İnsanlar hayatları boyu dünya ile imtihan halindedir. Kazanmak zorunda olunan bu imtihan ne hikmetse hep kaybedilecek şekilde yaşanarak geçer. Aslında ebedi hayatı kazanma yeri olarak insana lütfedilen dünya, sanki dünyayı kazanmak için gelmişiz gibi, yaşarken gayesini unutan müslümanı uyutur ve yutar. Bunun adına da dünyevileşme denir.
Dünyevileşme; Toplumun dinden uzaklaşması, inanç ve eylemlerin ilâhî hedefler yerine dünyevî hedeflere yönelmesi olarak tarif edilmektedir.
Dünyevileşme, dini meselelerin gündelik hayattan uzaklaştırılıp öneminin azaltılması, kişinin kendisini dünyanın cazibesine kaptırıp onun esiri olması manasını taşır. İnsanın ilgisini ve dikkatini yalnız ve yalnız dünyaya çevirmesi, zevk ve sefaya düşkünlük, rahatın peşinde koşmak da dünyevileşmenin belirtileridir.
Müslümanın zihin dünyasında Allah’ı ve ahiret gününü unutma ile mala mülke, makam ve mevkiye olan sevgisinin tutkuya doğru yönelmesi halidir.
Esas dünyevileşme, dünyanın ne için var olduğunu, gerçek mahiyetinin ne olduğunu kavrayamamadır. Zira dünyanın kaybedilmesi ahiretin de kaybedilmesi sonucunu meydana getirir.
Müslüman, inandığı gibi yaşamaya çalışmayıp, yaşadığı gibi inanmaya başlarsa dünyevileşme süreci başlamış demektir. Dünyevileşme aslında çok ciddi manevi bir hastalık halidir, dünyevileşmenin Müslümanlar üzerindeki olumsuz etkileri bu gün İslam toplumlarını manen kasıp kavurmaktadır.
Dünyevileşme Hastalığının En Önemli Sebebi İmanda Zayıflık ve Zafiyettir.
Dinin buyruklarına kayıtsız kalma ve önemsememek, lakayt davranmak, ibadetleri geçiştirmek, emir ve nehiylerde vurdumduymazlık, amelsizlik ve daha birçok husus dünyevileşmenin dışa yansıyan tezahürleridir.
Müslümanların dünya hayatının gelip geçici olduğunu hatırlarından çıkarmaları, ölümü unutmaları, ölümden sonra hesaba çekileceklerini, malları ve harcadıkları konusunda sorgulanacaklarını, yargılanacaklarını unutmaları kısacası imani eksiklikleri, müminler için en az kanser kadar tehlikeli olan dünyevileşme hastalığının en temel sebebidir.
Dünyevileşen Müslüman Mal ve Makam hırsına düşer
Makam ve mevki tutkusu ile mal-mülk ve servet tutkusu da dünyevileşme sebeblerinin en önemlilerindendir. Ensar ve Muhacirlerden oluşmuş Uhud Savaşındaki 40 okçunun, geçidin karşı tarafındaki 200 kişilik düşman süvari birliğini görmeyip beri taraftaki ganimetleri görmesi ve aslı görevini unutup bölgeyi terk etmesi mal fitnesinin dünyevileşmeye olan etkisini daha bir gözler önüne sermektedir.
Yine Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in “Dünyalık ve şöhret düşkünü kişinin, dinine verdiği zarar, bir sürüye musallat olan iki aç kurttan daha fazladır” hadisi de bu hususta önemli ikazlardan biridir.
Mal ve makam sevgisinin tutkuya, şehvete yönelmesi dünyevileşmeye götüren en tehlikeli yoldur. Bu nedenle Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, ümmetinin fitnesinin mal olduğunu, mal tutkusunun ümmeti birbirine düşman hale getirecek, helak edecek bir hastalık hali olduğunu ifade etmektedir:
“Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “Her ümmet için bir fitne vardır, benim ümmetimin fitnesi de maldır.”(Kütübüssitte Hadis 395) buyurur.
Bu hadislerde mal mülk sahibi olmak kınanmamakta ve tehlike olarak görülmemektedir. Burada kınanan, mal mülk edinmek için birbiri ile hasedleşmek, birbirine karşı haddi aşmak ve bunun sonucu olarak toplumsal düzenin, dayanışmanın ve adalet sisteminin bozulmasıdır.
