İnsan, Allah’ın yarattığı en değerli varlıktır. Cenab-ı Hakk onu Özenmiş de yaratmış, meleklere methetmiştir. Değerini kendisinin oluşturması gerçeğini ve onu oluşturmanın yollarını da göstermiş, tercihi de kendi iradesine bırakmıştır.Biz gerçekten insanı en güzel biçimde yarattık, Sonra onu aşağıların en aşağısı kıldık [Tin, 95/4.5]ayetinin ifadesine göre bu kadar ulvi keyfiyete liyakatli iken hedefinden çıkarsa, değerli olma yolunu değil de, süfli olma yolunu seçerse yaratılışının tam zıddı bir konuma düşme riskini de göstermiştir.
Değer, kıymet ve itibar oluşturma kişinin kendi elindedir ve tercih ettiği istikametteki gayret ve himmetine bağlıdır. İnsanlar yanında da, mahlukat katında da kalıcı değer ve itibar oluşturma ancak Allah katında oluşturulabilen değer ve kıymetle mümkündür. Zira Allah sevdiğini mahlukuna da sevdirir. Tarih bunun örnekleri ile doludur. Peygamberler, Allah dostları bu gün hep dua ve muhabbetle yad edilirken, zalimler nefret ve lanetle hatırlanırlar.
İnsan fıtratı değere hasrettir. Her insan değerli olmak, karşısındakilerden değer görmek ister. Büyük adam olmak, saygınlık görmek, önemsenmek, itibar ve iltifat görmek arzusu insanların fıtratında vardır. İnsanın toplum ve diğer insanlar katında değer görmesi kadar, diğer kişilere neye göre ve ne kadar değer vereceği konusu da önem arz eder. Burada ölçü olarak alınacak şey aslında sonucu da belirleyen şeydir.
Batı medeniyeti, insanlığa mutluluk reçetesi olarak “daha fazla çıkar ve menfaat sağlama” odaklı bir hayat anlayışı sunmuştur. Kapitalizm, insanlara hayatın gayesi olarak; dünya pastasından daha fazla pay almayı, dünya zevklerinden daha fazla faydalanmayı, daha meşhur, şan-şöhret, makam-mevki sahibi olmayı, daha rahat ve konforlu bir hayat yaşamayı, daha fazla tüketmeyi ve daha fazla biriktirmeyi göstermiştir. Bunun sonucu olarak günümüz insanı, para, mal, mülk, makam, mevki, şan, şöhret vb. maddi ve dünyevi değerleri ölçü olarak kabul etmeye başlamıştır. Değerli ölçüsü insandan eşyaya geçmiş, sonuç beraberinde insanda doyumsuzluk ve mutsuzluğun da kapısını aralamıştır. Halbuki İnsanlar değer verilmek için, eşyalar kullanılmak içindir. İnsanlığın sıkıntısı eşyalara değer verip insanları kullanmaya kalkışmasındadır.
İnsan hayatının, daha iyi yemek, içmek, daha iyi giyinmek, daha rahat ve konforlu mekânlarda barınmak, dünya zevklerini daha fazla yaşamak ve ekonomi pastasından daha fazla pay kapmaktan çok daha önemli gayeleri olmalıdır! İnsanı değerli kılan daha yüce değerler ve ebedi kıstasları bulunmalıdır.
Bizim medeniyet tasavvurumuza göre ise, insanlar arasındaki değer ölçüsü “takva” dır. Yaratılış amacına uygun yaşayan ve yaratıcının istediği şekilde davranan, O’nun rızasını önceleyen insanlar değerli ve büyük insanlardır.
Kişinin kendi gayreti ile Allah katında oluşturduğu değerin Allah’ın kulları, melekler ve diğer mahlukat katında da kalıcı bir değer olduğu, itibar görme ve sevme vesilesi olduğu gerçeğiin Ramuz el Ehadis de geçen bir Kutsi hadis i Şerif teteki izahı şöyledir; “Kim tercihlerinde Allah’ın razı olduğunu şeyi öncelerse Allah onu sever, meleklerine ve diğer mahlukatına da sevdirir. Allah’ın rızasını tercih ederken gücendirdiği, isteklerinin tersine iş yaptığı için küsen insanlar varsa Allah öyle sebepler yaratır ki onları da o kişiye dost eder ve onlara sevdirir. Kim de Tercihlerinde Allah rızasına muhalif şekli öncelerse Allah o kuluna buğz eder. Meleklerde ve diğer mahlukatta da o kişiye karşı nefret başlar. Tercihinde Allah rızası dışında başka rızalara yönelirken hatırı için iş yaptığı insanlarla aralarında Allah öyle sebepler yaratır ki o insanları da ona düşman eder.” Bu gerçek de gösterir ki insan değerini tercihleri ve gayretleri ile kendisi oluşturur. Hiç kimse durup dururken kendiliğinde büyük ya da küçük olmaz, idealleri ve gayretleri onu büyültür ya da küçültür. Bu da Allah katındaki değerle ölçülür. Allah katındaki değerini bilmek isteyen kişi de Allah’ın kendi katındaki değerine bakmalıdır. Allah’ın razı oldukları onun için ne kadar öncelikli ve meşguliyetine yansıyorsa o da Allah katında o kadar öncelikli ve değerlidir. Yoksa büyüklük taslamakla büyük olmak farklı şeylerdir.
