Eski yazarımız Doç.Dr.İsmail Şahin'in Diriliş Postası gazetesinde yayımlanan 09/02/2018 tarihli yazısı:
1941 yılında Missouri Senatörü Harry Truman, kongrede yaptığı bir konuşmada, “Almanya’nın kazanması durumunda Rusya’ya, Rusya’nın kazanması durumunda Almanya’ya yardım etmeliyiz. Böylece olabildiğince çok sayıda kişiyi öldürmelerini sağlarız” demişti. Bilindiği üzere Harry Truman 1945’te Amerika’nın 33. Başkanı olarak göreve gelmişti. Neden bu cümleyi yazma ihtiyacı hissettiğimi belirteyim: Sadece hatırlanmasını istedim o kadar!
11 Eylül 2001’de ABD’de meydana gelen terör olaylarının ardından, ABD Yönetimi, “olayların Saddam Hüseyin ile ilişkilendirilmesi” emrini vermişti. Amerikalı terör ve istihbarat uzmanları 11 Eylül Olayları ile Irak’ın bir ilgisi olmadığını ısrarla ifade etmelerine rağmen, ABD yöneticilerini ikna edemediler ve Irak’ın işgaline mani olamadılar. 11 Eylül’den birkaç gün sonra Başkan Bush Kongre’de yaptığı o ünlü konuşmasında, “terörizme yardım ve yataklık eden bütün ülkeler Birleşik Devletler tarafından düşman rejim muamelesi görecektir” ifadelerine yer vermişti. Böylelikle ABD, küresel bir savaş başlattığını da dünya kamuoyuna duyurmuş oluyordu. Aynı zamanda bu konuşmayla Başkan Bush, ABD’nin terörizm ile ilgili tek otorite olduğunu da ilan ediyordu. Bu sayede kimin terörist olduğunu ve hangi eylemin terör eylemi olacağını ABD belirleyecekti. Tıpkı Soğuk Savaş Dönemi’nde kimin komünist olup olmadığını belirlediği gibi.
Genel tabloya bakıldığında, ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana giderek güven kaybettiği gözler önüne serilmektedir. Belki ABD için bu güven kaybının pek anlamı olmayabilir veya yazılan senaryolarda halâ en iyi adamı oynayabilir. Ancak ABD, 11 Eylül konusunda dünyayı kendine kolayca inandıramadı. Her şeyin kötü bir tezgah olduğunu, Usame bin Ladin’in bir halüsinasyon ve 11 Eylül’ün bir kurgu olduğunu düşünen çok sayıda insanı ikna etmeyi başaramadı. Açıkça ABD başlatmış olduğu terör oyununda kötü bir rol çıkardı. Bu oyunda Soğuk Savaş Dönemi’nde olduğu gibi dünyanın çoğunluğunu arkasına almayı başaramadı.
11 Eylül’den yaklaşık 10 yıl sonra Usame bin Ladin’in yakalanabilmesi, çatışmada öldürülmesi ve cesedinin bir savaş gemisinden denize atılması, bu defa Başkan Obama tarafından bir zafer olarak takdim edildi. Fakat kamuoyu, Ladin’in sorgulanmasını, konuşturulmasını ve olayların aydınlatılmasını bekliyordu. Kamuoyunun beklentisi ile ABD yönetiminin beklentisinin aynı doğrultuda olmadığı bir kez daha anlaşılmıştı. Kamuoyu, Ladin’in öldürülmesiyle terörün biteceğini umarken, ABD yönetimi yeni terör örgütlerini çoktan ilan etmişti. Mazeret hazırdı. Ladin’in öldürülmesi ile terörün sırrı henüz çözüme kavuşturulamamıştı.
ABD, Soğuk Savaş’tan kalma ve evrensel barışa tehdit olarak gördüğü tüm düşmanlarını tek tek mağlup etmesine rağmen, neden bir türlü küresel barışı tesis edemedi? Şimdi İran, Kuzey Kore ve Çin sıraya girmiş durumda. Bunun nedeni ABD’nin mücadeleyi Asya-Pasifik bölgesine taşıma arzusu ve burada yeni üsler ve müttefikler oluşturma hesapları. Bu politika doğrultusunda tehdit olarak algıladığı ülkeleri çevreleme, istikrarsızlaştırma ve onları desteklediği örgütlerle rahatsız etme stratejilerini hayata geçirmeye çalışıyor.
Bu çerçevede ABD, Tayvan ve Kuzey Kore ile Çin’i kontrol altında tutmaya çabalarken, İran ve İsrail ile de Ortadoğu’yu denetleme stratejisini sürdürüyor. Elbette DAEŞ ve PKK gibi terör örgütleri bu stratejiye önemli katkı sunuyor. ABD ekonomisi ile savaş, bir çarkın dişlileri gibi iç içe girmiş ve birbirine bağımlı hale gelmiş bir vaziyetteyken, bu çark değişmedikçe, ne tehditler biter ne de kan ve gözyaşı.
http://www.dirilispostasi.com/makale/abd-ile-kuresel-baris-mumkun-mu-5a7c8c12f0fd0a76e23c4eab
Kuruluş kökeninde barındırdığı hilebazlık ve genlerindeki aşağılık kromozonları Amerika’ya bu görevi biçmiştir. Yahudi siyonizminin uydusu olmaktan hiç kurtulamadığı gibi, hizmet içinde kanla beslenen vampir görevini ifa etmekten hiç bir zaman imtina etmemiştir. Artık yaptığı zulmeti , üç kağıdı, riyakarlığı dahi saklamıyor . Her koldan kıyamet Savaşları’nın , Hilal ile Haçın, Batıl ile Hakkın mücadelesi hızını kesmeden devam edeceğe benziyor. Arsızlar Medeniyetinin Emperyalist Romalı İrite eden Aklı
Kendilerinden gayrısını İNSAN yerine koymayan,bencil ve acımasız bir aklın olduğu yerde barış olması mümkün değil..Her girdiği yere falaket getirmeleri hep bu anlayış yüzünden değil mi?