Hepimizin bildiği gibi, yerküremiz büyük bir salgın hastalıkla kasıp kavrulmaktadır. Bütün dünya devletleri, bu salgını ülkelerinde en az hasarla atlatmak için tüm güçlerini seferber etmiş bulunmaktadır.
Bu çerçevede, ülkemizde de uzun bir süreden beri devletin ilgili kurumları olağanüstü bir çaba ile tedbirler almaya çalışmaktadırlar. Ben, Sayın Cumhurbaşkanımız başta olmak üzere Sağlık Bakanımız, İçişleri Bakanımız ve Milli Eğitim Bakanımızın geceleri dahi uyuyabildiklerini hiç sanmıyorum.
Sağlık birimlerimiz canlarını hiçe sayarcasına sahada öylesine fedakârca mücadele örneği veriyorlar ki, onlara ne kadar borçlu olduğumuzu hangi kelimelerle anlatabiliriz ki… Dünyanın en korkunç, en kolay ve en hızlı yayılan salgınıyla birinci derecede yüz yüze gelmenin psikolojisinin nasıl olduğunu hangimiz onlar kadar anlayabiliriz ki…
Kim bilir, kaç tanesi şimdiye kadar bu hastalığa yakalandı. Kim bilir, kaç tanesi vücudunda bu virüsü taşıyor. Sağlık çalışanlarının çoğu, evdeki çocuklarına, anne-babalarına, kardeşlerine bu virüsü taşıyabilecekleri ve bulaştırabilecekleri endişesiyle evlerine gidemiyorlar. Neredeyse tüm zamanlarını hastane koridorlarında bir köşeye kıvrılıp yatarak geçiriyorlar. Bunun ne demek olduğunu, onlar kadar anlayabilir miyiz biz!
Herkes haklı bir endişe içinde. Devletin “evde kalın” çağrısı, talebi, talimatı, ricası, artık rica olmaktan, talimat olmaktan öte, bir yalvarışa dönmüş durumda.
Ve devletimiz çok önemli kararlar almış; toplu yerlerde bulunmanızı yasaklıyorum demiş; kafeler, restoranlar, kuaförler, berberler, çay ocakları, parklar, sinemalar, tiyatro salonları, hamamlar, spor merkezleri, düğün salonları, hatta taziye evleri bile kapatıldı. Ligler ertelendi, milyonlarca sporseverin en önemli eğlencesi ellerinden kaydı gitti. Düğün yapacakları ümidiyle düğün salonlarını kiralayan nice gençler, hayatlarının en güzel anlarını başka bahara bırakmak zorunda kaldılar. Nice insan iş yerleri kapatıldığı için evlerine tek kuruş götüremez hale geldi. İçişleri Bakanlığının web sitesinde yer alan bilgiye göre, 15-18 Mart tarihleri arasında üç gün içinde tam 149 bin 382 mekân geçici olarak kapatıldı.
Ama bütün bu insanlar isyan etmek yerine, çok doğru bir biçimde devletin verdiği bu kararlara uymak için ellerinden geleni yapıyorlar. Çünkü onlar meselenin ciddiyetinin farkındalar. Bütün bu yasakların, sınırlamaların, ülkemiz insanının hayatı için yapıldığını biliyorlar.
Bu kapsamda camiler de kapatılıyor. Cuma namazlarının kılınması da devlet tarafından yasaklanıyor.
Neden? Niye kapatılıyor camiler?
Bir dönemler olduğu gibi, ahırlara dönüştürülmek için mi? İç duvarlarında yazılan ayetleri alçılarla kapatmak veya kazımak için mi?
Devlet başkanımız başta olmak üzere devleti yönetenler İslam düşmanlığı mı yapıyorlar?! Bu nedenle mi kapatıyorlar camilerimizi?
Cami, adı üzerinde, insanların bir araya toplandığı ibadet mekânı demektir. Hele cuma günleri, camilere sığmayan insanlar adeta birbiri üstünde cuma namazı kılmaktadırlar.
Ne demek bu?
Salgın hastalığa yol açan bu korkunç virüsü kapmak için bir numaralı mekânlardan biri de camilerimiz demektir. Devletimizin aldığı karar, son derece yerinde bir karardır.
Bu karara uymanın dinen bütün Müslümanların üzerine farz olduğunu söylememe gerek var mıdır?! Bence yok. Erbâbı bilir. Devletimizin, bu feci salgın dolayısıyla insanların sağlığını korumak için geçici süreliğine almış olduğu bu kararı delmek, dînî bakımdan haramdır. Fakih değilim, ama az çok dini tedrisat görmüş biri olarak bunun tartışmasını bile yapmam.
Çünkü İslam’ın en temel hedeflerinden biri, hayatı korumaktır. Teknik tabirle söyleyecek olursak, Makâsıdü’ş-Şeria’dan biri, canı muhafaza etmektir. Bu tabir, İslam hukukunun en temel kavramlarından birini oluşturur. Yani, İslam’ın amacıdır hayatı korumak. Bunu yapmayan dinin, bunu hedeflemeyen inancın adı, İslam olmaz. Bu konuda 1450 yıldır gelen bütün İslam bilginleri fikir birliği içindedir.
Öyleyse, devletin aldığı bu karar, İslam’ın amaçlarına en uygun bir karardır.
