Asr-ı Saadet, İslâm medeniyetinin, insanlık tarihinde ulaşılabildiği en mükemmel zirvedir. Fıtratın asıl kimliğinin, ilâhî ilim, irfan ve hikmetle yoğurulması ile oluşmuş Faziletler Medeniyetidir. Biri birlerinin derdiyle dertlenen, başkalarının huzur ve saadeti için kendi huzurundan fedakarlık eden gönüller tarafından inşa edilen bu medeniyette kısa bir sürede zenginler zekât verecek fakir bulamaz hale gelmiştir. Zira onlar, “komşusu açken tok yatamayan” hayırlı ümmet olarak insanlığa ışık olmuşlardır.
O hayırlı ümmet, din kardeşliği ve diğergâmlıkta Müslüman şahsiyetinin tüm özelliklerini yaşadılar ve yaşatmanın gayretinde oldular. Hazret-i Mevlana’nın şu mesajı Müslüman şahsiyetini çok güzel yansıtır; “Şems k.s. bana bir şey öğretti: “«Dünyada bir tek Mü’min üşüyorsa, ısınma hakkına sahip değilsin!» Biliyorum ki yeryüzünde üşüyen mü’minler var; ben artık ısınamıyorum”.
Bu anlayışa Allah Resulü’ün rehberliğinde insanlarda oluşan sorumluluk duygusu ve insanlık bilinci ile ulaşılmıştır. Günümüz insanının en büyük eksiği insanlık, yani "iyiliği emredecek her türlü kötülükten sakındırmaya çağıracak" bir sesin eksikliğidir. Bugün bu insani sorumluluğu üstlenecek, inisiyatif alacak, bu yolda risk almaktan çekinmeyecek, insanlığın kurtuluşu ve huzuru için fedakarlık yapabilecek fedakar yüreklere, hayırlı oluşumlara ihtiyaç var.
Ekonomik ve ideolojik savaşlardan yorgun düşmüş dünyanın geleceği endişe veriyor. İnsanlığın acısına yabancılaşan bireyler arttıkça, vicdan denen insanlık damarı da kurumaya doğru yol alıyor. Başkalarının acılarını izlemek normal bir şey gibi algılanır hale geldi. Kimsenin acısı kimseyi acıtmıyor. Katılaşan kalpler, şartlanmış beyinler, körleşen vicdanlar, taşlaşan ruhlar yaşanan acılarla ilgilenmiyor. Bu durumda yeryüzünün ıslahını hedeflemiş bir iyilik hareketi aciliyet arz ediyor. Kötülüğe karşı bir ortak direniş ruhu oluşturmak günümüzün en acil ihtiyaçlarının başında geliyor.
Bu çağa bir iyilik aşısı yapmak gerekiyor. Müslümanlar olarak, küresel trajedilerin pasif izleyicileri olarak kalamayız. Bizi bir şekilde seyirce kalmaya ikna etmek istiyorlar. Fakat bize düşen ulvi amaçların sesi ve savunucusu olmaktır. Kur'an bizi buna göre konumlandırıyor: "Siz insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırsınız." (Al-İmran 110) Kötülüğü kanıksamış, kötülükle övünen bir dünyanın akıbetinden hayır beklenemez. Burada görev iyilere düşüyor. İyiliği sürdürebilmenin, kötülüğe karşı durabilmenin sırrı ayetteki ifadelerde saklı.
Bugüne kadar seküler, rasyonel, liberal reçeteler bu yarayı ne tedavi ne de tatmin edebildi. Artık tüm bunları aşmak ve ilahi olanda buluşmak lazım. İnsanlığın, Kutsal değerlere yaslanmaktan başka çıkış yolu kalmamıştır. Tüm sahip olduklarımıza ve sorumluklarımıza uhrevi bir boyut kazandırmadan sorumluluktan kurtulmak da hedefe yürümek de mümkün değildir.
Müslüman öncelikle, İstikamet ayarlı, ahiret öncelikli bir yaşamda kararlılık göstermek zorundadır. Dünyevileşmeyi durdurmadan, duruşumuzu koruyamayız. Doğrularımızın mücadelesini sürdüremeyiz. Tevhid ile arınmadan, takva ile donanmadan Hakk'ın temsilcisi de tebliğcisi de olamayız. İç dünyasında manevi temizlik hareketini gerçekleştiremeyenler, dış dünyada sürdürecekleri iyilik projelerinden sonuç alamazlar. Islah hareketi ancak salihler eliyle gerçekleştirilebilir. Zira, Allah yeryüzünü vahiyle arınmış temiz ellere emanet edecektir.
Müslüman olarak en önemli sermayemiz İslami kalitemiz, insani damarımız olmalıdır. Kendini önceleyen ve sadece kendisi için yaşayanlarla hiçbir mesafenin alınması mümkün değildir. Bencillikten, fırsatçılıktan, çıkarcılıktan, hesapçılıktan kurtulmadan bilgimizin, birikimimizin başarımızın, zenginliğimizin İslam ve insanlık adına hiçbir hayrı ve faydası olmayacaktır. İslam davası başkası için yaşama erdemini kuşananların omuzlarında yükselecek ve yürüyecektir. En anlamlı ve yaşamaya değer hayat insanların huzur, mutluluk ve hidayeti için yaşanan hayattır.
YORUMLAR