KUDÜS'E VURULAN SELÇUKLU DAMGASI
Onuncu yüzyılın ortalarında Selçukluların Müslüman olmaları, sadece Türk ve İslam tarihi için değil, aynı zamanda dünya tarihi açısından da bir dönüm noktası olmuştur. Çünkü Selçuklu Türklerinin İslamiyet’i kabul etmeleriyle tarihin akışı değişmiştir. Bunun neden bu kadar büyük bir hadise olduğu hususu ayrı bir konudur.
Son dönemde ABD Başkanı Trump’ın uluslar arası hukuka rağmen, tamamen kabadayıvâri bir tarzda aldığı kararla Kudüs’ü İsrail’in başkenti yapma hedefi, bu şehri bir kez daha dünya gündemine taşımıştır. Bir kez daha diyoruz, çünkü, Hz.Ömer’in Kudüs şehrini barış yoluyla fethettiği tarihten itibaren şehir çeşitli vesilelerle dünyanın gündeminde yer almıştır.
Kudüs, üç semavi din için de kutsal bir şehirdir. Onun Müslümanlar için kutsiyeti bizzat Kuran-ı Kerim’de ifade edilmiştir. Hz.Peygamber’in Mirac gecesi Mekke’deki Mescid-i Haram’dan Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya götürülüşünün anlatıldığı İsra Suresi’nin ilk ayetinde bu kutsiyet çok açık şekilde dile getirilmiştir. Bu ayette Allah Teâlâ Mescid-i Aksa’dan bahsederken “çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa” diye bahsetmektedir. Yani, Kudüs’ün Müslümanlarca mübarek ve mukaddes olmasının sebebi, Allah’ın bu şehirdeki Mescid-i Aksa’yı mübarek ve mukaddes kılmış olmasıdır. Mescid-i Aksa’ya “Beytü’l-Makdis” ve “Beytü’l-Mukaddes” gibi isimler verilmesi de bu mescidin taşıdığı kutsiyet dolayısıyladır. İlk kıble olması, Mirac gecesinde Hz.Peygamber’in uğrak yeri olması gibi hususlar zaten herkesin malumudur.
Bu kutsiyet, tıpkı İstanbul gibi, Kudüs’ün de Müslümanlar için fethedilmesi gereken bir şehir olmasına yol açmıştır. Kudüs’e saygı duyulmasının bir sonucu olarak Halife Hz.Ömer, bu kutsal şehri savaşmaksızın sırf barış yoluyla fethetmek için şehir halkının talebi üzerine 638 yılında ta Medine’den kalkarak Kudüs’e kadar gelmiştir.
İslam’ın mukaddes kabul ettiği bu şehre Müslüman Türklerin bigâne kalması mümkün değildir. İlk defa, Müslüman bir Türk devleti olan Tolunoğulları döneminde Filistin’e egemen olan Türkler, daha sonra, başka bir Müslüman Türk devleti olan İhişidiler döneminde bu bölgeyi idare etmeye devam etmişlerdir. İhşidiler Devleti’nin kurucusu Muhammed b. İhşid’in 946’da vefat ettiğinde Kudüs’e getirilerek burada defnedilmiş olması, “Kudüs ve Türkler” arasındaki ilişkiler bakımından ayrıca anlamlıdır.
Kudüs, İhşidilerden sonra bir asrı aşkın bir zaman Türk egemenliğinden çıkmış olsa da Selçuklular döneminde tekrar Türk hakimiyetine girmiştir. Nitekim, Tuğrul Bey döneminde Şii istila ve tahakkümüne karşı Sünni İslam dünyasının Halifesi’ni himayeleri altına almak suretiyle İslam dünyasının liderliğini üstlenmiş olan Selçuklu Türkleri, Sultan Alparslan döneminde Kudüs’ü Şii Fatimilerin elinden almıştır. Kuran’ın ifadesiyle bu mübarek şehir, 28 yıl boyunca Selçuklu idaresi altında kalmış ve Selçukluların adaletiyle yönetilmiştir.
Bu süreçte Selçuklular, şehirdeki Mescid-i Aksa’ya Türk damgası vurmayı ihmal etmemişlerdir. Camiler, medreseler, kervansaraylar, darüşşifalar, bîmâristanlar, bedestenler, köprüler, çeşmeler, tekke-zaviyeler, türbeler, bütün bu mimarî eserler, Selçukluların hüküm sürdüğü bölgelerde bu hakimiyeti ispat edecek görsel delillerdir. Bunun yanında, daha önce yapılmış mimari eserlerin tamirat ve tadilatına dair ortaya konan kitabeler de aynı değerde kanıtlardır. Bu görsel kanıtlar, Türklerin hakimiyet kurdukları bu bölgelerin Türklere ait olduğunu gösteren tapu senetleridir. Bu bakımdan, uzunca bir dönem Batılıların yerli işbirlikçileri tarafından Anadolu’da Türklere ait İslâmî kitabelerin kazınmak ve üzeri alçılarla kapatılmak suretiyle imha edilmesi, buna karşılık İslam öncesi Roma ve Bizans dönemi yapılarının yüklü miktarlarda ödenekler ayrılarak gün yüzüne çıkartılmaya çalışılmış olması boşuna değildir.