Hal böyle iken, bir de ne görelim!
Cuma günü, yani iki gün önce, Diyanet İşleri Başkanının kendilerinin belirlediği bir takım etkili ve yetkili kişilere Cuma namazı kıldırdığı görüldü. Diyanet TV’den de canlı yayınlanmış görüntüler.
Duyduğumda inanmadım. Görmem lazım dedim. Gördüm; bu kez de gözlerime inanmakta zorlandım. Nasıl olurdu. Bir Diyanet İşleri Başkanı, en azından Hanefi mezhebine göre, devlet başkanının izni olmadığı takdirde kılınan Cuma namazının sahih olmayacağını bilmiyor mu? Üstelik diyanet, kendi yayınladığı dergide bile bu konuları ele alıyor ve “Cuma namazı için devlet izninin şart olması, medenî bir toplumun zarurî bir sonucudur” ifadesini kullanıyor.
İkinci husus ise, Cuma kılınacak caminin herkese açık olması gerekir. Ama sadece kendilerinin belirledikleri kişilere açmışlar. Yani yoldan geçen herhangi bir vatandaş, şu camiye gidip de cumayı eda edeyim dese, oraya kabul edilecek miydi?! Cevabı, hayır!. İşte size yine Hanefi mezhebine göre, kılınan Cumanın bir kabul edilmeyiş gerekçesi daha.
Üçüncü olarak, aşırı yağmur ve çamur olduğunda bile Cuma namazına gitmeyip evinizde öğle namazını eda edebiliyorsunuz. İslam öyle muazzam bir fıtrat dini ki, mensubunu daima koruyor ve kolaylaştırıcı tüm vasıtaları onun önüne koyuyor. Hayatî bir sorun olmayıp, sadece zorlanacağı bir durumda dahi, mensubuna ruhsat sunuyor, tercih imkânı tanıyor.
Halbuki karşı karşıya kaldığımız salgın, canları alıyor, ocakları söndürüyor. Diyanet böyle bir gayri İslâmî davranış içine girerse, İslam’ın ruhunu kavrayamayan kitleleri nasıl durdurabileceğiz.
Diyanet işleri Başkanı geniş aralıklarla konforlu bir şekilde Cuma namazlarını kılarken, başka şehirlerde Cuma namazı kılmak için camilere yönelen vatandaşlara emniyet teşkilatımız haklı olarak evlerine gitmelerini söylüyor. İslam’ın sunduğu olanca kolaylık ve anlayışa rağmen, böylesine çarpık bir tabloyu yaratmaya gerek var mıydı?!
İşte şimdi de Türkiye’de bir cemaat vakfı, lideri vasıtasıyla Cuma namazlarını camilerde kılmak istediklerine dair bir manifesto yayınlıyor, iyi mi?! Diyanet İşleri Başkanının Cuma namazı kıldırmasında bu cemaatin diyanet yapılanmasının etkisi var mıdır acaba?!
Kendilerince devlete akıl da veriyorlar. Sağlık çalışanları camiye girerken tek tek insanların ateşlerini ölçecekmiş falan. Sağlık çalışanlarımız, devlet kurumlarımız, hatta iflaslarla karşı karşıya gelmiş halkımız salgın belasıyla mücadele ederken, bir de bunların şovlarıyla uğraşacak.
Hakikaten merak ediyorum, İslam’ı ve dini hassasiyetleri olan insanları kendi üzerinizden neden bu kadar sevimsizleştiriyorsunuz.
Sayın Cumhurbaşkanımıza ve devlet erkânına kolaylık göstereceğinize, tam tersine, onları din adına neden zor duruma sokmaya çalışıyorsunuz. Daha da önemlisi, böylesine feci bir âfet karşısında salgının yayılma pahasına neden böyle bir şeye kalkışıyorsunuz. Üstelik İslam’ın en önemli ve birinci hedefi, yani “makâsıdü’ş-şeria” nın zirve amacı hayatı korumak iken, neden hayatların heder olmasına sebep olabilecek bu kötülüğü yapıyorsunuz.
Gerçekten merak ediyorum. İnsanlara, “biz daha takvalıyız, ölümü bile göze alıyoruz” mesajı vermek için mi?
Öyleyse, bunu camilerimizde başkalarının hayatları üzerinden değil, sadece tekkelerinizde kendi hayatlarınız üzerinden yapınız, lütfen!
Sayın hocam Allah razı olsun. Bu diyanetin son iki ay da milleti umreye göndermeside kanaati acizaneme göre yanlıştı şu anda anadoluda en büyüksıkıntı bunlar.
Sayın hocam Allah sizden razı olsun. Kim ne derse desin ve kim olursa olsun , Vip Cuma namazı kılınması anlamına gelen bu davranışı doğru bulmuyorum. Milletimizin itibar edeceği kişi ve kurumlara , yine bu kişi ve kurumların bundan sonraki kararları tartışılır olacaktır. Birliğimize de halel getireceği düşüncesindeyim. Zaruret durumunda farz bizden sakıt olduysa ,bu Vip namaz kilanlardan da sakıt olmuştur. Kaldı ki milletimiz suhuletle bu karara bunlara güvenerek itibar etmektedir. Akl- lı selime davet ediyorm. Vesselam.