YERİNİN ADAMI OLMAK
Barut ve kan kokuları arasında milli duyguları teröre kanalize etmek anlaşılır ve affedilir bir yaklaşım değildir. Toplumun bam teline dokunur yazılarla toplumda nefret söylemini canlı tutmaktan başka bir işe yaramayan bu yöntem, ekonomik ve siyasal tetikçilere hizmet etmekten öte bir yaraya merhem olmaz. Hal böyle olunca, insanlıkla bağdaşmayan böylesine bir tavırdan olabildiğince uzak durmak gerekmektedir. Aksi halde sonuç bataklık olur. Terörle mücadele etmek yerine, terörden siyasi, ekonomik ve sanatsal prim elde edebilmek adına insanlıktan uzaklaşmak ve “ben demiştim”, “nerde o tankları durduranlar” gibi sözler hokkaya mürekkep yerine kan doldurmaktan öte bir şey değildir. Maalesef bu kişiler hiçbir zaman yerinin adamı olamadılar.
Devlet, bu süreçte başta Avrupa olmak üzere tüm dünyada diplomasiyi etkin bir şekilde kullanmaktan asla vazgeçmemelidir. Devlet de oyuna gelmemelidir. Kamu diplomasisi bu açıdan önemli bir araçtır. Terörün esas amacının toplumsal kargaşa üzerinden siyasete yön vermek olduğunu bilmeyen yoktur. Devlet diplomasi vasıtasıyla Avrupa’daki sağduyulu kesimi harekete geçirmek için elinden geleni ardına koymamalıdır. Avrupa’nın bir kimlik krizinde olduğu ve aşırılıklara teslim olmamak için çırpındığını görmemek biraz körlük olur. Avrupa’da aşırı milliyetçilikle birlikte yükselen sadece İslamafobi ve yabancı düşmanlığı değildir. Bununla birlikte Avrupa semalarında belirgin olarak Alman, Fransız ve İngiliz milliyetçilikleri de artmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, bazı çevreler Avrupa’yı Birinci Dünya Savaşı öncesi ruhuna geri döndürmenin peşinde. Dolayısıyla Avrupa’ya bir bütün yaklaşmamak, genellemeler yoluyla Avrupa’yı aşırı milliyetçiliğe teslim etmemek gerekmektedir.
Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir husus var: Türkiye’de yaşayan gayrimüslimler. Türkiye’de bazı kişiler “Avrupa=Terör” denklemi oluşturmaya çalışıyor ve Avrupa’daki sağduyudan uzak kesim de bu duruma gayet iyi bir şekilde çanak tutuyor. Bu denklemin toplumsal taban kazanması, Türkiye’de yaşayan gayrimüslimler üzerinde sosyal bir baskıya dönüşebilir. Bu açıdan dikkatli olunmalı ve 6-7 Eylül Olayları’na benzer bir oyunun içine çekilmemek için aşırı hassasiyet gösterilmelidir. Zira, Avrupa’nın aşırı kesimleri Türkiye’den bir lades bekliyor. Bu noktada “yaratılanı severiz yaratandan ötürü” şeklindeki kadim düsturumuza daha sıkı sarılmamız gerekmektedir. Siyasi görüşümüz ve düşüncemiz ne olursa olsun hırslarımıza yenilip empatiden ödün vermemeliyiz. Necip Fazıl’ın dediği gibi, “ak sütün içindeki ak kılı fark edecek kadar gözü keskin” olmalıyız.