Fransa’da bir mecliste Cezayirli bir gencin Necip Fazıl merhuma Fransızca şu şekilde bir soru sorduğu rivayet olunur;
-Osmanlı emperyalist değil miydi? Necip Fazıl: “Evlâdım! Eğer Osmanlı emperyalist olsaydı, şu anda sen bu soruyu Fransızca değil, Türkçe sorardın!”
Siyonizm ve Emperyalizm, kaynakları ve kültürleri kendilerini cezbeden, ya da tehdit olarak gördükleri ülkelerin insanlarını kısa, orta ve uzun vadeli projelerle kimliklerinden uzaklaştırmak için hedef tahtasına koyarlar. Bu ülkelerin başta gelenlerinden biri de bizim ülkemizdir. Türkiye’dir.
Batının bize dönük uygulamaya çalıştığı en önemli emperyalist politikası Kültür Emperyalizmidir. Bu politika bizim yerli, milli, İslami, Kültürel değerlerimizi yok edip, yerine kendi kokuşmuş değerlerini benimsetip kabullendirme çabasıdır. Kültür Emperyalizmi, siyasi, ekonomik ve askeri emperyalizmin zemini ve aracıdır. Milletimizi, zihni, ruhu, kalbi, bilinci iğdiş edilmiş, beyinleri işgal ve ifsat edilmiş bir kalabalık haline dönüştürmek ve kolay yönetilebilir hale getirmek için yüz elli yıldır bütün güçleri ve imkanları ile uğraşmaktadırlar. Hedefleri, beyinleri teslim alınmış kitleleri siyasi emperyalizmle kolayca yönetmek, ekonomik emperyalizm ile soyup soğana çevirmek, askeri emperyalizmle de ülkeyi kolayca işgal edilebilir hale getirmektir.
Yaklaşık yüz elli yıldır Müslüman Türk’ü İslami kimliğinden soyutlayacak, ferdi, dini ve milli ülkülerinden uzaklaştırıp sadece günlük, hatta anlık yaşayan ruhsuz, kimliksiz, idealsiz kitlelere dönüştürecek emperyalist projeler yoğun bir şekilde uygulanmaktadır. ABD, Batı ve yerli işbirlikçileri Türk Milletini sadece bedensel ihtiyaçlara dönük bir hayat kurgusu içinde çürütüp yok etmek için sinema, müzik, eğlence hayatı, merasimler, giyim kuşam, magazin vb. gündelik zevkleri hayatın merkezine koyarak geçmişini unutmuş, gelecek tasavvuru olmayan bir toplum haline getirmek istemektedir. Bu çabalarında ciddi mesafe almadıklarını söylemek de kolay değildir. Neticede gayretlerinin meyvesi özentilerimize, giyim tarzımıza, gündelik meşguliyetlerimize, olaylara bakış ve etkilenmedeki duyarsızlığımıza, reklamlarımıza, sokaklarımıza, isimlerimize kadar pek çok yerde kendisini göstermektedir. İnsanımızın değer yargıları ve algılarını tahrip ederek FİKİR KİRLİLİĞİ oluşturmak, İslam ve insan düşmanı bireyler yetiştirmek temel hedefleridir. Celladına aşık olmuş bir millet oluşturma gayretleri hızla devam etmektedir.
Türk-İslâm medeniyeti bin senedir tertemiz ehli sünnet itikadı sayesinde bugüne kadar bu tahribattan en az etkilenmiştir. Son 150 yıldır ise tahrifat bir hayli artmış ve içimizde kaynağı dışarıda olan pek çok fikirler türemiştir. İlk olarak hedefleri halkı cahil bırakmak ve göndermiş oldukları ajanlar ile bu topraklarda kullanabilecekleri insanları avlamak olmuştur. Hempher, Aubrey Herbert, Wilfrid S. Blunt, Lawrence gibileri bu ajanlara misaldir. Görevli ajanlar vesilesi ile gerek din adamı gerek devlet adamı pek çok kişi bu ağa düşürülmüştür. Bu ajanların hayatları araştırıldığında meselenin vahameti daha iyi anlaşılacaktır. Daha sonra ekseriyeti İngiliz fikriyatına sahip kişiler devlete sızmaya başlamış. İçimizden gibi gözüken pek çok hoca kılıklı zavallılar bozuk kitaplar yazarak faaliyetlerine başlamışlardır. C. Efgani, M.Abduh hayranı modernist ilahiyatçılar bu gün de olduğu gibi oryantalistlerden ilham aldıkları hadis tenkidçiliği gibi tekniklerle müslümanların kafalarını karıştırmışlar, itikadını bozmaya çalışmışlardır. Yine son senelerde Ekber Şah‘ın Hindistan’da 400 sene önce yapmaya kalktığı ve İmam-ı Rabbani hazretleri gibi alimler sayesinde gerçekleştirme imkanı bulamadığı dinler arası diyalog projesini uygulayıp bütün inançları birleştirelim çabaları gösterilmiş, Günümüzde bu kirli senaryonun uzantıları 15 Temmuzda işi ülkemizi işgal girişimine kadar götürmüştür. Son zamanlarda deizm modasının artış göstermesinde bu sapık fikir sahiplerinin etkisi büyüktür.
