42 yıl geçmiş.. Yaylacıktaki evimizden okuluma(Demir Çelik Lisesi) gitmek için çıkmışken (O zamanlar servis yoktu,Yaylacık'tan D.Ç.L.'ye kadar neredeyse her gün yürüyorduk) KEMİKLİDERE'nin girişinde askerler tarafından ''Asker yönetime el koydu,okullar tatil'' gerekçesiyle geri döndürüldüğümü dün gibi hatırlıyorum.
80 öncesi anarşi ve terörün kol gezdiği zamanlar... Yokluk zamanları.. Yaşı müsait olanlar bilir.
TV'lerde her gün aynı bıktırıcı haberler: "kahvehanelerin taranması, ölümler, yokluklar, siyasilerin bitmez tükenmez kayıkçı kavgaları, aylarca bir cumhurbaşkanının bile seçilememesi..."
Sonu gelmek bilmeyen ekonomik krizler.. Karaborsacılar...Kuyruklar..
Tüp, gazyağı, çay, şeker, sanayağı gibi temel ihtiyaç maddelerini "paranız olsa'' da bulamazdınız; çünkü yoktu. Evin çocukları olarak saatlerce kuyruklarda beklemek bize düşerdi haliyle. Kısıtlı sayıdaki ürünler bitmeden sıra gelir de bir tane alabildiyseniz şanslı sayılırdınız. Saatlerce bekleyip de bakkal amcanın ''Bitti, boşuna beklemeyin.'' uyarısıyla kızgın, mahçup ve yenilmiş bir şekilde eve döndüğümüz çok olmuştur.
Her akşam aynı saatte, düzenli olarak saatler süren elektrik kesintileri olurdu. Mum ışığında sırtüstü yatarak oflaya puflaya elektriklerin gelmesini beklerdik.
Hasta olduysanız yandınız. Sabah namazıyla kalkar, hastanenin yolunu tutarsınız. Sizinle aynı düşüncede olan yüzlerce kişiyle daha gün ışımadan hastane koridorlarında buluşur, muayene için listeye isminizi yazdırma kavgasına girişirdiniz. Doktor, 10 gibi mesaiye başlarsa şanslısınız, 3'er 5'er odasına girersiniz. Muayene olmayı başarabildiyseniz bu sefer de hastane içindeki eczaneden ilaç alma mücadelesine başlardınız. Kuyruklar, stres, sıkıntı, tartışmalar, yumruklaşmaya varan kavgalar... Derdinize derman bulmak bir yana, daha da hastalanıp öyle çıkardınız hastaneden..
Aileler, öğretmenler, polisler, esnaflar, mahalleler, şehirler, kısaca tüm Türkiye, karpuz gibi tam ortasından ikiye bölünmüştü. Baba, oğula; kardeş, kardeşe kurşun sıkıyordu..Anne, kızına küs; dede, torunuyla kavgalıydı.
Can güvenliği diye bir kavram yoktu. Sabah işe gitmek için evden çıkan babaların, akşam evlerine sağ salim döneceğinin garantisi de... Hatta ''Belki yanımda hanım varken bana ilişmezler'' diye hanımıyla işe giden beyler vardı. Haklıydılar; çünkü mahalleler bile sağcı ve solcu gençler tarafından parsellenmişti. Hele ki evin ile işyerin farklı görüşte olanların hükümranlığı(!) altındaysa yandınız. Her bir kontrol(!) noktasında ayrı ayrı hesap vermek mecburiyetindesinizdir. Çocuğunuz yaşındaki gençlerden en hafifinden bir fırçayla kurtulmuşsanız o gün,şanslısınızdır.
Türkiye'de manzara böyleyken, yeri geldiğinde her daim ''Cumhuriyeti koruma ve kollama görevi herkesten önce bizim'' diyenler, kılını kıpırdatmadan, kendilerine ayrılmış localardan keyifli bir film izler gibi izliyorlardı manzarayı. Sonradan öğrendik ki ''darbe şartlarının olgunlaşmasını'' bekliyorlarmış.
Bu kadarı yeter mi darbe için? Yetmez elbet. Milletin ''Yetiş ya asker!'' feryatları için daha bi can acıtıcı şeyler daha lazımdı..
Maraş, Sivas ve Çorum olayları tezgâhlandı..
Böylece darbeye giden yolda, son taşlar da döşenmiş oldu. Artık darbe için kimselerin itiraz edemeyeceği güçlü bir mazeret bulunmuş oldu. Askerin ülkeye ''sulh ve huzur getirmek'' için önünde hiçbir engel kalmamıştı.