“İleride Ehl-i Kitap ve diğer milletler, tıpkı aç kimsenin sofranın başına koştuğu gibi sizin üzerinize üşüşeceklerdir;” Sahabi sorar: “O gün biz sayıca çok mu az olacağız ki onlar bize bunu yapacaklar Yâ Resûlallah?” Allah Resûlü, “Hayır; bilakis siz o gün fevkalâde çok olacaksınız; ama Allah, düşmanlarınızın kalbinden size karşı olan mehabeti çıkaracak; (yani hasımlarınız nazarında saygısız hale gelecek, emniyet telkin edemeyecek ve ağırlığınızı hissettiremeyeceksiniz.) Aynı zamanda Allah sizin kalbinize ‘vehn’ koyacak.” buyurur. Sahabi yine sorar:
“Vehn nedir Yâ Resûlallah?”
“Vehn, dünya sevgisi, dünyayı birinci plânda ele alma arzusu ve ölümden ürkmektir.” buyururlar.(Buhari 6366)
Dünyevileşen Müslüman Olaylara İslami Bir Bakış İle Bakamaz hale gelir,Olaylara öncelikle fayda/zarar düşüncesiyle bakmaya başlar.
“Eğer bunu yaparsam uhrevi olarak ne kazanır/ne kaybederim” den önce “dünyevi olarak ne kazanır/ ne kaybederim” hesabını yapar. Maalesef İslami çalışmalarda bile bu söz konusudur. İslam için yapıldığı iddia edilen bir çalışmada bir bakıyorsunuz ki, pek çok gayri İslami unsur var. Niye böyle olduğunu sorduğunuzda, “İslam için, Allah rızası için” olduğunu öğreniyorsunuz. Hâlbuki bilindiği üzere İslam’da amacın meşruluğu kadar aracın meşruluğu da önemlidir. Meşru bir amaca gayri meşru araçlarla ulaşılmaz. Makyavelist düşünce dediğimiz,
“Amaç için her araç meşrudur” fikri İslam’da yasaklanmıştır. Her Müslüman, amacına ulaşmak için yine İslam’ın belirlediği veya İslam’ın yasaklamadığı yöntemleri kullanmak zorundadır. Her Müslümanın amacı sonuçta Allah’ın rızasına ulaşmaksa -ki öyle olmalıdır- o zaman Allah’ın emirlerine ters yol ve yöntemlerle O’nun rızasına ulaşılamayacağı bilinmelidir.
Dünyevileşen Müslüman Ailevi ve Ferdi Yaşantısında da Kapitalistçe Bir Hayat Sürmeyi benimser.
Bugün maalesef Müslümanlar olarak yaşamımıza, giyim-kuşamımıza, yememize, içmemize, hayatımızın her türlü düzenine İslami olmaktan çok Kapitalist bir anlayış hakim. Fazlaca israf ediyoruz. İhtiyaç tanımını kendimize göre değiştiriyoruz. Nefsimizin arzuladığı şeyi ihtiyaçlaştırıyoruz. Aile hayatımız da ferdi hayatımızın bir benzeri. Evlerimiz kanaatkâr bir mü’minin evine değil de, en hafif tabirle zevk ve safa içinde yaşayan bir gafilin evine benziyor
Dünyevileşme Müslümanda olaylardaki Sebep-Sonuç İlişkisine Fazlaca Önem Verip Allah’ın Vaadine Güveni unutturuyor.
