Günümüz insanı sanal dünyada kendisi olamamanın, özünü ve kalbini koruyamamanın, hayatını anlamlandıracak ideallerden mahrum olmanın, kimliğini ve aidiyetini oluşturamamanın ruhsal boşluğu ve problemleri ile boğuşuyor. İnsan ancak, değerleri için yaşıyorsa yaşadığının farkına varabilir. Sahte ve sanal oluşumlara tutunan insan kendisini boşlukta hisseder. İnsan hayatı için hakikatlerle yüz yüze olup gerekirse incinmek ve acı çekmek, yalanlar ve sahteciliklerle avunmaktan daha değerlidir.
İnsanın kendini bulamadığı, kendi olamadığı ama kendini hayatın akışına ve menfaatlerine göre bukalemun gibi sürekli dönüştürdüğü bir çağda yaşıyoruz. Bu dönüşüm uyuşturucu, alkol, sigara, sosyal medya, oyun, şiddet vb. olarak hayata yansıyor. Çağımız insanı olmak ile sahip olmak arasında bocalayıp duruyor. Olmak için, insanın daha fazla çaba sarf etmesi, alın terini ve gözyaşını göze alması gerekiyor. Değerli hiçbir şey emek vermeden elde edilmiyor. Bedel ödemeyenler hiçbir zaman gerçek özgürlüğü hak etmiyor ve onun tadına varamıyor. Kolaya ve kolaycılığa alışan günümüz insanı bunları göze alamayınca kolay yoldan, üzerine giydiği markayla, tuttuğu takımla, siyasi parti ile kendini bir yerlerde konumlandırmaya çalışarak hayatındaki bu boşluğu doldurmaya çalışıyor.
Herkes bir yerlerde, bir şeylerle görünme derdinde. Modern insanın en büyük korkularından biri yalnız ve sıradan olmak. Fark edilmek istiyor. Sosyal medya teknolojilerinin ve selfie kültürünün bu kadar yaygınlaşması, insanların fark edilme arzusundan kaynaklanıyor. Tükettiği nesneler, gezdiği yerler, yediği yemekler ile görünürlüğünü artırarak fark edilmek istiyor. Ruhların silikleşmesine karşı bedenlerin daha görünür olmasına çalışmak, varlığının bir anlamı olduğunu hissetme ihtiyacından kaynaklanıyor. Hâlbuki insan sıradanlığa tahammül edebildiği oranda daha da olgunlaşır. Fark edilmek, alkışlanmak, parmakla gösterilmek insanın ilkel, ben merkezci, empati yoksunu oluşu ile alakalı ihtiyaçlarındandır. Olgunlaşma biraz da başkaları tarafından fark edilmemeyi göze alabilmekle olur. Kişi yaptığı işin mükâfatını kendi içinde taşır ve doğru bildiği yolda yalnız da olsa yürürse onun ruh huzuru, içsel esenliği çok daha büyük olur. Kişinin kendisi olmayı becerebilmesi, başkalarına bağlı olmayan, bu benim olmazsa olmazım diyebildiği değerleri ile başlar. İnsan, paranın satın alamayacağı bir şeye sahip oluncaya kadar gerçek zenginlik ve gerçek mutluluğa ulaşamaz.
İslam Allah’ın kuralları, insan da Allah’ın yeryüzündeki halifesidir. İslami olan ile insani olanı biri birinden farklı değildir. İnsani olan her şey aynı zamanda İslamidir. Neslimizin, gençliğin yetiştirilmesinde İslami ve insani donanıma çok büyük hassasiyet göstermek günümüzün en büyük ihtiyaçlarındandır. İyi ebeveynlik toplumsal ve ruhsal rahatsızlıklara karşı kaçınılmaz şartlardandır. Çocuklarımızın nerede olduğunu, kimlerle düşüp kalktığını ve hangi mecralarda kimlik arayışına girdiğini iyi takip etme mecburiyeti vardır. “Saldım çayıra Mevlam kayıra” tarzı bir ebeveynlik günümüzün dinamik dünyasında işe yaramıyor. Ebeveynler hem uyanık, hem hassas, hem de müsamahakâr olmayı becerebilmelidir.
Hayat, kısa bir süre için bize verilmiş bir emanettir. Bu süreç içinde imtihanın en çetin soruları nefis ve nesil ile ilgilidir. Hayatın kıymeti ölüm sayesindedir. Hayatımızı anlamlandıran ölüm ve sonrasındaki hesaptır. Hayatın her safhası bir imtihan şeklidir. Asıl olan karşımıza çıkan imtihan sorularını doğru anlamak ve doğru cevaplamaya çalışmaktır. Onları sorgulamak, onlardan şikayet etmek bize bir şey kazandırmaz. Sadece imtihanı kaybettirir. Bu gün şikayet ettiğimiz yaşam bilinmelidir ki pek çok kişinin arzu ve hayalidir. Hayatta hep mutlu olmak diye bir şey yoktur. Bu dünya sefa mekanı değil, imtihan diyarıdır. Burada hep mutlu olmayı isteyenler ellerinde hayalini kuracakları bir şey kalmayacağı için mutsuz olmaya mahkum olurlar.
İnsanın kendine ait bir dünyası olmalıdır. Sadece bilmesi gerekenlerle paylaştığı, bazen de sadece kendinde sakladığı. Kendisi olduğunu hissedebileceği, ilgilendirmeyenlerin bilgilendirilmediği bir şeyleri olmalı. Günümüz toplumu bir teşhir, sergileme, ifşa etme toplumuna dönüştü. Göründüğü kadar var olduğunu zanneden bir anlayış hakim. Mahremiyet yerini paylaşmaya ve görünürlüğe bıraktı. Herkesin derdi, kendime ait olanı ne kadar daha sergileyebilirim. Yediği yemekten gittiği yerlere, özel anlarından çocuklarına kadar, her şeyi bir haset ve yarışma kültürünün içinde gözün tüketimine sunuyor. Bütün bunları yaparken ‘’Ben ne kadar da mutluyum’’ pozları vermekten çekinmiyor. Günümüz insanı o kadar derin bir mutsuzluğun pençesi içinde ki öz çekimlerde aşırı mutlu pozları vererek o derin mutsuzluğu gizleyebileceğini zannediyor. Hâlbuki ekranlara sırıtarak verdiğimiz her poz, derinlerde kanayan bir yaranın habercisidir. Titreyip kendimize gelmemiz, sahiciliği yeniden kuşanmamız ve olduğumuz gibi görünmeyi marifet bilerek başarmamız lazım. Mahremiyet hepimizin sığınağıdır. Sergilemediğimiz, bize kalan, sadece bizim olan yaşantı ve sırlarımız olmalı. Mahremiyet insan olmanın özüdür. Sosyal medyada mahremiyetten verdiğimiz her ödün, yarın bambaşka biçimlerde karşımıza çıkabilir ve bizden intikamını çok acı bir şekilde alır.
Demem odur ki; İnsan olmaya ve insan kalmaya gayret etmek insanın en büyük derdi ve ideali olmalıdır. Ya göründüğü gibi olmalı, ya da olduğu gibi görünmeli, başkalarının istediği gibi görünme derdinden kurtulmalı ve kimliğinden taviz vermemeli, fedakarlıkta bulunmamalıdır İNSAN.
YORUMLAR