Soğuk, buz gibi bir hava. Kurstayız, rutin işlerimizle meşgulüz. Öğretmenlerimiz, öğrencileri üniversite sınavına en iyi şekilde hazırlayabilmek üzere ellerinden gelenin en iyisini yapabilmek için koşuştururken dershanemizde yıllarca birçok sıkıntıyı birlikte göğüslediğimiz, gerçek anlamda kader arkadaşlığı yaptığımız Yıldırım Hocamız ziyaretimize geldi sağ olsun. Havadan sudan, oradan buradan derken söz döndü dolaştı anne-babalara geldi. Ondan dinledik.
İstanbul'da bir ara aynı okulda çalıştığı iki kardeşle dost olur. Bir zaman sonra iki kardeş, İstanbul'un farklı ilçelerinde kurs açar, kendi işlerinin patronu olurlar. Haliyle iş-güç artmıştır. Öğrenciler, öğretmenler, sınavlar, veli toplantıları, ödemeler vs. derken başlarını kaşıyacak vakitleri yoktur, kendimden biliyorum.
Onları Dünya'ya getiren, gözü gibi bakıp büyüten yaşlı anneleri, eşini seneler önce kaybettiği için Elâzığ’da tek başına yaşamaktadır. Oğullarının tüm ısrarlarına rağmen, doğup büyüdüğü ve birçok hatırası, akrabası, komşusu olduğu için İstanbul'a gelmek istemez. Arada telefonla konuşup hasret giderirler. Hasretlik dayanılmaz hale gelip yavruları gözünde tüttüğünde oğullarını arar " Sizi, kokunuzu, size sarılmayı, saçlarınızı okşamayı çok özlüyorum, ben gelemiyorum, altınızda arabanız var, siz bari yanıma gelin." diye yalvarır. Bu yalvarışlar, son zamanlarda daha da artmıştır.
Yalvarır yalvarmasın da kardeşler her defasında, hayatın bitmez tükenmez telaşelerinden vakit bulamadıkları için ''yarın, haftaya, gelecek ay'' diye diye sürekli ertelerler ziyareti. Günler, haftaları; haftalar, ayları kovalar. Baharlar, yazlar geçer, mevsimler kışa döner.
Yine sonu gelmeyen telaşeli bir günde Elâzığ’dan telefon gelir. Arayan, komşularıdır. Ne diyeceğini bilemeyen, tedirgin bir ses, acı haberi verir: "Annenizi kaybettik, başınız sağ olsun."
İki kardeşin "bitmeyen işleri bitmiştir. "Sağlığında işlerinden fırsat bulamadıkları için ziyarete gidemedikleri annelerinin hiç olmazsa cenazesine gitmelilerdi.
Zamanları her zamanki gibi dar olduğu için uçakla gitmeye karar verirler. Alelacele bilet alırlar ve Elâzığ uçağına binerler.
Mevsim kıştır. İstanbul'da nispeten yumuşak olan hava Elâzığ’a yaklaştıkça daha da sertleşir. Kardan, tipiden göz gözü görmez. Derken pilotun sesi yankılanır uçağın içinde: ''Sayın yolcularımız! Hava muhalefetinden dolayı Elazığ hava alanına inmek mümkün değil,Van Hava alanına iniş yapmak zorundayız. ''Hava buz kesmektedir; ama iki kardeşin başlarından kaynar sular dökülür. Annelerinin ''Sizi çok özledim, gelin'' diye yalvaran sesi, kulaklarında, ''ah keşke!''lerin pişmanlığı vicdanlarında yankılanırken, yapacakları hiçbir şey yoktur. Çaresiz koltuklarına yığılıp kalırlar. Uçak, Elâzığ yerine Van'a iner.
İki kardeşin yüreklerini, işlerinin çokluğundan(!) dolayı sağlığında bir türlü göremedikleri annelerinin cenazesinde bulunamayacakları korkusu sarar. Telaşlı adımlarla bir sağa bir sola koşuştururken bir kulakları da müjde duyma ümidiyle yapılacak anonstadır. Birkaç saat sonra bekledikleri müjde gelir. Pilot, şansını deneyecektir, küçük de olsa bir umut belirmiştir.
Van'dan tekrar havalanan uçak, Elâzığ üzerine geldiğinde hava tekrar bozar. Tipiden uçağın Elâzığ hava alanına inmesi mümkün değildir. Buna rağmen pilot birkaç kere inmeyi dener; ama nafile. Rotayı mecburen İstanbul'a çevirir. İki kardeşin, annelerinin hiç olmazsa cenazesine yetişmek ümidiyle bindikleri uçak, Elazığ'a inemeden tekrar İstanbul'a dönmüştür.
Bu arada annelerinin cenazesi mecburen toprağa verilir akrabaları ve komşuları tarafından; âmâ kardeşler orada yoklardır. Sağlığında işlerinin çokluğu (!) yüzünden annelerinin yanında olmayan kardeşlere, Cenab-ı Hakk, annelerinin cenazesinde bulunmayı da nasip etmez.
Kardeşlerin ne işleri ne de mülkleri; yürekleri yoruluncaya, gözler kapanıncaya kadar sürecek bitmez tükenmez pişmanlıkların, gönül sızılarının çaresi de olamayacaktır. Sonradan öğrenirler ki anneleri komşularına sürekli ''Bu sene çocukları sanki daha çok özlüyorum nedense, sizde de oluyor mu?'' diye sorarmış. Anneleri akıllarına her geldiğinde bu soru yüreklerini kor gibi yakarmış. Taa ki kalpleri atmayıncaya, gözleri kapanıncaya kadar yanacak bir kor.
Anne-Babalarınız sağken değerini bilin, onları sık sık ziyaret edin, ellerini öpün, yüzlerini okşayın, sıkı sıkı sarılın onlara.
Bu Dünya'nın işini kimse bitiremedi, siz de bitiremezsiniz; boşuna uğraşmayın!!!