Maddi ve dünyevi kayıplarımıza çok üzülüyoruz. Paramızın, malımızın ya da bir sevdiğimizin zarar görmesi ve ya zayi olması dünyamızı alt üst ediyor. Acaba Manevi kayıplarımız için aynı hassasiyeti gösteriyor, bunlar için de endişe, üzüntü hissediyor muyuz? Mesela bir vakit namazı kılmadığınızda veya başka bir ilahi emri yapmayı unuttuğunuzda anahtarlığınızı kaybettiğiniz kadar olsun üzülüp endişe duyuyor muyuz?
“İnsanlar ne kadar da tuhaf!” diyor Allah’ın bir Veli kulu” Bedeni ölenlere ağlıyorlar da kalbi ölenlere ağlamıyorlar. Oysa asıl felâket, kalbin ölmesidir!” İnsanoğlu’nun başına gelebilecek en büyük felaket, kişinin ölü bir kalbe sahip olmasına rağmen bunun ıstırabını duymamasıdır. Dünyevi ve fani olan “maddi” kayıplardan ziyade, daima ahret ile ilgili ve ebedi hayatı ilgilendiren “manevi” kayıplara karşı teyakkuz, endişe ve telaş hâlinde olmamız gerekmez mi? Kuran-ı Kerim’de Allah’ın biz kulları için beklentisi açıktır oysa :“Allah, kullarını Daru’sSelâm’a (saadet yurdu cennete) davet ediyor...” (Yunus, 25) Davete icabet etmek isteyenlerimiz için ise yolu, yolun rehberini, bir çok vesileleri de bize tek tek öğretiyor. İlahi Kitaplar, Peygamberler ve Evliyaullah daima insanlığı hak ve hakikate sevk ederek Allah’ın “cennet davetine” elçilik yapmaktadırlar. Her davetin bir kabul şartı vardır. Rabbimiz davete kabul şartını, cennet kapısını açacak anahtarı Kuran-ı Kerim’de beyan ediyor: “O gün, ne mal fayda verir ne de evlat. Ancak Allah’a kalb-i selim (temiz bir kalb) ile gelenler (o günde fayda bulur).” (eş-Şuarâ, 88-89) Kalb-i selim, Allah’tan başka her şeyden yüzünü çevirmiş, arınmış ve mükemmel parlaklık ve temizlikte bir ayna gibi Allah’ın cemali sıfatlarının tecelligahı hâline gelmiş bir kalptir. Çünkü, Allah, kulunun kalbinde cemali sıfatlarının tecellilerini görünce onu sever ve ondan hoşnut olur. Peygamberimiz diyor ki: “Müslüman, bir günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta meydana gelir. Eğer o günahı hemen terk edip tövbe ve istiğfar ederse kalbi cilalanır, eski parlaklığına kavuşur. Böyle yapmaz da günah işlemeye devam ederse, siyah noktalar gittikçe çoğalır ve neticede kalbini büsbütün kaplar. İşte Hak Teâlâ’nın: «Hayır, doğrusu onların işleyip kazandıkları (kötü) şeyler sebebiyle, kalplerinin üzeri pas tutmuştur.» (el-Mutaffifîn, 14) diye zikrettiği durum budur.” Kalp, içinde bulunduğu ortamın tesiri altında kalır. İyiliklere ve güzelliklere muhatap olursa bu güzellik ve iyiliklerin yankılarıyla tertemiz hale gelir, nurlanır. Bunun aksine kötülük ve çirkinliklere maruz kalırsa kötülükler sirayet edip onu karartır. Ayna üzerinde oluşan kirlerin ve lekelerin, zamanla görüntülerin netliğini bozması gibi, günah kirleri de kalp gözünü köreltir; güzel ile çirkini, iyi ile kötüyü ayırt etme vazifesinde kişiyi acze düşürür. Bir zaman gelir ki, kalbe hayat veren iman nuru da söner. Kalbin manen ölümü neticesinde kişi, güzel ve çirkin, doğru ve yanlış, iyi ve kötü, hayır ve şerri birbirinden ayırt eden en mühim istidadını kaybetmiş olur. Artık böyle bir kalbe sahip olan insandan her türlü kötülük hiçbir vicdanı titretmeden, en büyük günahlar bile, ağırlığı hissedilmeden işlemesi beklenir. Hak ile batılı ayırt etme hassasiyeti ortadan kalkar. “Haramlar bir ateştir. Ona ancak (kalbi) ölüler uzanır. Eğer el uzatanlar diri olsalardı, o ateşin acısını duyarlardı.” (Ömer bin Abdülaziz)
İşlenen günahlar insanın hayatında pek çok açıdan çok olumsuz etkiler bırakır; Bunlardan biri günah işleyenin ilimden mahrum kalmasıdır. Çünkü ilim Allah'ın kalplere attığı bir nurdur. Günah ise bu nuru söndürür.