Kısacası tarihin hemen her devresinde birtakım tahrip teşebbüsleri sürüp gitmiştir. Sömürülen ülkelerde dini tahribatın yanında diğer bir büyük istila ise o ülkenin dilini bir nevi işgal etmek şeklinde olmuştur. Sömürgeciler sömürdükleri ülkelerde insanları kendi dillerini öğrenmeye mecbur bırakırlar. Buna misal olarak yazımızın başındaki anektot çok anlamlı ve düşündürücüdür.
Günümüzde pek çok ülke zihinsel işgal altındadır. Özellikle Ortadoğu’da, Afrika’da, Güney Amerika’da, Güneydoğu Asya’da bazı ülkeler ve tabi ki en çok gayret edilen yer de ne yazık ki ülkemiz Türkiye’dir. Bu meselenin uzmanı İngilizlerdir. Konu hakkında Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri efrâdını câmi, ağyârını mâni en güzel tarîfi yapmış ve şöyle söylemiştir;
”İslamın en büyük düşmanı İngilizlerdir. İslamiyeti bir ağaca benzetirsek, başka kâfirler, fırsat bulunca, bu ağacı dibinden keser. Müslümanlar da, bunlara düşman olur. Fakat, bu ağaç bir gün filiz verebilir. İngiliz böyle değildir. Bu ağaca hizmet eder. Besler. Müslümanlar da, onu sever. Fakat gece kimse anlamadan köküne zehir sıkar. Ağaç öyle kurur ki, bir daha süremez. Vah vah çok üzüldüm, diyerek müslümanları aldatır. İngiliz’in, İslâm’a böyle zehir salması demek, para, mevki ve kadın gibi, nefsani arzular karşılığında satın aldığı yerli münafıkların, soysuzların elleri ile İslâm âlimlerini, İslâm kitaplarını, bilgilerini ortadan kaldırmasıdır.”
Özellikle Müslüman ülkelere çok büyük zulümler ve hainlikler yapmış olan İngilizler, Kültür emperyalizmi ile yaptıklarını gizlemişlerdir. O ülkelerde tarih kitaplarının yazılmasına kadar müdahil olmuşlar. Yerli işbirlikçileri vasıtası ile gerçek bilgilerin yeni nesillere aktarılmasını engellemişlerdir. Kendilerine karşı gösterilmiş direnç ve kahramanlıkların yeni nesillerce bilinmesinin önüne geçmişlerdir. Kut-ul Amare zaferinin ve daha nicelerinin tarih kitaplarımızda yer almaması, genç nesillerce bilinmemesi ya da yanlış öğretilmesi bu yüzdendir.
Kendilerindeki hainlere yaşam hakkı tanımayan bu ülkeler, Emperyalist emellerinin olduğu ülkelerde halkın duyarlılıklarını ortadan kaldırmaya çalışırken içlerindeki asalet sıkıntısı olanlardan da işbirlikçi hainler üretmişler ve onlar vasıtası ile programlarını kolayca uygulamışlardır.
ABD eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger: "Biz Amerika olarak neden güçlüyüz, biliyor musunuz?" der ve cevap verir; "bizler Amerika olarak içimizdeki vatan hainlerini çabuk öldürürüz. Dünyanın birçok memleketinde vatan hainlerini ise kahraman yapar, ülkelerinde önemli yerlere getiririz."
Ömrünü İslam’a ve Müslümanların şuurlanmasına adayan Prof. Dr. Necmeddin ERBAKAN; “Siyonizm bir timsaha benzer. Bu timsahın üst çenesi Amerika, alt çenesi Avrupa, beyni İsrail, gövdesi ise içimizdeki işbirlikçilerdir.” İfadesi ile konuyu özetlemiştir.
