Önyargı; bir kimse veya bir şeyle ilgili olarak önceden edinilmiş, çok fazla araştırma ve bilgiye dayanmayan, olumlu ya da olumsuz yargı, peşin hüküm, edinilmiş fikir anlamlarına gelir.
Önyargı kesin olarak bilmediğimiz şeyler hakkında verdiğimiz hükümdür. En adaletsiz yargı ön yargıdır. Ön yargı tarafgirliktir. Birinin yanında başkasının karşısında olmaktır. Empatiden yoksundur. Kendisini ötekinin yerine koyamaz. Başkasını okuyamaz. Ön yargılı kişi herkese ya şüpheyle bakar ya da körü körüne bağlanır. Ön yargı suizandır, Hüsn-ü zannın en büyük düşmanıdır. Oysa insan hüsn-ü zan ile emrolunmuştur. “Sû’-i zan etmeyin. Sû’-i zan, yanlış karar vermeye sebep olur.” Hadis-i Şerifindeki tavsiyeye ters düşer.
Önyargı şeytandandır. Şeytandan insana sirayet eden dört hastalık vardır. “Yeis (umutsuzluk), Ucub (kendini beğenme), Gurur ve Sû’-i Zan.” Ön yargı, sû’-i zan ve gururdan kaynaklanır. Bunun için ön yargı şeytandandır. Ön yargılı acele ve bilgisizce hareket eder. Acele işe ise şeytan karışır.
Önyargılar kişilerin birçok gerçeği fark edememesine, gözden kaçırmasına neden olur. Fırsatların çoğuna ön yargılar engel olur ve çoğu zaman kişi neyi kaçırdığının farkına bile varamaz. Eski zamanların anlatılan meşhur hikayelerindendir; Çiftçilikle uğraşan bir çift ormanda dolaşırken yaralı bir gelinciğe rastlar. Onu alıp evlerine götürerek tedavi ederler. Derken bir çocukları dünyaya gelir. Aile evde çocuğu gelincik ile yalnız bırakmamaya dikkat ederken bir gün kadın kısa bir süreliğine dışarı çıkmak zorunda kalır. Eve döndüğünde gelinciği ağzı yüzü kan içinde görünce deliye döner ve gelinciğe sopa ile vurmaya başlar, hayvanı öldürür. Daha sonra koşarak yavrusunun kundağına baktığında bir de ne görsün çocuğun yanında kafası parçalanmış koca bir yılan. O anda anlar ki; gelincik hayatı pahasına çocuğu korumuş ve yılanı parçalamıştır. Lakin iş işten geçmiş, hayatını feda pahasına kadının yavrusunu koruyan gelincik kadının önyargısı yüzünden onun elinden hayatından olmuştur.
Evet “İnsanların önyargısını kırmak atomu parçalamaktan zordur.” Ön yargı insanların asırlardan beri yaşamlarının engel olamadıkları bir zaafıdır. Bazen birinin kılık kıyafetine, etnik kimliğine ya da rengine takılı kalarak kişiler hakkında yorum yapabiliyoruz. Yemeğin tadına bakmadan ona tuz atmak gibi bir şeydir önyargılı olmak. Önyargılı bir toplumda kendini ifade edebilmek, susuz topraklarda gül yetiştirmek kadar zordur. Oysa inancımız ve insanlığımız, bizden asla önyargılı davranmamızı istemektedir. Meseleleri enine boyuna tartmadan, araştırmaya ihtiyaç duymadan, kolaya kaçarak, duyduklarına inanarak duygusallıkla hareket etmek basit ve tembel insanların davranış biçimidir.
Aslında ön yargısız olmak insana büyük bir bilgelik kapısı açar. Adalet mekanizması ön yargısız olunabildiği kadar doğru işler. Şüpheliler ve sanıklar için mahkûmiyetten önce adalet istenmelidir. Adil yargılanma hakkı için tarafsızlık ve önyargısızlık şarttır. Masumiyet karinesi ön yargısız olunmasını zorunlu kılar. Önyargıları ile hareket edenler dışlama, kötü düşünme, nefret etme, taraf tutma, insafsızca yargılama gibi yanlışlara ve davranışlara kapı aralamış olurlar.
Önyargı başka şahıslara veya gruplara karşı hoşgörüsüz, haksız ve ayrımcı tutumların oluşmasının en büyük nedenidir. Önyargının olumlusu bile bizim gerçekleri doğru yorumlamamıza engel olabilir. Zira önyargı yetersiz bilgi veya bireyi tanımadan elde ettiğimiz düşüncelere dayanır. Düşünen, araştıran, empati kuran, adaletli ve hakkaniyetle hareket etmek isteyen kişi önyargıdan uzak olmak zorundadır.
Allah c.c. insanların hayattaki hatalarından tevbe ederek kurtulmaları için kapıyı açık tutup onların dönüşünü beklerken, haklarındaki hükmünü ömürlerinin sonuna göre, son nefesteki durumuna göre verirken, bizler kim oluyoruz da insanları birkaç kez görmek, iki-üç yazı okumak, birkaç dedikodu dinlemekle ön yargı sahibi olup onları yargılama hakkına sahip olabiliyoruz?
Belki, kötü olan önyargı değil, önyargının son yargı olmasıdır demek daha doğrudur. Her konuda olduğu gibi bu konuda da düşünce, gönül ve ruh dünyamızın doğru zemine oturabilmesi için aklımıza vahiyle abdest aldırmamız gerekir. Zira vahiy akla ışık tutan bir nurdur. Kur’an bu manada bize yol gösterir. Eğriyi doğrudan ayırmaya yarayan ölçü, mihenk ve ayarı veren Kur’an’dır. Bugün değersizleşen, duyarsızlaşan ve dünyevileşen değer yargılarına sahip bir toplum olarak çözümü Kur’an’dan başka yerlerde aramak Nasreddin Hoca’nın ahırda kaybettiği iğnesini, orası karanlık diye bahçede aramasına benzer. Açısı eğri olanın doğru hedefe varması mümkün değildir.
14 asır evvel bedevi bir halkı medenileştiren, vahşi bir topluluğu vahyileştiren, eşkıya bir kavmi evliya kılan peygamberin vahye tutunması ve vahiyle yürekleri yoğurması göz önünde bulundurularak, bugün bizler de vahye tutunarak her türlü egolarımızı yenebilir, her türlü önyargılardan kurtulabilir, insana insan gözüyle bakabilir ve Müslümana kardeş diyerek sarılabiliriz.
Kısaca; Biz birbirimizi Allah için sevmek zorundayız. İçimizde ki zalime, Kabil’leşen duygulara dur demek ve Habil’i bakış açısına buyur etmek zorundayız. Zira Hâbil demek; akletmek, barış, sevgi, kardeşlik ve merhameti istemektir. Kâbil demek; zorbalık, kavga, kaos, kargaşa, düşmanlık, kin, nefret ve öfke demektir.
Hangi meşrepten, mezhepten ve meslekten olursak olalım şeytanın iç güdülerimizi ayartıcı tuzağına düşmemeliyiz. Zira; Doğru düşünmenin, doğru karar vermenin ve doğruları hakim kılmanın temelinde önyargısız olmak yatar.
YORUMLAR