Bu gün İslam Dünyasında Müslümanlar, İslami kimlikleri ile, yaşadıkları hayatın ve şartların onlara biçtiği kimlikler arasında bocalayıp durmakta, bir tercih yapamamanın sıkıntı ve bunalımını yaşamaktadırlar.
Müslüman, Allah’a teslim olan. Allah’ın koyduğu kurallar çerçevesinde hayatını tanzim etme taahhüdünde bulunan emniyet insanıdır.
Yani, “Müslüman; Müslümandır” Kimliğini Müslüman olarak tanımlayan birinin söz ve davranışları, başkaları tarafından, İslâm açısından sorgulanabiliyorsa, demek ki, Müslümandan beklenen veya ancak onun yerine getirebileceği düşünülen bazı davranış ve tutum biçimleri vardır ve olmalıdır.
Kendi kimliğini Müslüman olarak tanımlayan kişiden başkalarının İslami davranışları beklemesi kaçınılmaz olur. Bir Müslümanın yapmak ya da kaçınmak zorunda olduğu tutum ve davranışlar onun İslami kimliğini oluşturur.
Kur’an ve Hadislere bakıldığında doğrudan ya da dolaylı olarak Müslüman’ın nasıl olması, neleri yapıp, nelerden kaçınması gerektiği, yani Müslümanın kimliğinin tanımlandığı, niteliklerinin belirtildiği açık şekilde görülür.
Müslüman olmak için Kelime-i Şehadeti getirmek, bunu dili ile ikrar edip kalbi ile tasdik etmek gerekli ve yeterlidir. Ancak bu kelimeyi söyleyen onun muhteviyatına da boyun eğdiğini belitmiş ve kabul etmiş olur ki Müslüman’ın tanımı burada başlar. Bu noktadan sonra da karşımıza bazı meseleler çıkmaya başlar. Kelime-i şehadet getirmenin sonuçları da bulunmaktadır. İşte o sonuçlar bizi, İslâm’ın ve İman’ın şartlarına götürür. Müslüman olan kimsede İslâm’ın ve İmân’ın şartlarını yerine getirme sonucu ve mükellefiyeti doğar.
Bu mükellefiyetler yerine getirilmediği takdirde kişi Müslüman olmaktan çıkmaz. Fakat, görevini yerine getirmeyen bir Müslüman durumuna düşer ve bu kez de hem bu dünyada, hem ahirette borcunu yerine getirmemiş olanlara mahsus müeyyidelere maruz kalır.
İmanın şartları, Müslümanı kişisel boyutta tanımlar. Kişi Müslüman olup olmadığını, âmentünün şartlarında kendisini test ederek irdeleyebilir. Bu irdelemede kişi kendini ya Müslüman olarak kabul eder veya Müslüman olmadığı hükmüne varır. Burada, işin yüzdesi (%) yoktur. Ya hep, ya hiç geçerlidir. Bu demektir ki; Kur’an da belirtilen hususların tamamını kabul eden, hiç birini inkar etmeyen kişi inandıklarını yerine getiremese bile Müslümandır. Ancak bunların büyük çoğunluğunu kabul edip yaşasa bile bir tanesini dahi inkar ediyorsa İslam çerçevesinin dışına çıkar.
Kişinin Müslümanlığının sosyal boyutu İslam’ın şartları ile belirlenir. Müslüman’ın İslam’ın hükümlerine uymaya rıza göstermesi ile Onun yaptırımları da devreye girmiş olur. Burada geçerli olan İslam’ın şartları Müslüman’ı toplum yararına da yaşamaya mecbur eder. Artık kişisel iman boyutunun ötesinde İslam’ın hukuk müeyyideleri (yaptırımları) devreye girer. Çünkü burada kişi İslâm’ı yalnızca kendi şahsı için yaşamaz, onunla birlikte, toplum içinde ve toplum yararına da yaşamaya başlamış olur. Böylece toplumsal ve siyasal alanda İslâm hukukunu uygulamanın zemini de oluşmuş olur.
Ancak, bu son noktaya gelmek, Müslümanın, Müslümanlığı konusunda, kendi iç meselelerini halletmiş olmasını gerektirir. Günümüzün, Müslüman bireyinin bu anlamda kimlik sorununu hallettiğini söylememiz mümkün görünmüyor. O, henüz, kendisinin İslâm’ın neresinde durduğunun bile farkında değilmiş gibi görünüyor. Öte yandan geçmişinde Müslüman olarak yaşamış bir toplumun bugünkü üyeleri kendi Müslüman kimliğini unutmuş görünse bile, o, dışarıdan, hâlâ bir Müslüman olarak telakkî ediliyor. Bu durumun son örneği Bosna savaşında yaşandı. Orada, Boşnaklar, Müslümanlıklarını unutmuş olmalarına rağmen (bir kısmı da olsa), onlara saldıranlar, onları Müslüman olarak kabul ediyordu. Nitekim bu savaştan sonra Boşnaklar da kendilerini Müslüman olarak tanımlamaya başladılar ve İslâmî bilinçlerini yenileme çabasına girdiler. Aynı şekilde, İslâm’ın toplumsal ve siyasal temelde uygulanmadığı fakat ahalisi Müslüman olan toplumlarda kişi bilerek ya da bilmeyerek İslâm’dan uzak bir hayat geçirmiş olsa bile, ona, ölümünde Müslüman muamelesi yapılmaktadır. Demek oluyor ki, kişinin Müslümanlığının toplumsal ve bireysel boyutları farklı karakterler arz etmektedir.
