“Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine kul olmaya devam et” (Hicr- 99) ayeti hayatın kulluk adına sürekli bir mücadeleyi gerektirdiği konusunda çok önemli bir uyarıdır. İçinde yaşadığımız zaman her şeyiyle ve olanca hızıyla Müslümanın imanına musallat fitneler ve yaşantısını dönüştürmeye dönük plan ve pusularla dolu. Olaylar, yazılı ve görsel iletişim vâsıtaları, imanımızı kalbimizden, ibadetimizi hayatımızdan, ahlâkımızı vicdanımızdan söküp almak için üzerimize çullanıyor. Bizi değiştirmek, çağa uydurmak, modernizme teslim etmek için türlü tuzaklarla üzerimize geliyor. Bu durum karşısında Üstad Necip Fazıl Kısakürek, “İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su; Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.” Demekten kendini alamamış.
Bütün bu yüklenmelerden dolayı insanımız ciddi zihin bulanıklıkları yaşıyor. Rüzgârın önündeki saman çöpü gibi savruluyoruz. Bugün, “sapasağlam Müslüman” dediğimiz insana yarın ne diyebileceğimizi kestiremiyoruz. İnsanımızda İslami hayattan dünyevileşmeye doğru müthiş bir kayma var. Bazı Müslümanların düğünleri, düğünlerdeki masrafları, yaşantılarındaki özenti ve israfları, oyun ve eğlenceleri, tercihleri ciddî manada düşündürüyor. Sözünde durmayan, başkalarını aldatan insanların sayısı gittikçe artıyor. Yaşadığı çağa ayak uyduran, inandığı gibi yaşamayı değil, yaşadığı gibi inanmayı seçenlerin sayısı her geçen gün çoğalıyor.
Müslüman, teslim olan, gideceği yolu seçmiş insan demektir. Olaylara iman nuru ile bakan, ferasetle ileriyi gören, dostunu düşmanını iyi seçen, dolduruşa gelmeyen ağır insandır. Olayları iyi okuyan, her şeyi gerçek manası ile anlamlandıran, sık sık fikir değiştirmeyen kararlı insandır. Çünkü Müslüman’ın bir elinde Kur’an, bir elinde de Sünnet vardır. Allah’a kul, Hz. Muhammed’e ümmet olan şahıs, nasıl olur da olayların önünde bir saman çöpü gibi, bir o tarafa bir bu tarafa savrulur? Kur’an’dan ve Sünnetten beslenen bir Müslüman, nasıl olur da sık sık fikir, makas ve yaşantı değiştirir?
Çevresindeki dayatmalara karşı direnemeyip savrulan Müslüman, kendisini yeniden gözden geçirmelidir. Sosyal hayatta, aile hayatında, ferdî yaşantısında durmadan taviz veren Müslüman, olduğu yerde durmalı ve kendini ciddî bir muhasebeye tabi tutmalıdır. Müslüman olmam neyi gerektiriyor? Sorusunu herkes kendisine çok ciddi şekilde sormalı ve bu konuda kendisini sorgulamalıdır. İnsanların çoğu, ya kimliklerinde “dini İslâm’dır” yazılı olduğu için veya Müslüman anne ve babaların çocukları oldukları için Müslüman olduklarını düşünüyorlar. Ancak, Müslüman olmanın ne anlama geldiği ve neleri gerektirdiği üzerinde hiç durmuyorlar. Bu dine mensup olmanın neyi gerektirdiği bilmiyorlar ve de ilgilenmiyorlar. O nedenle onların başka bir yerde, İslâm’ın başka bir yerde olduğu, bilen, bakan, gören herkes tarafından fark ediliyor.
Müslüman olmak insana sorumluluklar yükler. Mesela; Ben bir Müslüman olarak evvela inancımda Müslüman olmalıyım. İbadetimde Müslüman olmalıyım. Ailemde ve evimde Müslüman olmalıyım. Ahlâkımda Müslüman olmalıyım. Ticaretimde Müslüman olmalıyım. İşyerimde Müslüman olmalıyım. Tercihlerimde Müslüman olmalı ve geleceğin İslâm’a ait olduğuna inanmalıyım.
Müslüman olmam, İslam için yaşayan ve İslam için yaşatma derdinde olan insan olmamı gerektirmektedir. Bunun için öncelikle, İslâm’ı hayatıma hakim kılmalıyım. İnsanların İslam’ı bulması ve bilmesi için çalışmanın gerekli olduğuna inanmalıyım. İslâmî çalışma metotlarını, İslâmî sorumluluklarımın boyutlarını, İslâmî çalışmanın temel prensiplerini, Kur’an ve Sünnet çerçevesinde Mensubiyet şartlarını ve onun gereklerini anlamalı, bilmeli ve yerine getirmenin gayretinde olmalıyım.
Müslüman’ın sadece kendini Müslüman olarak ilan etmesi yetmez. Yüce Rabbimin, beni Müslüman olarak kabul etmesi gerekir. Rabbimin, beni Müslüman olarak kabul etmesi için de, O’nun her emrini kabul edip yapmam ve her yasağından kaçınma gayretinde olmam gerekir. Böyle yapmadan tam manasıyla Müslüman olmuş olamayız. Dilimle Müslüman olduğumu söyler de yaşantımla kâfirlere, müşriklere, münafıklara, Hristiyanlara, Yahudilere benzersem öbür dünyada halim perişan olur. Bu konuyu şimdiden düşünmem ve çözmem gerekir.
Camide Müslüman olduğumuz kadar çarşıda da Müslüman olmamız gerekir. Evde ibadetlerimizi yerine getirdiğimiz kadar işyerinde de ibadetlerimizi yerine getirmeliyiz. Eşimizin, çoluk-çocuğumuzun hakkını görüp gözettiğimiz kadar öğrencilerimizin hakkını da görüp gözetmek durumundayız. Aldığımız maaşın helâl olması için işimize gösterdiğimiz özen kadar çalıştırdığımız insanların hakkını tam manasıyla ödemek için de özen göstermek zorundayız. Darlıkta nasıl yaşarsak varlıkta da öyle yaşamalı, bizi tanıyanların yanında nasıl oluyorsak tanımayanların yanında da öyle olmalıyız.
Herkes, yaşadığı hayatın ne kadar İslâmî olduğunu yeniden bir daha gözden geçirmelidir. Yüce Rabbimize mi, nefsimize mi kulluk ettiğimizin muhasebesini çok iyi yapmalı ve Rabbe kul olmadaki eksiklerimizi bir an önce tamamlamalıyız. Unutmamalıyız ki, Azrail mühlet veremiyor.
YORUMLAR