Tarihin tekerrür ettiği günler yaşıyoruz.
Ama tarihten ibret almayanlar bu kez biz değiliz. Çoğu zaman kendi içimizde, “tarihten ibret almamız gerek” diyerek, birbirimize uyarılarda bulunurken, şimdi durumun değiştiğini görüyoruz.
Bu kez tarihten ibret almayan Batı dünyası.
ABD’nin Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a gönderdiği mektup dünyada büyük yankı uyandırdı.
Kimi lehte, kimi aleyhte dün geceden beri yorumlar birbirini takip ediyor.
Mektup küstahça ve ciddiyetsizce yazılmış. Tehdit içeriyor.
Kısaca, mektup “Terör örgütüyle görüş. Sert adam olma, aptallık etme. Ekonominizi mahvederim” gibi, ciddiyetle hiçbir alakası olmayan, komedi gibi üslup ve tehditler içeriyor.
Aklıma ne geldi dersiniz?!
Bizans İmparatoru Nikephoros’un 803 yılında Abbasi Halifesi Harun Reşid’e yazdığı mektup. Bakalım ne diyor Nikephoros, Harun Reşid’e:
“Bizans İmparatoru Nikephoros´tan Arapların Hükümdarı Harun´a: İmdi, benden önceki imparatoriçe seni satrançtaki vezir yerine, kendini de piyon yerine koymuştur. Aslında senin vermen gereken malları kendisi sana göndermiştir. Bu da kadınların zaaf ve beyinsizliğindendir.
Bu mektubumu okuduğunda onun sana göndermiş olduğu malları bana iade et ve kendin için de fidye öde.
Aksi takdirde aramızda kılıç konuşacaktır”.
Tehdidin şiddetine bakın. Nikephoros, nasıl da üst perdeden aşağılayıcı bir mektup göndermiş.
Peki, Harun Reşid ne yapmış mektubu okuyunca. Asıl önemli olan burası.
Yoksa mektup gönderilir, mektupta aşağılayıcı bir dil de kullanılmış olabilir. Binlerce kilometre uzaklıkta bulunan bir kişinin eline vuramazsınız mektubu yazarken. Asıl sorun bu mektup geldikten sonra muhatabın ne yaptığıdır.
Harun Reşid mektubu okuyunca öfkeden adeta deliye dönmüştür. Hemen eline kalemi almış ve başlamış yazmaya.
Öyle uzun uzun karşı tehditler, karşı ciddiyetsizlikler, karşı polemikler yazmış sanmayın. Çok kısa ve bir o kadar net.
İşte Harun Reşid’in cevabı:
“Rahman ve Rahim olan Allah´ın adıyla.
Mü´minlerin emiri Harun´dan Bizans köpeği Nikephoros´a!
Ey kafir kadının oğlu!
Senin mektubunu okudum. Cevabını dinlemeyeceksin, bizzat göreceksin vesselam”.
Harun Reşid ordusunu hazırladı, Bizans’a öyle bir çıkarma yaptı ki, Nikephoros yazdığı mektuptan dolayı çoktan pişman olmuştu bile. Harun Reşid, aynı yıl büyük bir orduyla Bizans topraklarına girdi. 803 ve takip eden yıllarda sırasıyla Ereğli, Konya, Niğde fethedildi. Nikephoros, barış istemek zorunda kaldı.
Barış talebi, hem kendi hem de oğlu adına cizye vermesi şartıyla kabul edildi.
Gelelim Trump’ın küstah ciddiyetsiz mektubuna. Mektubun Barış Pınarı operasyonundan önce gönderildiği ve Erdoğan’a ulaştırıldığı söyleniyor.
Bu durumda Tayyip Erdoğan’ın, Harun Reşid’in söylediği gibi mukabelede bulunduğu anlaşılıyor.
Yani, “Mektubunu okudum. Cevabını dinlemeyeceksin, bizzat göreceksin vesselam”.
Ve öyle anlaşılıyor ki, mektubu öğrenir öğrenmez, Barış Pınarı harekâtına hiç tereddüde düşmeksizin, yalpalama yapmaksızın karar vermiştir.
Bu nedenle, böyle bir mektuptan dolayı Türkiye’nin utanması gerektiğini söyleyen içimizdeki aklıevveller, Cumhurbaşkanımızın, “cevabımı dinlemeyeceksin, sahada bizzat göreceksin” tarzındaki cevabî hamlesi karşısında ne düşünüyorlar acaba, onu da söyleyiverseler de biz de anlasak.
