Genellikle yaşam şeklimizi alışkanlıklarımız biçimlendiriyor. İbn-i Haldun; "İnsan alışkanlıklarının çocuğudur" diyor. Alışkanlıkların kaynak ve nitelik olarak doğru ve güzel olması hayatımızın sağlık, huzur ve kalitesini artırırken, yerleşmiş yanlış alışkanlıklar sağlıksızlık ve huzursuzluk nedenlerimiz olarak karşımıza çıkıyor. Alışkanlıklar, anahtarı kaybolan bir kelepçeye benziyor. Onu çıkarıp atmak hiç kolay olmuyor. Zira, insanların en büyük korkusu, alışkanlıklarından vazgeçmektir.
Başlangıçta alışkanlıkları kişiler kendileri oluşturur, sonra alışkanlıklar kişilikleri oluşturur ve insanları yönetir. Öyle ki, artık tercihler, talepler, tavırlar, tepkiler hep alışkanlıklar tarafından belirlenir. Hiç kimse alışkanlıkları ile doğmaz ama edinilmiş alışkanlıklar denetlenmez, akışına bırakılırsa sahibini sevk ve idare eder. Alışkanlıklar bir halata benzer. Biz her gün onu oluşturan ince iplerden birini dokuruz ve sonunda onu bir daha koparamayız. Alışkanlıkların zincirleri, önce duyulamayacak kadar hafif, sonra kırılamayacak kadar güçlü olur.
Evet, yerleşmiş ve kökleşmiş alışkanlıkları değiştirmek zordur. Alışkanlıklar zamanla şartlanmışlıkları, şartlanmışlıklar da tavır ve tercihleri belirler. Aristo; "Kişi neyi tekrar tekrar yapıyorsa o kişi odur" der. Alışkanlıklar tutkuya, tutkular tutsaklığa dönüşme özelliğine sahiptir. Alışkanlıklar karakterimiz, karakterimiz de zamanla kaderimiz olabilir.
İnsan pek çok şeye zaman içinde alışır, alıştıkça aldırışı körelir, duyarlılığı azalır ve umursamaz hale gelir. Zamanla alışkanlıklarının kuşatmasına mahkum olan insan bunları aşamazsa tutsaklaşır ve öz değerini kaybeder. Alışkanlıklar bırakılamazsa, süreç içinde ihtiyaç haline gelir ve insanın tüm hayatına hakim olur. Sahibinin yönünü ve sonunu belirleyen bir tutkuya dönüşür.
Müslüman, İnancı ile örtüşmeyen adet ve alışkanlıkları atabilme güç ve iradesine sahip olmalıdır. Alışkanlıklarımızı belirleyen unsurların neler olduğunu iyi bilmemiz gerekir. Din mi? Kültür mü? Gelenek mi? Devlet mi? Atalar mı? Yasalar mı? Tercih ve davranışlarımızı yönlendiren alışkanlıklarımızın kaynağı nelere dayanıyor? kimliğimizi neler şekillendiriyor?
Gerçi biz bugün, kaynak ne olursa olsun önümüze konulan, bize dayatılan, nefsimize hoş gelen, menfaatimize uyan şeylere alışmakta çok da zorlanmıyoruz. Belki ilk zamanlarda sorguluyor, yadırgıyor gibi duruyoruz ama zamanla alışıp sorgulamaz, yadırgamaz, umursamaz hale geliyoruz. Alıştıkça duyarsızlaşıyor, tepkisizleşiyor, çok kolay dünyevileşiyoruz. Çoğu zaman edinilmiş alışkanlıklar, öğretilmiş çaresizlikler, üretilmiş korkular bizi yönetiyor. Günahlara bile, hatta onları savunabilecek kadar alışmakta zorlanmıyoruz. Sanki alışkanlıklarımızın emrinde, arzularımızın güdümündeyiz. Alıştıkça aksiyonumuz kayboluyor, azmimiz tükeniyor, irademiz çöküyor. Hayatı alıştıklarımızla tanımlar hale geldik. Alışkanlıklarımızın kaynağını ve doğruluğunu arayışlara ihtiyaç duymuyor, yanlış bile olsa mevcutla yetinmekte hiç sakınca görmüyoruz.
Bu gidişatın bir sonraki ve çok tehlikeli aşaması, “yaşadığımız gibi inanmaya başlamaktır. "Aldırma, böyle gelmiş bu dünya böyle gider" noktasına gelmektir. Zira “insan inandığı gibi yaşamazsa yaşadığı gibi inanmaya başlar”. Kişi yaptığı bir davranışı, ilk zamanlarda yanlış bulup yaparken ezikliğini hissettiği halde onu terk etme irade ve ferasetini gösteremezse ona alışır ve o yanlışı benimser. Bir müddet sonra o yanlışı savunmaya ve sahiplenmeye başlar. Haramı helal, doğruyu yanlış, yanlışı doğru görme istikametinde gidiş Allah korusun kişiyi iman nimetinden mahrumiyete götürür.
Yaşantımıza, önceliklerimize, ilgi alanlarımıza baktığımızda “Kendine Müslüman” keyfiliği İslam anlayışı ve Müslüman ahlakı ile bağdaşmıyor. Böyle olunca ümmetin parçalanmışlığı, mazlum coğrafyaların perişanlığı, zulüm gören Müslüman kardeşlerimizin durumu bizi çok da ilgilendirmiyor.
Önceliklerimizin değişmesi, dertlerimizin farklılaşması, doğrularımızın ve duruşumuzun bulanıklaşması hiç hayra alamet görünmüyor. Farkındayız veya değiliz, kısacık ömürde çok şeylere alıştık ya da alıştırıldık. Kazandığımızdan fazla harcamaya, yokluğu görmeden varlığa alıştık. Reklam ve rekabet kültürünün nesnesi, tüketim çılgınlığının malzemesi olduk. Ömür boyu taksitli ve kredili yaşamlar hayatımızın parçası haline geldi. Kitabın kurallarından ziyade piyasanın kurnazlığına alıştık. Ekranların, sahnelerin, vitrinlerin tiryakisi olduk. Mabetlerden daha çok marketler gündemimizde. Moda, marka, model tutkunluğumuz baş döndürüyor. Giyinik çıplaklığa alışmakta da zorlanmadık. Erkeksi kadınları ve kadınsı erkekleri yadırgamaz olduk. Zira biz modernleştik. Modernliğimiz Müslümanlığımızın önüne geçti. Hayata artık farklı yerlerden bakıyoruz.
Evet, hangi pencereden baktığımızla ilgilidir hayat. Yönümüzü de sonumuzu da o bakış belirler. Ya dünya ve ahiret mutluluğuna götürür insanı ya da hüsrana. Kim nereye gitmek isterse…
YORUMLAR