Asrın en sinsi ve en bulaşıcı hastalıklarından biri kendimizi bırakıp dışımızla ve dışımızdakilerle meşgul olmaktır. Son zamanlarda bu yüzden kendimize dönmeyi, içe bakmayı çok ihmal ettik hatta unuttuk. Dışımız ve dışarı ile meşgul olurken içimizi ve içeriyi ihmal etmek insanı çok yoruyor. Zira içeriyi unutunca içtenlik ve samimiyet kayboluyor. Pek çok şey sahte, zoraki ve göstermelik oluyor.
Dışımızla ilgilendiğimiz kadar içimiz ve iç dünyamız ile ilgilenmiş olsaydık, başkalarındaki kusur ve ayıpları görmeye ve ayıplamaya ayırdığımız zaman kadar kendi eksiklerimizi görme ve giderme derdine düşseydik bugün içinde bulunduğumuz pek çok kusurumuzdan ve sıkıntımızdan kurtulmuş olurduk.
Dışa dönük atılım ve açılımlarımız önemli ölçüde arttı ancak iç acılarımız ve sıkıntılarımız büyüdü. Kazanmanın derdine düştük lakin kazandık zannettiklerimizin bize neleri kaybettirdiğinin hesabını yapmadık. Kazanma hırsa dönüşüp, kaybetme korku halini alınca insan acımasızlaşıyor, duyarsızlaşıyor, kural ve değer tanımaz hale geliyor gerçeğini hiç hesap etmedik. Dünyayı ve pek çok dünyalığı kazandık ama özümüzü, kendimizi kaybettik. Birçok şeye sahip olduk ama huzursuzluk, kanaatsizlik ve bereketsizlik belasından kurtulamıyoruz. Evlerimiz genişledi fakat ruhlarımız daraldı. Herkes kendisini dışarı atmanın, evde kaybettiğini dışarıda aramanın derdine düştü. Nasrettin Hoca bahçede yüzük ararken komşusu sormuş; Hocam ne arıyorsun? Yüzük demiş hoca, yüzüğümü kaybettim de. Peki nerede kaybettin yüzüğünü diye sorunca ahırda kaybettim deyivermiş hoca. Komşu gülmüş. Hocam ahırda kaybedilen yüzük hiç bahçede bulunur mu? Ama orası karanlık demiş hoca. Hiç kimse evde kaybettiğini sokakta bulma şansına sahip değildir. Bu yüzden belki de insanlara ve olaylara karşı hazımsız ve tahammülsüz olduk. Haset ve husumetten, Stres, tedirginlik ve gerginlikten kurtulamıyoruz. Dünyamız güvensiz, keyfimiz kaçık, hayatımızın tadı tuzu yok. İnsanlar çoğaldı ama insanlık azaldı. Soğuk ve samimiyetsiz bir hayata, donuk bakışlara, güvensiz ve endişeli ilişkilere, ruhsuz bir kulvara doğru hızla savruluyoruz.
Sanki dünyanın içinde olmak bize yetinmedi de dünya bizim içimize kaçtı. Dünyevileşmek bencilleşmeyi, duyarsızlaşmayı, değersizleşmeyi de beraberinde getiriyor. İdealler çökünce, iradeler zayıflayınca iddialar da unutuluyor. Moral gidince mecal kalmıyor. Mücadele alanı genişlese bile heyecan ve samimiyet kalmayınca verilen emeklerden beklenen sonuç alınamıyor.
Yeni bir heyecan oluşturmaya ihtiyacımız var. Müslümanlar olarak önce biz yanmıyorsak kimseyi tutuşturamayız. Maneviyat, ruhaniyat eksik olunca, maddiyat, makam, mevki kimseyi hedefe taşımıyor. O zaman sahip olunan her şey böbürlenme ve menfaatlenmeden başka işe yaramıyor.