Bir diğer sonucu, aklın noksanlaşmasında etkili olup onu ifsat eder. Çünkü aklın bir nuru vardır, masiyet ise bunu kaçınılmaz olarak söndürür. Nur sönünce de akıl zayıflar, eksilir.
Günahların bir başka sonucu da rızktan mahrumiyettir. günahlar nimetlerin yok olup yerine belâların gelmesine yol açar. Kuldan bir nimet ancak bir günahtan dolayı gider ve ona bir belâ ancak bir günah sebebiyle gelir.
Günahların yol açtığı sonuçlardan biri de ömrün bereketini, rızkın bereketini, ilmin bereketini, amelin bereketini, ibadet ve itaatin bereketini silmesidir. "Günahların ömrü kısaltmasından maksat, kalplerin ömrünü kısaltmasıdır.”
Günahların bir cezası da, kula kendisini unutturmasıdır. Kendi unutulunca da nefsini ihmal eder, ifsat eder ve helâke sürükler. O nedenle, günahın sonuçlarının en kötüsü ve verilen cezaların en büyüğü, kulun kendisini unutması, ihmal etmesi, Allah'tan haz ve nasibini kaçırması, ömür sermayesini aldanarak zararına ve çok düşük değere heder etmesidir.
Günahların bir başka etkisi de benzerlerini ekmeleri, birbirlerini doğurmalarıdır. Öyle ki sonunda onları terk etmek ve sıyrılmak kul için çok güç hâle gelir.
Günahın bir diğer sonucu da kulun ibadetten mahrum kalmasıdır. Günahın tek cezası bu olsaydı, ceza olarak yeterdi!
Günahların bir başka cezası da, insanda mevcut bulunan hamiyet duygusunu yok etmesi ve gayret manasındaki kıskançlık ateşini söndürmesidir. Kişi günahlarla tamamen içli dışlı olursa, kendisi, ailesi ve tüm insanlar için kalbinde bulunan kıskançlık duygusu tamamen yok olur veya çok zayıflar. Öyle ki, artık o çirkin şeyi kendisi için de, başkası için de çirkin görmemeye başlar. Dahası, bazıları çirkin işleri çirkin bulmamakla kalmayıp çirkinlikleri ve günahları başkalarına güzel ve süslü bile gösterir, bunlara çağırır, teşvik eder. Bu noktaya vardığında da artık helâk kapısından giriş yapmış demektir
Günahların bir cezası da, kişinin Allah katındaki ve insanlar yanındaki şan, değer ve makamını düşürmesidir. Zira kulların Allah katındaki en değerlileri en takvalılarıdır. Kul Allah'a ne kadar itaat ederse, nezdindeki değeri o kadar da çok olur. Asi olup emrine karşı gelirse, Allah'ın gözünden düştüğü gibi kullarının da kalplerinden düşer.
Günahların bir cezası da, yüce Allah'ın günahkârların kalbine koyduğu korku ve dehşettir. Onlar hep korku ve kaygı içerisinde görülürler. Zira itaat Allah'ın en büyük kalesidir, ona giren dünya ve ahiret cezalarından güvencede olur; ondan çıkanı ise dört bir yandan korkular kuşatır.
Günahların bir sonucu da, Allah'ın insanların kalbinden, günahkârın heybetini kaldırması ve insanların onu önemsememeleri, küçümsemeleridir. Netice itibariyle kul, Allah'ın ne kadar seviyorsa, insanlar onu o kadar sever; Allah'tan ne kadar korkuyorsa, insanlar ondan o kadar korkar; Allah'a ve haramlarına ne derece saygı gösteriyorsa, ona o derece saygılı davranırlar.