Yeryüzünde işler sebep-sonuca göre cereyan eder. Bu doğrudur. Ancak yeryüzünde olan-biten her şey Allahu Teâlâ’nın izniyledir. Hiçbir şey Allahu Teâlâ’nın kudreti haricinde değildir. Bizler, sanki Allahu Teâlâ’nın vaadine fazlaca güvenmiyor gibiyiz. Allahu Teâlâ rızkı garanti ediyor ama biz rızık korkusu ile İslam’dan, yaşantımızdan taviz veriyoruz. Allahu Teâlâ” Dilediğini yükseltip (aziz edip) dilediğini alçaltacağını (zelil edeceğini)”(Ali İmran 36)) söylüyor; biz makam mevki korkusuyla kendi elimizi, kolumuzu bağlıyoruz. Allahu Teâlâ”Eğer dinine yardım edecek olursak bize yardım edeceğini ve dini üzere sabit kılacağını “(Muhammed 7)) bildiriyor; biz zafere ulaşmanın yolunun tavizden geçeceğini düşünüyor, Allahu Teâlâ’nın emirlerine rağmen O’nun dinine yardım edebileceğimizi zannediyoruz. Tedbir ile korkaklığı birbirine karıştırır olduk. Tedbir nerede olur, tevekkül nasıldır? Tam manasıyla bilmiyoruz. Belki de biliyoruz ama işimize gelmiyor. Çünkü çok fazla dünyevileştik. Rahatımızdan en ufak taviz vermek istemiyoruz. Makamımız, mevkiimiz, malımız, mülkümüz rahatımız hep yerinde olsun dersek, en ufak bir sıkıntıda o sıkıntıya sebep olan şey ne ise onu ortadan kaldırmaya çalışırız. Bu durumda da kenara koulan şeyler ekseriya Allahu Teâlâ’nın emirleri oluyor. O zaman biz de emirleri, çeşitli tevillerle, yerine getirmiyor veya yerine getirir gibi yapıyoruz.
Dünyevileşen Müslümanlar Dünyayı Hayatlarının ve Hedeflerinin Merkezine Koymak gafletine düşüyor.
Dünyayı gaye edinen, hadisteki tabiriyle dinlenmek ve gölgelenmek maksadıyla konaklamakta olduğu ağacı vatan edinip gideceği asıl yurdunu unutan insan, Allah ile bağını kopardı ve kendini bulunduğu yerin güzelliğine kaptırdı. Gideceği yurdun bulunduğu mevkiden daha güzel olduğunu hatırından çıkardı. Bencil, kendisinden başka kimseyi düşünmeyen, özgürlük adı altında her arzu ve isteğini yerine getirmeye çalışan bir anlayışa sahip oldu. Bu anlayışta, sabır-kanaat-şükür-bereket diye bir kavrama yer yok. Kendisi için biçilen, şekillendirilen hayat tarzı; lüks, israf, gösteriş üzerine kurulur oldu. Zaruri olmayan ihtiyaçları temin etmek için her türlü değeri yok sayabilecek hale getirildi. Sonuçta “Dünya hayatını ahiretten daha çok sevenler”(İbrahim suresi 3) ayetinin işaret ettiği kimseler durumuna düştüldü. Dinini yaşamaya çalışan insan, dış dünyanın çekiciliği ile iç dünyasının hakikatleri arasında sıkışıp kaldı.
Dünyevileşme Müslümanlarda Helal ve Haram Duyarlılıklarının Oldukça Zayıflamasına sebep oldu.
Tüketim kültürünü ve alışkanlıklarını meşrulaştırıcı bir anlayış oluştu. Sınıf atlayan yeni bir Müslüman kesim türedi. Bu sosyal değişim, inandığı gibi yaşayan değil, yaşadığı gibi inanan bir Müslüman tipi ortaya çıkardı. Dindarlıkları yumuşattı, dönüştürücü etkiler ortaya çıkardı.
Henüz dini hassasiyetlerini kaybetmeyenler, mukavemet gücünü yok edercesine bu dünyevileşme seli’nin önünde, dinini yaşama mücadelesi verip imanını kurtarma derdine düştü. Tıpkı hadiste zikredilen “imanı muhafaza, elde kor (ateş) taşımak gibi olacak” hali üzere mücadele devam ediyor.
Dünyevîleşme’nin en kötü olanı İslam’ın değişmezlerini değiştiren, imanda, fikirde, anlayışta meydana gelen “dünyevîleşme”dir. Kötü olmada bunu takip edeni ise “önce bazı alanlarda uygulama bakımından İslam’ı terk etme, sonra da bunu bir şekilde meşrulaştırma”dır. Yaşadığı gibi olduğunu ya da olması gerektiğini düşünme halidir ki bunun sonucu kişiyi küfre götürür.