Malumat zengini ama marifet yoksunu bir hale geldik. Bilgi çok fakat bilgelikte sınıfta kalıyoruz. Teşebbüslerimiz çok ama ilahi tecellileri yanımıza alamadan sonuç alınamıyor. Hazlar baskın çıkınca heyecan kalmıyor. Hırslar kontrol edilemezse ihlas ve samimiyet olmuyor. Hız dünyasında halsiz, mecalsiz kalışımızın nedeni hayata nereden baktığımızla ilgili. Değerleri ıskalayan, rahatımızı ve menfaatimizi önceleyen bir bakış açısına sahibiz. Üzerimize çöken ağırlığı atmak, kalpsiz bir dünyada huzurlu ve mutlu yaşanamayacağını idrak etmek zorundayız.
Fırsatları değerlendirebilmek için ferasete ihtiyacımız var. Basiret yoksa görüşler bulanık oluyor. Hikmet olmadan hakikate ulaşılmıyor. İlahi yardım gelmeyince imkanlar bir anlam ifade etmiyor ve imtihan başarılamıyor. Aşkımızı besleyecek adanmışlıklara, güçlendirecek arınmışlıklara ihtiyacımız var. Kitap, sohbet, muhabbet, dostluk ile ilişkilerimizi yeniden oluşturmamız lazım. Doymuşluk sendromundan, bilmişlik enaniyetinden, ilgisizlik illetinden hızla kurtulmamız gerekiyor.
Amatör ruhumuza, hesabi olmayan samimiyetimize, dini ve milli kimliğimize, özümüze yeniden dönmeliyiz. Hayırda yarışanların, salih amel peşinde koşanların hayra ve sevaba olan arzusu, günah işleyenlerin günahlara düşkünlüğü ve cesaretinden daha fazla olmalıdır. Stadyumlarda taraftarların çılgınca coşkusu ve ortalığı inleten haykırışı Gazze’de mazlumlar katledilirken de duyulmalı, Mazlumların mağduriyeti insanım diyen herkesin derdi ve gündemi olmalıdır. Görünür olma derdi erdemli olma derdinin önüne geçmemelidir.
Yaşananlar ne olursa olsun Müslümana düşen aşk ve aksiyondur. Doğru yerde durmak, doğru açıdan bakmak, bize düşeni, elimizden geleni yapmaktır. Yani bir rüzgâr estirmek ve yeni bir ruh yakalamaktır. Yeniden yola koyulmaktır. Şu an secdelerde rehabilite olma, huzuru huzurda arama vaktidir. Günümüz, dinamizmi ve ihlası şadırvandaki abdest suyunun soğukluğunda aramanın ve onda arınmanın zamanıdır. Kaybettiklerimizi başka yerlerde aramak beyhudedir. Sadıklarla, salihlerle, derdi olanlarla, samimi insanlarla bir arada yeni seferlere, yeni ufuklara açılmamız gerekiyor. Rabbimiz buyuruyor; “İman edenlerin Allah’ı anma ve ondan hak sebebiyle kalplerinin huşu içinde olma zamanı daha gelmedi mi?” (Hadid, 16)
Eyvallah üstad. Allah Razı olsun Mustafa Hocam. Çok güzel bir konu seçmişsin. Allah'a emanet olun inşallah
Hayırlı cumalar hocam. Kaleminize yüreğinize sağlık.
Yüreğine sağlık Saygı değer abim. RABBIM yeryüzünde ki Müslümanlara birlik beraberlik şuuru nasip etsin. Gamzenin durumu orta da hani Muslumanlar bir vücut gibi olmalı idi.Yarin Peygamberimizin yüzüne nasıl bakacağız.HAYIRLI geceler cumalar dilerim
Hazlar baskın çıkınca heyecan kalmıyor. Hırslar kontrol edilemezse ihlas ve samimiyet olmuyor. Hız dünyasında halsiz, mecalsiz kalışımızın nedeni hayata nereden baktığımızla ilgili. MÜKEMMEL
Şu an secdelerde rehabilite olma, huzuru huzurda arama vaktidir. Günümüz, dinamizmi ve ihlası şadırvandaki abdest suyunun soğukluğunda aramanın ve onda arınmanın zamanıdır.
Yazılarınızın hepsi birbirinden güzel. Hepsinden ayrı ayrı istifade ediyoruz. Allah razı olsun.