Tarih büyüklük davasında bulunanların acizlik/küçüklük öyküleriyle doludur. Küçük bir sivrisinek, ilahlık dava eden Nemrut'u kafasını taş duvarlara vurdurarak öldürdü… Karınca, Firavunun sarayını başına yıktı… Gözle göremediğimiz mikroplar, nice pehlivanları bir daha kalkmamak üzere yerlere serdi…
Bizim inanç ve kültürümüze göre insan; sonsuz derecede aciz, sonsuz derecede fakir, sonsuz derecede noksan ve kusurlara müpteladır. Bu özelliklerinden dolayı hiç hükmündedir, gururlanmaya ve büyüklenmeye asla hakkı yoktur. İnsan, her zaman, Yüce Yaratıcının sınırsız kudretine, sınırsız zenginliğine ve her türlü kusur ve noksanlardan münezzeh olma sıfatlarına sığınmaya muhtaçtır.
Mevlana Hazretleri: “ İnsanın değeri, aradığı şeye göredir” der. Yani insan, bu hayatı yaşamakla ulaşmak istediği hedefinin büyüklüğü oranında değerli veya değersizdir. Büyük davalar uğrunda, büyük hedeflere yönelen büyük ruhlu insanlar değerlidir ve büyük adamdır, saygı ve hürmete layıktır. Şahsi ve dünyevi amaçlar peşinde himmetini nefsine harcayan, dünyanın zevk ve sefasında boğulan küçük ruhlu insanlar ise değersizdir, basit ve aşağıdır. Derdi sadece midesi olanların değeri de midesindekiler kadardır. Ulvi hedefleri olmayanlar dertlerinin sıkıntılarından da kurtulamazlar. Derdi dünya olanın dünya kadar derdi olur sözü bu gerçeği çok güzel ifade eder.
Çağımızın büyük mütefekkiri Bediüzzaman: “Bir kimsenin kıymeti himmeti nispetindedir.” der. Yani insan, vaktini, enerjisini, gücünü ve imkânlarını nerede ve niçin kullandığına göre kıymet almaktadır. Himmetini milletine sarf eden İnsan, adeta küçük bir millet hükmünde kıymet almaktadır. Himmetini kendi nefsi için harcayan insan ise, nefs-i emarenin rezaleti nispetinde süfli ve aşağılık bir hal almaktadır. Kişi, hedefinin ve ideallerinin büyüklüğü oranında büyüktür. Davası, hedefi ve gayreti büyük olanlar, büyük adamdırlar.
İnsan için en büyük dava; yaratılış gayesine uygun yaşamak, Allah’ın “yap” diye emrettiklerini yapmak; ”yapma” dediklerinden uzak durabilmek, Hz. Peygamberin sünneti ne tabi olarak kulluk sınavını geçmek ve Allah’ın rızasını kazanabilmektir. Büyük adamlar, sadece kendilerini düşünmezler, başka insanların da dünya ve ahiret saadeti için çalışırlar ve i’layı kelimetullahı dava edinirler. Zulme uğrayan insanların ızdırabını yüreklerinde hissederler, zulmün son bulması için çırpınır, ellerinden gelen her türlü çabayı sarf ederler.
Mevlana Hazretleri: “Öyle insanlar gördüm ki, üzerinde elbise yoktu; öyle elbiseler gördüm ki, içinde adam yoktu.” der. Büyük evlerde oturmak, lüks arabalara binmek, pahalı markalardan giyinmek, yüksek koltuklarda oturmak ve şöhret sahibi olmak insanoğlunu büyük ve değerli yapmıyor. Maddi anlamda zengin olmakla birlikte gönlü fakir nice insanlar olduğu gibi, maddi anlamda fakir olduğu halde mana âleminde sultan olan nice insanlar da vardır. Onun için insanların sadece dış görünüşüne ve sahip olduğu maddi kıymetlere değil; gayesine, hedefine, gayretine, nerede durduğuna, ne yaptığına ve nasıl yaşadığına bakılmalıdır.
Dünya tabiatı gereği güzel zannedilen çirkindir. Ona sarılanı ve onu sırtlayıp esiri olanı da çirkinleştirir ve vefası yoktur. Deniz suyu gibidir, içenler kanacağım zanneder ama o sadece hararetini artırır. Allah’ın rızasını unutup helal yollar dışına çıkanlara, kendisine kalmayacak şeyleri elde etmek için kendisine kalacak günahlar işlettirir. Sefası başkalarına, hesabı kendisine kalan yollara sevk eder ve;
Bütün maksadı dünya olan kimseye şu dört şey musallat edilir;
Bitmeyen endişe
Sonu gelmeyen meşguliyet
Artan ihtiyaç
Doymazlık (Kenzu’l Ummal 3/226)
Rabbim ahir ve akıbetlerimizi, dünya ve ahiretlerimizi hayırlı eylesin.
Allah razı olsun hocam. Bir nebze de olsa nefis muhasebesi yapmaya vesile olan hatırlatmanız, idrak ve şuurumuzu , Iman ve Amelimizi ihya eder umarım.