Zihinlerin işgal edilmesi, toprakların işgal edilmesinden daha vahim bir durumdur. Bu gün Müslüman toplumların pek çoğunda dindar olduğu düşünülen insanların bir kısmı bile bu işgalin etkisi altındadır. Sıkışınca yalan söyleyebilen, kafası bozulunca küfür edebilen, dara düştüğünde faiz, fırsat bulduğunda hak ve rüşvet yiyebilen, çıkarları söz konusu olduğunda hak-hukuk tanımayan, menfaati olan yerde haram-helal gözetmeyen, tıpkı Çin Malı gibi görüntüsü muhteşem, dayanıklılığı, direnci, kalıcılığı, etkisi sıfır bir Müslümanlık anlayışı oluşmuş ve yaşanmaktadır. Beyinlerin işgali, algıları, değerleri, vasıfları değiştirmiş, tahrif etmiştir. Keyfiyeti tahrif olmamış islam anlayışına sahip Müslüman sayısı iyice azalmıştır.
Devletlerin, din adamlarının, sosyologların, vatanını ve milletini seven bütün ilim ehlinin en büyük görevi milletini, özellikle gençlerini bu tür Siyonist ve Emperyalist tuzaklara karşı korumaktır. İmam-ı Rabbani Hz.nin Ekber Şah’ın tahribatına karşı yaptığı gibi aklen, fikren, ilmen çaba, duruş, gayret ve cesaret göstererek engel olmaktır. Aksi halde Nurettin YILDIZ Hoca efendinin dediği gibi “Beyinler işgal ve ifsat edildikten sonra, ne baştaki örtü, ne çenedeki sakal kimseyi kurtarmayacaktır.”
Kısaca özetlersek 18 yılın sonunda geldiğiniz noktayı şu şekilde özetleyebiliriz. Ahlakımızdan, adaletimizden, kardeşliğimizden, merhametimizden ve değerlerimizden her türlü tavizi verdiğimiz ama itibarımızdan zerrece taviz vermediğimiz bir Müslümanlık yaşıyoruz. Sadeliğin yerini gösterişin, mütevaziliğin yerini kibrin, nezaketin yerini kabalığın, samimiyetin yerini protokol kurallarının, kardeşliğin yerini menfaat hesaplarının aldığı bir dönemde imtihan oluyoruz… Malda, makamda, lükste, konforda ve maddiyatta elitleşirken, ahlakta, kültürde, nezakette, merhamette ve insanlıkta büyük bir bedevileşme krizi yaşıyoruz. Gırtlağına kadar mala, makama, mevkiye ve paraya batmış Müslümanların tüm bu şaşanın ve gösterişin içinde nasıl da içten içe bir bedeviliği büyütüp beslediklerine şahitlik ettiğimiz, dünyayı değiştirmek için yola çıkan Müslümanların nasıl da dünyaya daldıklarına ve değiştiklerine hayret ettiğimiz dönemlerden geçiyoruz…
Ne güzel bir yazı. Düşündürücü ve kendine getirici. Çakma müslümana dönüşmüşüz de farkında değiliz.
Güzel yorum. Allah razı olsun.
Eyvallah sayın hocam. Yıllardır İslam coğrafyasında yaşanan handikapları dile getirmişsiniz. Konjonktüre göre çoğu zaman kurtarıcılar da icat edilerek bu ümmetin itikatlari da ifsat ediliyor. Allah razı olsun. Rabbim basiretimizi artırsın.
Kaleminize, kelamınıza, üslubunuza, teşhisinize sağlık değerli hocam. Sanki beni ve günümüz müslümanının durumunu, İslamla aramızdaki mesafeyi, bizi ne hale getirdiklerini anlatmışsınız. Hacımız, hocamız hep etkilenmişiz şu gavurun tahribatından da haberimiz yok. Cahillikten farkında da değiliz.
Mustafa Hocam, teşekkür ederiz. Harika bir konuya. Büyük bir derdimize değinmişsiniz. Allah sizden razı olsun.
Yazı güzel de N. Hoca'nın kıyası garip. Zaten ifsad emarelerinden biri de şeair ve şekildir. Demek istenni anladık, temsil yerinde değil.
Cesur, gerçekleri ve hakkı dile getirebilen hocam, Allah selamet versin.
Çok yerinde tespitler kıymetli hocam..Bir zamanlar mücahit dediğimiz,inancından zerre taviz vermeyen kardeşlerimiz bile o zaman yanından geçmeyeceği hususlarda bugün''Ama'' ile başlayan cümleler kurarak kendilerini temize çıkarma gayretindeler..Bu grubun içine biz de dahiliz..