Emanete riayet güvenin esasıdır. Kavram aynı zamanda toplumda yönetim ve idari sorumlulukları da kapsar. “Şehremâneti” kelimesi bu kökten olup “belediye başkanlığı” anlamında kullanılır. Kur’an’da bu emanete şöyle işaret edilir: “Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adâletle hükmetmenizi emreder. Allah böylece size öğüt verir. Şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla işiten ve kemâliyle görendir.” (Nisa 4/58)
İslam alimleri genel olarak bu ayetin iş başında bulunan idareciler hakkında nazil olduğu kanaatindedir. Çünkü her işi ehline vermek ve adâletle hükmetmek öncelikle onların görevidir. Ancak bugün yöneticilerini seçme hakkına sahip toplumlarda bu sorumluluk oy kullanan herkes için de geçerlidir. Zira seçmek emanete ehil aramak anlamına gelir.
Ayete göre emanetin ehline verilmesi ilahi bir emirdir. Bununla beraber hakimiyet sırasında adâlet emredilmiş, Adil olmak için de önce emin olmak gerektiğine işaret edilmiştir. Hasan Basri Hz.; “Allah Teâlâ idarecilere üç şey yüklemiştir: Boş şeylere ve hevaya uymamak, insanlardan değil Allah’tan korkmak, Allah’ın ayetlerini dünya çıkarları uğruna satmamak.”
Buradaki emanet kavramı, kamuya ait iş ve makamları, idarecilik, yöneticilik ve her türlü toplum hizmetlerini içine alır. Ayette idarecilere, yöneticilere, iş başında bulunanlara emanetleri ehline vermek emredilmektedir. Elinde bulunan emaneti sahibine geri vermek kadar emanet edilecek işlerin ehil ve lâyık olana verilmesi de önemlidir. Özellikle kamu hizmetlerinde bu hususa çok dikkat edilmelidir. Çünkü dünyanın düzeni, emanetlerin ehline verilmesiyle sağlanacaktır. Nitekim Allah Resulü (s.a) kendisine kıyametin ne zaman kopacağını soran bir bedeviye: “Emanet zayi edildiği zaman” cevabını vermiş, Bedevinin; “Emanet nasıl zayi olur” sorusuna da: “Emanet ehil olmayan kimseye verildiği zaman kıyameti bekle!” buyurmuştur. (Buhâri, İlim,2)
Liyakat iş ahlakının temelidir. Liyakat olmayan yerde bereket ve huzur olmaz. Emanetin ehil olmayan kimselere verilmesi demek, bilgi ve liyakatine bakmadan farklı gerekçelerle insanlara yetki ve sorumluluk vermek demektir. Bilgisiz, liyakatsiz, ehil olmayan insanlar üstlendikleri işi gereği gibi yürütemeyeceğinden işler çığırından çıkar. Bu da o işin, ya da o ülke ve bölgenin kıyameti demektir. Burada kastedilen öncelikle dünyanın sonu demek olan kıyamet ise de bu da büyük kıyametin şartlarını hazırlayacak olan küçük kıyamettir.
Liyakat; bir kimsenin kendisine iş verilmeye uygunluk durumudur. Liyakat olmadan kazanılan, müstahak olmadan kaybedilir. Bir şeye sahip olmak değil, layık olmak önemlidir. Kaptanı usta olmayan bir gemi için her rüzgar tehlikelidir. O halde burada liyakatin ölçüsü nedir konusu önem arz eder. Merhum Mahir İz Hoca; “Bir iş için aradığınız adamda sırasıyla şu üç vasıf bulunmalıdır”; İşini iyi bilen ve yapan (liyakat ve ehliyet sahibi), Doğru ve dürüst olan, İnançlı ve dindar olan diye tarif eder. Kendisine dindarlık birinci sırada olması gerekmez mi? Siz onu üçüncü sırada saydınız diye soranlara şu arifane cevabı verir; “Oğlum siz câmiye imam veya tekkeye şeyh arıyorsanız dediğiniz doğru. Ama işe adam arıyorsanız, doğrusu adamın önce işini bilmesidir. İşini bilmeyen bir doktor, beceriksiz bir avukat veya âciz bir siyasetçi inançlı ve dindar olsa, ama işi bilmese, doğru ve dürüst olmasa ne faydası var? Öyleyse doğru sıralama budur.” O halde görev verilecek kişinin önce işi iyi bilmesi sonra da doğru ve dürüst olması gerekir. Doğru ve dürüst olmayana sadece işi iyi biliyor diye yetki verilmesi cerrah diye cellatın eline neşter verilmesi gibidir. Tilki kümesi iyi tanıyor diye tavuklara bekçi yapılmaz.
