Başkanlık sistemi Türk siyasi hayatında köklü bir paradigma değişikliğine yol açmıştır. Türk siyasetinde artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.
Cumhurbaşkanı adaylarından herhangi birinin ilk turda seçilebilmesi için seçmenlerin yarısının bir fazlasına ihtiyaç duyuluyor olması, “aynı kulvar”da yarışan veya “doku uygunluğu” bulunan partilerin bir çatı altında toplanmalarını zorunlu kılmaktadır.
Bu durum, seçimlerde esasen iki çatının kesin olarak var olacağı anlamına gelir. Çatının biri iktidar merkezinde, diğeri ise ana muhalefetin himayesinde kurulacaktır. Aldıkları oy oranlarının yüksekliği ve sahip oldukları seçmen kitlelerinin çokluğu bunun doğal bir durum olduğunu göstermektedir.
Teorik olarak üçüncü, dördüncü çatılar da kurulabilir; fakat gerçekçi olmak gerekirse, bunların cumhurbaşkanını seçtirebilme güçleri olmayacaktır.
Bilindiği gibi, bugün Türk siyasetinde kurulan iki ana çatı iki ayrı ittifakı oluşturarak biri kendine Cumhur İttifakı, diğeri de Millet İttifakı adını vermiştir.
Öyle görünüyor ki bu iki farklı ittifak Türkiye’nin gelecek beş yılını idare edecek cumhurbaşkanı adaylarını milletin huzuruna çıkaracaktır. Yani, cumhurbaşkanı bu iki çatıdan birine mensup olacak ve hangi çatıdan çıkmışsa Türkiye’yi o çatı altında toplanan partilerin tüzük ve görüşlerini de dikkate alarak yönetecektir.
İşte bu durum “aynı kulvarda yarışan” ve “doku uygunluğu bulunan” partilerin bir araya gelmesini zorunlu kılmaktadır.
Çünkü, farklı ittifaklar arasında derin fay hatları bulunacaktır. Ancak, aynı ittifak içinde bulunan partiler arasında derin fay hatları değil, sadece bazı konularda fikir ayrılıkları olabilir. Bu da esasa taalluk etmediği için tolere edilebilecek bir durumdur.
Fay hattı dediğimiz şey, basit bir şey değildir, siyah ile beyaz kadar zıtlık gösterir ve Türkiye’nin hem bekasını hem de istiklal ve istikbalini doğrudan ilgilendirir.
Örneğin, “HDP, PKK terör örgütünün siyasi koludur” cümlesi bir önermedir. Bu önerme mantık bilimi içinde ya doğrudur, yahut yanlıştır. İttifakın biri “doğrudur”, diğeri de “yanlıştır” diyecek, taraflar buna göre politika üreteceklerdir. Türkiye’nin beka sorunu haline gelen ve terörle mücadele konseptini olumlu yahut olumsuz bir sürece sokacak olan böylesine hayati bir konunun tarafları arasındaki fay hattının derinliğini tahmin etmek, güç değildir. Çünkü bu önermeye yanlıştır diyen ittifakın önerdiği kişi cumhurbaşkanı seçildiğinde, PKK’nın siyasi organı olan HDP’ye mesela savunma bakanlığını verebilir. Nitekim Millet İttifakının ana gövdesi olan CHP’nin önemli bir ismi, bakanlık verilmesi gerektiğini söylemiş, sonrasında da sözlerinin arkasında durduğunu ifade etmişti.
Hatta CHP milletvekillerinden biri, Mecliste yaptığı konuşmada, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun derin üzüntüden kaynaklandığı çok belli olan, “Bu saldırıyı önleyemediğimiz için milletimize karşı çok mahcubuz” sözünü diline pelesenk ederek aynı konuşma içinde defalarca “milletimize mahcubuz dediği için Soylu alçaktır, alçaktır” diye ısrarla ve defaatle hakaretlerde bulunmuştur.