Dünyevileşme Müslümanlarda Hayânın azalması – Emanet anlayışının zayıflaması sonucunu doğurur,
Hz. Peygamber, hayânın ortadan kalkışı ile helak olma arasında doğrudan bir bağıntının var olduğunu bize söylemektedir:
“Rasûlullahaleyhissalâtu vesselâm: “Aziz ve Celil olan Allah, bir insanı helak etmek istedi mi, ondan önce hayâyı çeker alır. Hayâsı bir kere gitti mi sen ona artık herkesin nefretini kazanmış bir kimse olarak rastlarsın. Herkesin nefretini kazanmış olarak rastladığın kimseden emanet çekilip alınır (artık o, güvenilmeyen, kuşkulu kişidir). Kişiden emanet (güven) çekilip alınınca ona artık hep hain ve herkesçe hain bilinen biri olarak rastlarsın. Ona hep hain ve hıyanetle bilinen biri olarak rastladın mı, sıra ondan merhametin çekip çıkarılmasına gelmiştir. Ondan rahmetin çıkarıldığı vakit artık ona (Allah’ın rahmetinden) kovulmuş, lânetlenmiş olarak rastlarsın. Ona sen kovulmuş, lânetlenmiş olarak rastlayınca ondan İslâmiyet bağı çözülüp atılır.”(Kütübüssitte 1237) buyurulmuştur.
Dünyevileşmenin en büyük tahribatlarından biri de Çirkinlik ve Hayâsızlıklar Karşısında Duyarsızlaşmadır.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem çirkinlik ve hayâsızlıkların, kötülüklerin yaygınlaştığı toplumların durumunu, bir gemide seyahat eden bir topluluğun durumuna benzeterek açıklamaktadır:
“Allah’ın menettiği hududu koruyan ile korumayan kimsenin misali, bir gemide kur’a ile yerlerini belirleyen kimselerin misali gibidir. Buna göre, bazıları geminin üst katına, bazıları ise, geminin alt katına yerleşirler. Geminin alt katında olanlar, susadıkları zaman üst kattakilere uğrayarak, “kendi bulunduğumuz kattan bir delik açsak ve üst kattakilere zarar vermesek” derler. Bu durumda, eğer üst kattakiler, onları bu istekleriyle baş başa bırakırlarsa, hepsi birlikte batmaya mahkûmdur. Eğer onlara engel olurlarsa, hem onlar hem de kendileri kurtulur.”(Buhari 6)
“Rasûlullahaleyhisselâm: “İsrailoğulları arasında dinden sapma, ilk defa şöyle başladı:
Bir adam bir başka adama rastlar ve: Bana baksana! Allah’dan kork ve yapmakta olduğun şeyi terk et. Çünkü bu sana helâl değildir, derdi.
Ertesi gün, aynı işi yaparken o adamla tekrar karşılaşır ve kendisini yaptığı kötü işten nehyetmediği gibi, onunla yiyip içmekten ve birlikte olmaktan da çekinmezdi. Onlar böyle yapınca Allah Teâlâ kalblerini birbirine benzetti.
“Hayır, Allah’a yemin ederim ki, ya iyiliği emreder, kötülükten nehyeder, zalimin elini tutup zulmüne mani olur, onu hakka döndürür ve hak üzerinde tutarsınız; ya da Allah Teâlâ kalblerinizi birbirine benzetir, sonra da İsrâiloğullarına lânet ettiği gibi size de lânet eder.”(Ebu Davud198)
Dünyevileşmenin Müslümanlar üzerindeki en büyük tahribatı Dünya Metaına Bağlanmış Kötü Alimlerin çoğalması ve itibar görmesidir.
Sahip oldukları ilmi yerinde kullanmayan onu süflî emellerine âlet eden, zilleti tercih eden, dünya metaına bağlanmış sözde ulema, Üzerlerindeki ağır ‘sorumluluk yükü’ nün farkında olmayıp gaflet içindeki âlimler, bilgileriyle geçinmekten başka bir hedefleri olmayan, ‘İlim Tâcirleri’dirler. İlimlerini dünya için satan (pazarlayan) kişilerdir.