Yetki vermede ölçü çok önemlidir. Yakınlık, menfaat, soy sop, mezhep meşrep öncelik olursa hakkaniyetten sapılmış olur. Fatih Sultan Mehmet Han; “Eğer ben işimi en iyi bilenlere değil de en sevdiğime yaptırsaydım İstanbul’u fethedemezdim” derken idareciler için emaneti ehline verme konusunda İslam’ın emri doğrultusunda müthiş bir ölçü ortaya koymuştur.
Mekke’nin fethi sırasında Allah Resulü, Kâbe’ye girmek üzere geldiğinde Kâbe anahtarı kendisinde bulunan Osman bin Talha kapıyı kilitlemiş ve anahtarı Hz. Peygamber’e: “Allah’ın peygamberi olduğunu bilsem vermekten çekinmezdim.” diyerek vermek istememiştir. Hz. Ali, Osman’ın kolunu büküp anahtarı zorla aldı ve kapıyı açtı. Allah Resulü Kâbe’ye girip iki rekat namaz kıldıktan sonra dışarı çıktı. Çıktığında amcası Abbas anahtarın kendisine verilmesini istemiş ise de bu ayetin inmesi üzerine anahtar Osman bin Talha’ya teslim edildi. Osman bin Talha hiç beklemediği bu olay karşısında ayetin hükmü ve Peygamberin uygulamasını görünce derhal Müslüman oldu. Demek ki önce işi iyi bilmek yani ehliyet ve liyakat sonra da sözüne sadık olmak gerekiyor. İnanç onu taçlandıran bir unsur olarak ele alınmalıdır.
Sayın üstadım, kalemine kuvvet. Allah razı olsun.
AMİN. ALLAH RAZI OLSUN. CÜMLEMİZİN CUMASI MÜBAREK OLUR İNŞALLAH.
İdarecilik ile ehliyet ve liyakat konusunda FEVKALADE 'nin FEVKİNDE bir değerlendirme yapmışsınız sayın Mustafa hocam, Allah razı olsun, kaleminize, gönlünüze sağlık, Rabbim tesirini kuvvetli eylesin inşaallah.
Emeğinize sağlık hocam
Allah razı olsun hocam.
Allah razı olsun hayırlı cumalar abi
Kaleminize yüreğinize sağlık
Hocam Allah Teala razı olsun
Yine güzel örneklerle çok güzel bir yazı olmuş hocam
Eyvallah Mustafa Hocam. Allah Razı olsun inşallah. Cumamız bizlere ve İslam alemine hayırlar getirsin inşallah Sn Hocam
Mükemmel tesbit.. Saygılar
Mehir İz hoca ile ilgili verdiğiniz örnekteki husus çok önemli. Kaleminize sağlık.
Ancak bugün yöneticilerini seçme hakkına sahip toplumlarda bu sorumluluk oy kullanan herkes için de geçerlidir. Zira seçmek emanete ehil aramak anlamına gelir. sözü çok hassas bir nokta. anlaşılan herkes bu ayetin muhatabı
Mükemmel bir yazı değerli hocam. Allah sizden razı olsun.
İşi iyi bilen ehliyet ve liyakat sahibi, güvenilir insanların da verilen görevden imtina etmemeleride çok önemlidir sanıyorum.