Ama aynı vekil, konuşmasında bir defacık bile bu saldırıyı gerçekleştiren PKK terör örgütüne bırakın lanet okumayı, bir tek kem laf bile edememiştir. Sanırsınız ki, İstiklal caddesindeki bombayı Süleyman Soylu patlatmıştır.
Anlaşılan o ki, Süleyman Soylu’nun yıllardan beri PKK terör örgütüne nefes aldırmamış olmasına bu vekil çok içerlemiş görünüyor. İşte bu hadise dahi vekilin bulunduğu ittifakla, Soylu’nun bulunduğu ittifak arasındaki derin fay hattını ortaya koymaktadır.
Konumuz CHP-HDP ilişkisini ele almak olmadığı için uzatmıyorum.
Aynı şey, diğer konularda da geçerlidir. Örneğin, “Türkiye’nin Libya’da bulunması ve meşru hükümete destek vermesi doğru ve zorunludur” cümlesi bir önermedir. Bu önermeye “evet, doğru ve zorunludur” diyen ittifakla, “yanlıştır, ne işimiz var Libya’da” diyen ittifak arasında derin fay hattı olduğunu ve bu fay hattının Akdeniz’deki haklarımızla doğrudan ilgili bulunduğunu bilmemiz gerekir.
Çünkü Türkiye, Libya’daki meşru hükümete verdiği destek sayesinde Libya Devleti ile “münhasır ekonomik bölge” anlaşması yaparak tarihinin en büyük diplomatik ataklarından birini yapmıştır. Bu sayede anlaşmayı Birleşmiş Milletlere tescil ettirerek Doğu Akdeniz’deki haklarını da uluslararası güvenceye almıştır.
İşte tam da bu yüzden söz konusu önermeye verilecek iki farklı cevap arasında derin bir fay hattı bulunmaktadır.
Örnekleri çoğaltmak mümkün. Ancak meramımı anlattığımı düşündüğümden konuyu örneklere boğmak istemiyorum.
İttifaklar arasında derin uçurumların olması olağan bir durumdur. Az önce de ifade ettiğimiz gibi, “aynı kulvarda yarışan” ve “doku uygunluğu bulunan” partiler bir araya geleceklerdir.
Bu, beklenen bir şeydir.
Fakat aynı ittifak içinde bulunduğu halde ittifakın mensupları arasında derin fay hatlarının bulunması durumunda ne olacaktır?!
Türk siyasi hayatı için facia olan bu durumda iki ihtimal vardır. Birincisi, ittifakın en büyük ortağı diğer partilere üç beş milletvekili kontenjanı vererek onları kendine karşı uysallaştıracaktır. En azından bu, küçük partiler için böyledir. Böylece büyük ortak diğerlerini susturacak ve Türkiye’yi kendi politikaları doğrultusunda idare edecektir.
Milletvekili kontenjanına ihtiyaç duymayacak büyüklükte olanları ise, daha büyük bir tehlike beklemektedir. O da, arkasına takıldıkları siyasi ekol ile aralarında derin fay hatları olmasına rağmen, ortaklıktan kaynaklanan psikoloji içinde kendi kimliğine yabancılaşmanın gerçekleşecek olmasıdır.
Şu hadise bu tespitimi ne kadar da güçlü bir şekilde doğrulamaktadır: İyi Parti Genel Başkan Yardımcısı Ahmet Kamil Erozan CHP’ye yakınlığıyla bilinen Halk TV’de yaptığı konuşmasında İstiklal Caddesindeki bombayı patlatan teröriste “terörist” diyemiyor. Kullandığı ifadeler, hem de patlamadan üç gün sonra, yani her şey çoktan açığa çıktıktan sonra aynen şöyle: “Yakaladılar, gözaltına aldılar, tutukladılar vesaire. Şimdi bu kadının terörist olarak tanımlanması için elde ne delil var bilmiyorum, ama ben şu seçeneği de aklımızda tutalım demek durumundayım; O kadın, elindeki paketin içinde ne olduğunu da bilmiyor olabilir”.