Hâlbuki ilmi korumanın en güzel yolu, onu hayata geçirmektir. Peygamber varisi olan âlimler, Peygamberimizin ‘hayatın içinde bir Peygamber’ olduğunu unutmamalılar. İlim dışa yansıyan ve amel ile açığa çıkan sağlam bir akide haline geldiği zaman sahibini korur. Ulema, dünyevîleşirse (asıl görevinden uzaklaşır, menfaat, makam, mevki elde etmek için de siyasilerin, idarecilerin peşinde koşar hale gelirse) ilmin gereğini her hal ve şartta hayata geçirmez ise, Peygamberimizin ‘onlardan sakınınız!’ dediği sınıfa dahil olurlar.
Yine Peygamberimizden, Miraç gecesinde, dudakları ateşten makaslarla kesilen sınıfın, ‘dünyalık ve fitne uleması’ olduğunu öğreniyoruz.
Konunun önemine dikkat çeken İmam-ı Gazali de, dinin zaafa düşmesinin önemli sebepleri arasında, ulemanın bozulmasını gösterir. “Dinin zaafa uğramasının önemli bir sebebi, gönül hekimleri ulemanın sapmasıdır. Zira ulema hekimler konumundadır” der.
Çağımızdaki ulema da, müzmin bir hastalığa yakalanmıştır. Hz. peygamberi ve onun örnek hayatını, hadislerini dışlayan, aslında islam anlayışını sulandırmak için bir proje olarak sunulan Kur’an Müslümanlığı adı altında sapık ve sünnetsiz bir islam anlayışı sunmaya çalışan ideolojilere hizmet eden sözde alimlerin tahribatına karşı da islam toplumunun çok uyanık olması gerekmektedir. Bunlar Gerektiğinde İslâm muhalifleriyle de işbirliği yapmaktan geri kalmazlar. “Mü’minleri bırakıp da kâfirlerin dostluğuyla (onur) duyanlar, şeref ve itibarı onların yanında mı arıyorlar? İyi bilin ki şeref ve itibar bütünüyle Allah’a aittir.”(Nisa 139) âyetini unutacak hale gelirler. Bunlar başta Allah ve Rasulüne, ilim ve ilmin itibarına ihanet ederler. Allah’ın dinini bildikleri halde, bazı kesimleri memnun etmek için, âyet ve nassları tahrif etmekten ve onların hesabına fetva vermekten de kaçınmazlar. Allah’ın ahkâmının yüceliğini belirli kesimler için görmezden gelirler.
Burada Müslümanlar olarak bize düşen, hayatın her safhasında vahiyden ve sünnetten beslenerek her seviyeye hitab eden yeni bir yüz ve söylemle; kibir ve gururdan uzak, tevazu anlayışı içinde, haddini bilme, sömürü ve zulme karşı olma, adalet ve dayanışma, sınırsız büyüme ve sınırsız tüketime (israf) karşı, tutumlu olma ve paylaşım (infak), cinsel aşırılığa ve sapkınlığa karşı, aile ve sadakat, her türlü çözülmeye karşı ahlakın ikamesi gibi Evrensel dinin (İslâm’ın) ölümsüz değerlerini önce hayatımıza hakim kılmamız, sonra da insanlığa sunmamız gerekmektedir.
“Rabbim! Bize doğru bir muhakeme yeteneği bahşet. Bizi iyilerin arasına kat. Bizi herkesin diriltilip kaldırılacağı o gün mahcup eyleme! Ahlaki çürümeye karşı karşı bize yardım et! Ey Rabbimiz! Bizi zalimlerle birlikte olmaktan muhafaza buyur. Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işlerimizdeki yanlışlık ve aşırılıklarımızı affedip bağışla. Hak yolunda ayaklarımızı sabit kıl. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.”Amin.
sayın hocam bu kadar emek verip yazdığına göre muhakkak güzel şeyler yazmışsındır.sizi tebrik ediyorum.
İçine yuvarlandığımız manevi buhranın ve sonucunda gelen perişanlığın temel sebebi ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi. Allah razı olsun.
Hocam Allah razı olsun. Sizin gibi bir değerin öğrencisi olmaktan gurur duyuyorum.
Amin. Hocam Rabbim ilminizi artırsın.
Hocam Allah razı olsun.
yazı çok uzun olmuş ama çok güzel olmuş. günümüz müslümanlarının haline ve derdine parmak basılmış. kaleminize, yüreğinize sağlık sn. hocam.