Şimdi, kullandığımız “İslâmî bilinç” deyimine yeniden dönecek olursak; Evet, kelime-i şehadet getiren kimse, sırf bu yüzden ve şehadetin hatırına Müslüman telakkî edilir ve o kimse de başka herhangi bir ek külfete katlanmaksızın İslâm dairesinin içinde yerini alır. Ancak, böyle bir Müslümana biz bilinçli bir Müslüman diyebilir miyiz?
Kendisini Müslüman saymakla birlikte İslâm’a karşı hiç bir sorumluluğunu yerine getirmeyen ve ona karşı hiç bir sorumluluk hissetmeyen birisi, acaba nasıl bir Müslüman kimliği taşıyor olabilir? Acaba böyle bir Müslüman nasıl bir İslâmî bilinç taşımaktadır veya taşımakta mıdır? Burada, kendilerini Müslüman olarak tanımlamış olmakla birlikte, bu tanımlamanın gerektirdiği bilinç üzerinde olup olmadıklarını sınayabilmek için bazı kriterlere başvurma lüzumu ortaya çıkıyor. Kendini Müslüman olarak tanımlayan kişi, acaba:
* Müslüman olmaktan dolayı zaman zaman her hangi bir mahcubiyet duyuyor, eziklik hissediyor mu? Yoksa bundan dolayı Allah’a şükür mü ediyor?
* Yaşantısının her anında kendini Müslüman olarak mı hissediyor, yoksa Müslüman olduğunu arada bir mesela yalnızca bayram günlerinde ve cenaze törenlerinde mi hatırlıyor?
* Müslümanca düzenlenmiş bir dünyada mı yaşamak istiyor, yoksa Müslüman olmayanların öngördüğü bir dünya düzeninde yaşamak onun için fark etmiyor mu?
* İnsanı ve eşyayı Müslümanca telakkîye göre mi yorumlamaya özen ve çaba gösteriyor yoksa seküler (Dini, hayatın dışında değerlendiren) bir bakış açısı ona yeterli mi geliyor?
Böylece, bu ve benzeri sorulara verdikleri cevaba göre karşımıza iki farklı Müslüman tipinin çıkacağını söyleyebiliriz.
Uğur Mumcu, bir gülmece dergisine Müslüman Türk Vatandaşını şöyle tanımlamıştı: “İsviçre medeni kanununa göre evlenen, İtalyan ceza yasasına göre cezalandırılan, Alman ceza muhakemeleri usulüne göre yargılanan, Fransız idare hukukuna göre idare edilen ve İslam hukukuna göre gömülen kişidir.”
Benzer gariplikler Tüm İslam dünyası için de geçerlidir. İslami olmayan düşünceler, mezhepsel tefrikalar, sapık ideolojiler beyinleri işgal etmiş. Müslümanlar kimlik bunalımı yaşıyor. Bu kadar karışık kimliklerden birlik oluşturmak kolay değildir. Bu bunalımdan çıkabilmek, bunun mücadelesini vermek, Müslüman kimliğinde birleşmek, kendimize gelmenin ve kardeş olduğumuzun farkına varıp birlik ve dirliğe kavuşabilmenin, dünya ve ahiret saadetine ulaşabilmenin en temel şartıdır.
Biz, kendini Müslüman olarak tanımladıktan sonra, Müslümanca düşünen ve yaşayan ve Müslümanca düşünme ve yaşama istikametinde tasavvurları olan veya tasavvurları böyle bir dünyanın kurulmasına yönelmiş olan ve böyle bir dünyada yaşamayı dert edinmiş (onu hayatının amacı haline getirmiş) olan kimseye bilinçli Müslüman diyoruz.
Kendini Müslüman olarak tanımlayan kimse, bu iki farklı kategorideki yerinin ne olduğunu kendi kafa yapısına ve vicdanına bakarak kolayca belirleyebilir.
Cenab-ı Hak buyurur; "Ey İMAN EDENLER! Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitab'a ve daha önce indirdiği kitaba İMAN EDİN. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse sapıklığın en koyusuna düşmüş olur." (Nisa, 4/136) Burada, Ey İman edenler hitabının arkasından Tekraren gelen “iman edin” ibaresi dikkat çekicidir. Mü’minler kamil manada iman etmeye çağırılmaktadır.
Yani, "nasıl iman edilmesi gerekiyorsa öyle iman edin" denilmek istenmesinin üzerinde çok ciddi kafa yorulmalıdır.
Hocam, yazınızı geç okuyabildim. çok teşekkür ederim. Müslümanlar olarak kalite sorunumuzu çözmeden, lafta Müslümanlıkla Allah'ın yardımını beklemek çok zor. önce biz kulluğumuzun farkına varacağız, sonra yardım beklemeye yüzümüz olacak.
Cenabı Allah imandan Kuran dan ayırmasın.
Rabbim,öğrenmeyi,öğrendiklerimizle amel etmeyi nasip etsin..Bizi mış gibi yapmaktan korusun..
İnandigı gibi yaşamayan yaşadığı gibi inanmaya başlar, Rabbim inandığı gibi yaşayan ihlaslı kullarından eylesin.Amin
Gerçekten müslümanlık ayarımız sıkıntılı. hayatımızda Allah'ın yasak ettiği her şey var Ama biz müslümanız. oh ne güzel.
Yine nokta atışı teşhisler öğretmenim. Yüreğinize,kaleminize sağlık.
Enfes bir yazı olmuş değerli hocam. Müslümanlığımızın ayarı düşük anlaşılan.
Hocam Teşekkürler Bir Müslümanın nasıl olması konusunda bizleri bilgilendiriyorsunuz. Aynı zamanda Bir Müslüman Allah ve Peygamberi sevmesini ve bu çerçevede kulluk etmesini sağlamak. Bilindiği gibi insan sevdiğinden kıymet alir