Ardından "şartların uygun hale geldiğini gören" asker, idareye el koydu. Ülkeyi kurtarmak(!) adına en sevdiklerini bile karşılarına alarak, kelle koltukta mücadele ettiklerini düşünen sağdan-soldan binlerce idealist gencimiz, hapishanelerde akıl almaz işkencelere tabi tutuldu. Adaleti(!) sağlayabilmek için "bir sağdan, bir soldan" binlerce gencimiz darağacına çekilivermişti. Hatta bazılarının yaşı 18'den küçük oldukları için ona da gayet makul ve mantıklı bir çözüm yolu buluvermişlerdi: Yaşlarını büyütüp asıverdiler.
Geriye unutulmaz acılar, dökülen gözyaşları, vicdan azapları, dağılan-yok olan aileler, ekonomisi çökmüş, psikolojileri bozulmuş, darmadağın olmuş bir millet kaldı.
ALLAH, bir daha o günleri göstermesin..!!!
Sevgili hocam ALLAH, bir daha o günleri göstermesin. O kara günleri bizzat yaşamış biri olarak ne kadar sahipsizliğimizle çaresiz ve ma durduk. Hamdolsun şimdi huzurlu ve mutlu bir toplum olduk kaleminize sağlık, saygılarımla.
Amin
Millet sahipsiz olunca başına çorap ören çok oluyor hocam.Türk milletini ve devletini istedikleri yönde şekillendirebilmek için en az bir asırdır birileri ne tezgahlar ne tezgahlar planladılar. Hasımlarımız her dönem için aynıydı fakat biz ezeli düşmanlarımızı dost edinmek zorunda bırakıldığımız andan itibaren onlar da içimize sızmak marifetiyle her fırsatı lehlerine çevirdiler.Düşmanlarımızı hatırlamalı veya yeniden tanımlamalıyız. Yoksa ülkemiz hep kendi içinde düşmanı arar ve başka bahaneler altında kardeş kardeşe kırdırılmaya devam eder gider. Geçmişte Türk askerinin bile bu oyunlara darbeler yoluyla alet edilmesi ülkenin çaresizliğini ortaya koyuyor.O günler geçmiş gitmiş olsun bir daha dönmemecesine.Türkiyeye her zaman sahip çıkmalıyız,bir daha başka mihrakların ülkemize zarar verememesi için her daim uyanık olmalıyız.Güzel yazınızla hatıraları canlandırmışsınız,evet böyle bir Türkiye vardı bir zamanlar dedirtmişsiniz. İbretlik bir yazı yazmışsınız.Kaleminize yüreğinize sağlık
Amin amin hocam, Gerçekten o günleri Yaşar gibi oldum. Yüreğinize sağlık, kaleminize kuvvet. Bu millet emparyelist güçlerin ve siyonizmin oyununa gelmemeli. Bu millet Necip ve başarılı, kalekterli, şahsiyetli, imanlı bir millettir. Siyasi olarak görüş ayrılığının hasım ve düşman türetmemesi gerektiğini, Rakip olunabileceğini amma hasım olunmayacağı uyanıklığında olunması gerektiğine inanılması gerekir. Çünkü dış güçlerin istediği kardeşi kardeşe düşman etmek olduğu farkındalığının unutulmaması önemlidir. Peygamberimizin bizlere emri birbirinizi sevindir. Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olamazsınız. İman etmedikçede cennet giremezsiniz. Bu Emre layık olmak için birbirimizi Allah için sevmek zorundayız. Ölümün ani olduğunu, dünyanın fani, ahiretin baki olduğunu aklımızdan çıkarmamak gerekir. Bu ülkenin islamın son kalesi olduğu bilincinde olmamız gerektiği malumdur. Bizler öyle bir ecdadın varisleriyiz ki, 25 milyon kilometrede adaleti ve huzuru tesis etmiş ecdadın torunlarıyız. Selamlar
Malesef ulke cok acilar cekti. Darbe sonrasi yapilaan en onemli islerden biriide ! Yunanistan'ın NATO uyeligine yapilan vetoyu kaldirmakti. Darbeciler ulke guvenligini umursamdiklarini ve kimin kuklasi olduklarini alenen belli etmislerdir. Kaleminize saglik.
11 eylülde kan gövdeyi götürüyor. 12 eylülde her yer toz pembe. sıkı yönetim vardı, asker seyrediyordu. darbenin zemini hazırlansın diye ses çıkarmıyordu. ve 12 eylül de ABD den bir ses yükseldi: BİZİM UŞAKLAR BAŞARDI. Önü kesilen millet, milletin geleceği, katledilen de, idam sehpasında sallandırılan da bu ülkenin evlatları oldu. Tüm darbelere de, darbe tezgahtarlarına da darbecilere de lanet olsun.