. 'Kabir azabını', tartışmak ahiretimize ne katar bilmiyorum amma bugün mazlum coğrafyalardaki İslam ümmeti dünyada cehennemi yaşarken yapabileceğimiz şeyleri bile gündemimize alamamak, duyarsız ve umursamaz davranmak bize çok şey kaybettiriyor.
Fatih Sultan Mehmet, Konstantiniyye'nin surlarını toplarla döverken papazlar kilisede meleklerin erkek mi dişi mi olduğunu tartışıyorlarmış. “Bugün Diyarı İslam'ın hüzün ve hicranı karşısında neler yapabiliriz” sorusu cevap beklerken bizim takılıp kaldığımız şeyler de bundan farklı değil. Halbuki ateş çukurunun kenarında çırpınan gençliğe el uzatmak bize düşüyor. Ümmet kan ağlarken bizim anlamsızlıklarla oyalanmamız korkarım dünya ve ahirette pişmanlığımızın sebebi olacak.
Hayatımızda arzularımızın tetiklediği anlamsız alışkanlıklar dünyaya geliş amacımızın önüne geçiyorsa çalan tehlike çanlarına kulaklarımızı ve kalplerimizi açmamız gerekiyor. Dalkavukluk, laubalilik, lakaytlık, laçkalık İslami duruş ve yürüyüşümüzün engelleri oluyorsa Müslümanlığımızı bir kere daha sorgulamalıyız. Bizler, boş işler, boş vermişlikler ve boşluklar içerisinde bocalayan kimseler olamayız. Ne dünyamıza ne de ahiretimize faydası olmayan söz, iş ve davranışlarla ömrümüzü tüketemeyiz. Gereksiz konuşmalar, yersiz şakalar, geyik muhabbetleri, gevezelikler Müslüman kimliği ile uyuşmuyor. Anlamsız iş ve uğraşlar dava adamına yakışmıyor. Laubaliliğe karşı mü'mince duruşumuzu takınmamız gerekiyor. İman sahipleri için boş zaman yoktur, boşa geçirilen zaman da olmamalıdır.
Müslüman canının istediği gibi yaşayan değil, Rabbinin istediği gibi yaşayan insandır. Anlamlı hayatlar için imanımızın hayatımıza hâkim olması gerekiyor. İnsanın bütün ilişkilerini belirleyen ve anlamlandıran Allah ile arasındaki ilişkidir. Rahman'ın has kulları vakarla, onurla ve derin bir İslami refleksle Allah’ın gösterdiği yolda emin adımlarla yürürler. Yarınlar rahatını önceleyenlerin değil, rahatından vaz geçenlerindir. 'Onlar ki anlamsız işlerden ve boş sözlerden yüz çevirirler.'(Mü'minun 3)
Mustafa hocam öncelikle selam ve saygılarımı iletiyorum.Yazılarınızı okuyoruz Rabbim razı olsun inşallah.Allaha emanet olun.
Yüreğinize kaleminize sağlık hocam çok anlamlı ve yol gösterici bir yazı yazmışsınız Rabbim sizden razı olsun inşallah.
Kalemine sağlık sevgili kardeşim
Abi Allah razı olsun. Yine mükemmel bir yazı olmuş. İstifade ettim hamdolsun
Evet sayın hocam insan Rabbinin istediği gibi yaşayabilen olmalı da kur'anı da kendine göre yorumlayan sözde hadislerle anlamını kendi çevre veya çıkarına göre yorumlayanlar ve bunlara inanan temiz Müslüman kardeşlerimiz..kafalarına göre ekran tartışmaları,birilerinin dediklerini tövbe estağfurullah ayet,hadis diye yutturan münafıklar.. Allah bu ve benzeri kişi ve kuruluşlardan cümlemizi muhafaza eylesin..
Mustafa hocam yazınızda acı bir gerçrği ortaya koymuşsunuz.Kur’an’dan başka kitaba ihtiyaç olmadığını iddia edenler yazdıkları yüzlerce kitabı pazarlamanın derdindeler.Bugün mazlum coğrafyalardaki İslam ümmeti dünyada cehennemi yaşarken yapabileceğimiz şeyleri bile gündemimize alamamak, duyarsız ve umursamaz davranmak bize çok şey kaybettiriyor.En iyi müslüman köydeki dağın başındaki Allah katında bilmediğinde sorumlu olmayan, namazını kılan, orucunu tutan, harama, kul hakkına el uzatnayan müslüman...maalesef günümüzde "dağda bir kuzuyu kurt kapsa ilahi adalet ömerden sorar" söyleminde bulunan,eli ekmek tutan, ağzı laf yapan, nüktedan şarlatanlar dini kendilerine bir kalkan olarak kullanarak kendi sistemlerini kurup pazarlamakta;Allahın sıfatlarına, rezzak oluşuna inanmayan, hayır ve şerrin Allah'tan olduğunu bilmeyen imani noktada zayıf olan, iman için, inanmak için delil arayan birileri de bunu ilahlaştırarak tapınmaktadır.Evine bir ekmek götürmek zorunda olan boş bir nesil yetişiyor
Hz. Adem'e 'baba' arayanlar, Gazze'de her gün yüzlerce çocuğun babasız kalması karşısında dilsiz şeytan kesildiler.
Müslüman canının istediği gibi yaşayan değil, Rabbinin istediği gibi yaşayan insandır. Anlamlı hayatlar için imanımızın hayatımıza hâkim olması gerekiyor. İnsanın bütün ilişkilerini belirleyen ve anlamlandıran Allah ile arasındaki ilişkidir.
Edebi bir yazı. sorular ve sorunlar üzerine mükemmel bir tahlil. kaleminize sağlık üstad.