Yani, İyi Parti’ye göre ortada ne PKK var, ne PYD var, ne de bir terörist.
Daha çok MHP’den alıp götürdükleriyle kurulmuş olan ve kendisini öteden beri milliyetçi çizgide konumlandırmış olan İyi Parti kimliğini kaybediyor, aynı çatı altında toplanan büyük ortağın rengini alıyor, kendi seçmen kitlelerini farkında olmadan CHP’ye, yani aralarında derin fay hatları bulunan bir partiye angaje ediyor.
Bu, Türk milliyetçileri için sağlıklı bir durum değil.
Gelecek Partisi Başkanı Ahmet Davutoğlu’nun söylediklerine bakar mısınız?!
“Cumhurbaşkanları kullansın diye alınan, hatta başbakanlık dönemimde benim de kullandığım uçakla uyuşturucu taşındı” diyor Davutoğlu.
Kendi devletini uyuşturucu tacirliğiyle suçluyor, üstelik kendisinin de kullanmış olduğu uçakla bunun yapıldığını söylüyor. Madem biliyordun, niye engel olmadın sorusu çok basit kalır.
Asıl mesele, Davutoğlu’nun ne ara uluslararası arenada mahkûm ettirecek kadar devletine kin ve husumet beslemeye başladığı meselesidir.
Benzer ithamları, Türk devletinin uyuşturucu ticareti yaptığını söyleyen CHP lideri yapmaktadır.
Davutoğlu, nasıl olur da yalan olduğunu bile bile aynı iddiayı tekrar edebilir?!
CHP, kendi kurduğu çatının altına topladığı bütün siyasi partileri, aralarında büyük fay hatları olmasına rağmen değiştirmekte, dönüştürmekte, kimliklerini kaybettirmekte ve kendi değirmeninde öğüterek onlara kendi rengini vermektedir.
Bu dönüşümden Saadet Partisi ile Deva Partisi de payını almaktadır.
İlgili partilerin ve seçmenlerinin bunu anlamaması hayret verici bir durumdur.
Demek ki, iki ihtimalden biri, derin fay hatlarına rağmen ana ortak tarafından dönüştürülme ve aslî kimliğine yabancılaştırılması, başka bir ifadeyle zihniyet deformasyonuna uğratılmasıdır.
İkinci ihtimal ise, aynı ittifak içinde derin fay hatlarından ötürü sürekli çatışmalar ve krizler yaşanması, böylece Türkiye’nin tam da emperyalist güçlerin istediği gibi büyük bir hızla bilinmeyen bir mecraya doğru savrulmasıdır.
Yukarıdan beri analizini yaptığımız gerçeklerden ötürüdür ki, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, İyi Parti’nin nasıl olup da derin fay hatlarıyla ayrıldığı bir ekolün başını çektiği ittifakta yer aldığına hayret ve biraz da sitem etmesi boşuna değildir.
İyi Parti’ye konumunu gözden geçirmesine yönelik yapmış olduğu çağrı gayet yerinde ve haklı bir çağrıdır.
Zira, tekraren söylemeliyim ki, Türk siyasetinin yeni paradigması içinde olması gereken şey, “aynı kulvarda yarışan” ve “doku uygunluğu bulunan” partilerin bir araya gelerek Türkiye’yi geleceğe taşımalarıdır.
Tüm taşların yerli yerince oturtulmuş çok güzel bir yazı kaleme almışsınız Teşekkür ve tebrik ederim Seyfullah Hocam Ülkemizin önemli güncel meselelerine parmak basan gerçekçi yorumlarınızın devamını bekliyoruz Selamlar
Değerli Hocam. Allah razı olsun. Meseleyi "efradını cami, ağyarını mani" şeklinde çok güzel anlatmışsınız. Güzel yazılarınızı özlemiştik. Kaleminize, kelamınıza sağlık.