Mevlana ‘nın tespiti son derece açık: “Salih ve sadıklardan uzakta kalıp dünyaya bağlanan ve nefsine ram olan kişi, aleme sultan da olsa, gerçekte ölüdür.” “Kararmış bir kalbin üç alâmeti vardır” diyor Ebû Türâb en-Nahşebî:”
1- Kişinin günahlardan ürperti duymaması, 2- İtaat ve ibadetlerin gönle lezzet vermemesi, 3- Nasihatlerin tesir etmemesi…
” Gönül dünyamızın bu duruma düşmemesi için, Rabbimizin lütfettiği hidayet rehberleri olan ilâhî kitapları, peygamberleri ve peygamber vârisi Hak dostlarının kalpleri ihya eden nasihat ve örnek hayatlarını baş tacı etmemiz gerekiyor. Kalbin manevi sıhhatini muhafaza etmek veya hasta bir kalbi iyileştirmek için yapılması gerekeni, kalbi yaratan Allah şöyle bildirmiştir:“...Bilesiniz ki, kalbler ancak Allah’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Yahyâ bin Muâz da bize şöyle uyarıda bulunuyor: “Allâh’ın zikriyle gönüllerinizi yenileyiniz, çünkü gönüller çabuk gaflete düşerler Vücudumuzun sultanı olan kalp, Allah’ı zikrederek ihya olup hakkı batıldan ayırt edebilecek bir aydınlığa kavuştuğunda, emri altındaki bütün uzuvlara isabetli emirler verir. Neticede Hakk’ın razı olduğu bir kulluk kıvamına erişilir. Allah’ın huzuruna çıkarken dünyadan götürmemiz gereken, bize cennetin anahtarı olacak, Allah’ın hoşnutluğunu kazandıracak hediye “Kalbi Selim” sahibi olabilmek için ihlâs ve takva sahibi olmamız gerekir. Akıl sahibi insan, dünyevi kayıplara karşı değil ahirete ait manevi kayıplar hakkında teyakkuz halinde, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı büyük bir samimiyet, hürmet ve hassasiyet ile boyun bükerek İlahi rıza istikametinde “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol…” (Hûd, 112) emri gereğince dosdoğru yürür, kalbini tertemiz bir ayna gibi parlatarak Allah'ın sıfatlarnı en güzel şekilde yansıtmasına imkan sağlar.
Kalbimizi nurani yapısında muhafaza edebilmeyi, ma’siyet kirleriyle karartıp, ömür sermayemizi günahlarla helak etmeden, Allah’ın c.c rızası istikametinde bir hayat sürdürebilmemiz için dua ve gayretle dolu bir hayat nasip etmesini Yüce Rabbimden niyaz ederim.
Bu güzel yazı ve hatırlatmalarınız için teşekkür ederiz. Gönüllerimizi doyuracak yeni yazılarınızı hasretle bekliyoruz.
Hocam, tebrik eder, çok teşekkür ederim. Suradışı bir yazı olmuş. Beni çok düşündürdü. Kendime getirdi.
Mustafa kardeşim Allah razı olsun inşaallah. Dualarımla.
Amin inşaallah ömrünü bu ihlâsla geçirenler den eylesin cümleyi
Allah (cc) bizleri sevdiği kullarından ayırmasın.
Yüreğinize ve elinize sağlık hocam.
Seni seviyoruz Hocam. Yazılarını seviyoruz. Üslubunu seviyoruz. Yazılarının içeriğini ve etkileme gücünü seviyoruz. Allah da sizi sevsin ve razı olsun şnşallah.
Kalbi ölü insanlara gülüyor, bedeni ölenlere ağlıyoruz ne garip.
Harika bir yazı olmuş değerli Başkanım. Herkes okumalı. Bu tür uyarıcı ve ders verici, direk olarak halimizi anlatan, zihnimizi aydınlatan yazılarınızın devamını bekleriz. Bunlar aylık değil, en azından haftalık olsa daha yararlı olur.
Mükemmel bir yazı olmuş. Kaleminize, yüreğinize sağlık öğretmenim. Zevkle okudum ve çok etkilendim. Allah razı olsun.
Değerli Çelenli Hocam. Yazınız beni çok etkiledi. Düşünceden kendimi alamadım. Bahsettiğiniz kalbi hastalıkların hepsine sahibiz. Allah kurtuluş yolları, tedavi imkanları lütfetsin inşallah. Uyanmamıza vesile olacak Vasıf’ta bir yazı olduğunu düşündüm. Hürmet ve muhabbetlerimle saygılar sunarım
Değerli Hocam, yazıyı okurken hep beni anlattığını sandım. Aslında çoğu müslümanın fotoğrafı var o yazıda. Başa gelen şeylerin sebebinin adresi de var yazıda. Allah bizlere akıl fikir versin. Sizden de razı olsun.
Rabbim razı olsun inşallah.
Tesekkur ediyorum allah razı olsun mevlam rızasına muvafık amellerle yaşayıp son nefes de kamil bir iman ile huzuruna varabilmeyi cennetine girip cemalini gorebilmeyi nasip eylesin