İslam Medeniyeti, Müslüman’ların Kur’an ve Sünnet çerçevesinde oluşturdukları hayat tarzını, dünyaya ve olaylara bakışını gösteren, insanı merkeze alan, Hak’kın değerlerine bağlı, halkın farklılıklarını tehdit değil fırsat kabul eden, vahiy eksenli, adaletin ve hukukun hâkim olduğu, korku ve endişenin olmadığı, insanların biri birinden emniyette olduğu “Dârusselam” (Saadet Yurdu)dır.
Peygamberimiz, “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” beyanları ile İslam medeniyetinin ölçüsünü güzel ahlak olarak belirlemiştir. Dolayısıyla O, taş binaların değil, güzel ahlakın ve güzel ahlak sahibi “İnsan-ı Kâmil”lerin mimarıdır.
İnsan-ı Kâmil; Halk içinde, Hak ile beraber, Kur’an ve Peygamber ahlakı ile ahlaklanmış ergin kişidir. Kâmil insanın sözleri doğru, ilişkileri iyi, ahlâkı güzeldir. Mârifet ve irfan sahibidir. Eşyayı ve ondaki hikmetleri gereği gibi bilir. Çevresindeki insanlar ve mahlûkat ondan emniyettedir ve onunla huzur bulur. Onun için “Kâmil ile yoldaş olan yorulmaz” sözü darb-ı mesel olmuştur.
İslam medeniyeti, İnsanın algılanması ve anlamlandırılması ile yola çıkan bir tasavvurdur. Her konuda olduğu gibi İslam’ın insana bakış açısı da aşırılıklardan uzaktır. Hümanizm gibi insanı kutsama hatasına düşmediği gibi, Hedonizm gibi insana sadece hayvani ve nebati yönüyle de bakmaz. İnsanı her şeyden önce muhatab-ı İlahi, yeryüzünün halifesi, en şerefli mahlûk, nazik ve nazenin bir misafir-i Rabbani olarak görür. İslam’a göre insan, en harika ve antika bir sanat-ı İlahiyedir.
İslam Medeniyetinde insana atfedilen birçok değer ve şerefle beraber birtakım sınır ve çizgiler de belirlenmiştir. İnsan bu sınır ve çizgilere uymaması halinde maddi ve manevi müeyyideler ile karşı karşıya kalır. Haram ve günah çizgisi gibi sınırlar, özelde insanın genelde toplumun can, mal ve namus güvenliğini sağlama amacına yöneliktir. Dolayısıyla İslam’a göre bir insan, hakkını da haddini de bilmelidir.
İslam Medeniyetinde, insanın özgürlüğü helaller dairesindedir. Değerlerden yoksun bir yaşam tarzı insan huzurunu bozar ve neticede insanı hem Allah hem de kul nazarında değer kaybına uğratır. Adalet, iffet, vefa, hayâ, sadakat, dürüstlük vb. insanî değerler yaşandıkça bireysel ve toplumsal birçok dertlere deva, problemlere çare ve sorulara cevap bulunmuş olur.
Bir milletin medeniyet tasavvuru ile eğitim politikası biri birine paralel olmalıdır. Eğitim bir toplumun ideal gördüğü insan şeklini yetiştirme vasıtasıdır. Her medeniyetin ideal model olarak gördüğü bir insan tipi vardır. Eğitim de o insanı yetiştirmeye yönelik faaliyet yapar. İslam medeniyetinin ideal insan modeli “Insan-ı kâmil”dir. Bunun somut örneği Hz. Peygamber (s) ve onun yetiştirdiği sahabelerdir.
Tasavvufi ahlak diye de nitelendirilen bu anlayışta Müslüman, çevresi ile ilişki kurarken her an Allah’ın kendisini gördüğü bilinci ile hareket eder. Bu bilinçteki insanlardan oluşan toplumda yaşamak, insana Selamet Yurdunda Cenneti yaşamak gibi huzur ve emniyet verir. Gerçek anlamda “kemal” insanın abdestinin, namazının yanında, diğer insanlarla ve tüm varlıklarla kurduğu ilişkilerde kendini gösterir.
İslam Medeniyeti’nin kurucusu Hz. Muhammed (sav) “insanların en hayırlısı insanlara hizmet edendir” sözüyle insanın insana değer vermesine ve hizmet etmesine dikkati çekmiştir.
Batı Medeniyetinin insan tasavvurunda insanın insanlığa hizmet etmesi gibi bir şey yoktur. O, bireysel çıkarları önemseyen/önceleyen yani şahsi menfaatini toplumun menfaatinin önünde tutan bir bakış açısına sahiptir. Amerikan eğitim sisteminde hakikat nedir sorusu bilimin dışında kabul edilir; fakat İslam eğitim sisteminin amacı insanlara hakikati öğretmektir. Batı eğitim sistemi ferdiyetçi, menfaatçi, amacına en kısa yoldan varmayı hesap etmek anlamında akılcı insan yetiştirmeyi hedeflemektedir. Bu ifade; Hedefe en kısa yoldan giderken dini ve ahlaki kurallar ona engel oluyorsa onlara hiç aldırış etmeyen kişi anlamına gelir. Batıdaki din ve akıl çatışması da buradan ortaya çıkmaktadır.
Sonuç olarak diyebiliriz ki insanlık, İslam’a ve İslam’ın değerlerine her zamankinden daha fazla muhtaç olduğu bir dönemi yaşamaktadır. Bu durum bizler için, Müslüman olmayan insanlara İslam’ın güzelliklerini hissettirebilmek adına İslam’ı elden geldikçe aslına uygun olarak en güzel şekilde yaşayarak temsil etme mecburiyetini önümüze koymaktadır. Zaten bizler doğru İslam’ı ve İslam’a yakışan doğruluğu hayatımızda yaşayarak gösterebilsek diğer dinlerin mensupları bile akın akın İslam’a gelip onunla müşerref olacaklardır. İslam medeniyetinin cihana hâkim olduğu yıllardaki erdemleri, huzur ve emniyet toplumu olma özelliklerini yeniden yaşayabilmek için en önemli görev Müslüman’a düşmektedir. Bu bağlamdaki en ciddi problem Müslüman’ın İslam’ı temsil etmedeki sorunudur.
Rabbim bizleri, İslam’ı en güzel bir şekilde yaşayan ve temsil eden sâlih kullarından eylesin. Âmin…
YORUMLAR