Böyle küstah bir mektuba verilebilecek en muhteşem cevap, sahada verilmiştir.
Yani, tarih tekerrür etmiştir.
ABD Türkiye’nin cevabını dinlememiş, bizzat görmüştür. Amerika gözlem üslerini bile terk edip Türk ordusunun önünden kaçmıştır. Daha da ötesi, Münbic’i bile terk edip çıkmak zorunda kalmıştır. Kaçarken burayı Ruslara terk ederek, aklınca giderayak Türkiye’ye gol atmaya çalışıyor.
ABD, ABD olalı böyle aşağılık bir duruma düşmemiştir eminim. Vietnam cehenneminde boğulurken bile tek sesli dünyada kendi başarısızlığını ve rezilliğini kamufle edebiliyordu. Şimdi onu da yapamıyor. Bütün rezilliği dünyanın gözleri önünde yaşıyor.
Ve bunu ona yaşatan da Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’dır. Böyle bir mektup yazdığı için eminim Amerika’yı yönetenler çoktan pişman olmuştur. Mektup olmasaydı, belki de daha beklenecekti boşu boşuna harekât için. Şimdi, biz ettik, sen etme demek için heyetler gönderiyorlar.
Heyetlerle yapılacak görüşmelerde şu hususlara dikkat edilmelidir:
- Onları ciddiye alacak hiçbir tavır sergilenmemelidir. Konuşurlarken başka şeylerle uğraşıyor havasını oluşturmak lazımdır.
- Öneri diye sundukları hiçbir şeyin doğru olmadığının bilinmesi lazımdır. Çünkü onlar sözlerinde asla ama asla durmayacaklar, sadece zaman kazanmaya ve teröristlerinden ne kadarını kurtarabilirlerse onu kâr saymaya çalışacaklardır.
- Hiçbir şart altında Cumhurbaşkanımızın dün de ekranlarda vurgulayarak belirttiği gibi, Irak sınırına kadar uzanan güvenlik koridoru kararlılığımızdan zerre kadar taviz verilmemelidir. Yani ateşkes diye bir şey yoktur. Biz bize ateş eden teröristlere haddini bildiriyoruz. Olay bu kadar basittir. Ateşkes kelimesinin lâfı bile edilmemelidir. Savaş yapmıyoruz ki, ateşkes olsun. Kavramlarla bizi vurmalarına imkân vermememiz gerekir.
- Bu mücadele amacına ulaşıncaya kadar, medya ya da sosyal medya aracılığıyla, yahut demeçler veya konferanslar vermek suretiyle, kısaca her ne vasıtayla olursa olsun, Barış Pınarı harekâtını manipüle etmeye çalışan, hiçbir şekilde doğru olmayan ve ordumuzu orada katliam yapıyor gibi gösteren, Türkiye’yi dünyaya manipüle ettikleri haberlerle şikayet edenler hakkında hiç vakit kaybetmeksizin gerekli yasal düzenlemelerin yapılması ve bu kişilerin vatana ihanet kapsamında işlem görmelerinin önünün açılması gerekir. Askerlerimiz oralarda canlarından vazgeçerken, bizim burada soysuzlarla uğraşacak halimiz yok.
- Son olarak çok önemli gördüğüm şu hususu da belirtmeyi zaruri görüyorum: Kobani, Rojava gibi ifadeler devleti yönetenler de dahil, yorumcular ve yazar çizerler tarafından sıkça kullanılıyor. Bu son derece vahim bir durumdur. Bu konunun ciddiyetini dikkate almak zorundayız. Çünkü Türkiye’de ayrılıkçı unsurlar ve teröristler hep bu kavramlarla karşımıza çıkmışlardır. Yani bu kavramları kullananlar, “buralar bizim ve biz terör devletini bizim olan Rojava’da kuracağız” demektedirler. Bu bölge ve şehirler Suriyelilerindir.
Öyleyse Suriye şehirleri kendi öz adıyla anılmalıdır. Bu nedenle Kobani değil, Aynülarab’tır; Rojava değil, Suriye’nin kuzeyidir.
Hocam konumuzla ilgisi nedir 21.yydayiz bu arada hayirli gunler hocam
Kalemine yüreğine sağlık
Allah razı olsun değerli Hocam. Harika bir yazı olmuş. tarihi bilgi, perspektif ve günümüze ışık tutan ibretlerle dolu.
Sayın hocam yüreğinize sağlık. İt ürür kervan yürür.