Bu tapu senetleri çerçevesinde Suriye bölgesinde Şam ve Halep gibi şehirlerde Selçuklulara ait çok sayıda önemli yapı ve kitabelerin varlığı öteden beri bilinmekteydi. Ancak, dönemin yazılı kaynaklarında Kudüs’te Selçuklu idaresinin yaşanmışlığı kesin olmakla birlikte, bu idareyi somutlaştırarak ispat edecek mimari ve görsel bir esere de rastlanılamamıştı.
Bu eser ilk defa 2006-2007 yıllarında Mescid-i Aksa’nın tamir ve tadilatı sırasında tespit edilmiştir. Kudüs İslâmî Müzesi Müdürü Khader Salameh tarafından Zekeriyya Mihrabı’nın incelenmesi sırasında keşfedilmiş olan kitabe, onun tarafından incelenmiş ve fotoğrafları çekilmiştir. Kitabenin üzerinin mermerlerle kapatıldığı anlaşılmaktadır. Çünkü kitabe, tadilat için sökülen mermerlerin altındaki duvardan çıkmıştır. Salameh’in kitabeyi açıkta bırakarak sergilemek yönündeki ısrarlı teklifleri kabul görmemiş, Haçlılar döneminde gizlenmiş olduğu anlaşılan kitabe 900 yıl boyunca kaldığı mermerlerin altına tekrar gizlenmiştir.
Kitabenin ilk defa okunuşunu da Salameh yapmış ve bunu Levant Dergisi’nin 41. sayısında yayınlayarak ilim aleminin istifadesine sunmuştur. Kitabenin tahribe uğrayan ve bu yüzden okunamayarak boş bırakılan bazı yerleri Mehmet Tütüncü tarafından benzer Selçuklu kitabelerindeki isim ve kavramlar, ilgili dönemde yaşamış emir ve komutanlar da dikkate alınarak tekrar okunmuştur. Yedikıta Tarih ve Kültür Dergisi’nin 2011 tarihli 37. sayısında tekrar yayınlanmış olan kitabeye göre Mescid-i Aksa’nın Büyük Selçuklulara tabi olan Suriye Selçuklu Devleti tarafından tamir ve tadilatının yapıldığı net olarak anlaşılmaktadır. Bir bütün olarak okunduğunda kitabede dönemin protokolü dikkate alınmak suretiyle önce Halife, ardından Selçuklu Sultanı Melikşah, sonrasında Suriye Selçuklu Meliki olan Tutuş (Melikşah’ın kardeşi), arkasından da Suriye Selçuklularının veziri Fahrülmeâlî Ebu Nasr Ahmed zikredilmiştir.
Böylece, Selçukluların Kudüs’teki Mescid-i Aksa’yı tamir ettiği, üzerinde tadilat yaptığı kesinleşmiştir. Kitabede onların bunu sadece Allah’ın rızasını kazanmak için yaptıkları vurgulanmıştır. Tadilat işlemi 1084-1085 yıllarında yapılmıştır.
Ne yazık ki, mermerlerin arkasındaki yine o karanlık dünyaya terk edilmiş olan bu kitabe mutlaka gün yüzüne çıkarılmalı, muhafaza edilmeli, hatta kasten yapılabilecek imhalara karşı restorasyon mimarları tarafından tekrar kopyası yapılmalıdır.
Görüldüğü gibi, Kudüs’ün Türk idaresiyle tanışması ta Tolunoğulları dönemine, yani 9. yüzyılın ikinci yarısının ortalarına kadar uzanmaktadır. Selçukluların içine düştükleri iktidar kavgaları nedeniyle Kudüs, önce 1098 yılında Fatımîlerin, sonra da 1099’da Haçlıların eline geçmiştir. Haçlıların elinde 88 yıl sürecek olan tam bir vahşet ve katliam idaresinde çaresizce yaşayan Kudüs, 1187’de tekrar Selahaddin Eyyûbî ile Türk idaresine geçecektir. Bundan sonra da Türkler bu kutsal şehri önce Memlükler sonra da Osmanlılar eliyle adalet ve huzur içinde yöneteceklerdir.
Görüldüğü gibi, Kudüs, toplamda bin yıl Türklerin idaresinde kalmıştır. Bundan dolayıdır ki, bu kutsal şehir, Türklerin hiçbir zaman vazgeçemeyeceği, kendi kaderine terk edemeyeceği bir Türk şehridir. Osmanlı Devleti’nin yıkılışını fırsat bilerek kendi güçlerine dayanmak suretiyle zalimce, barbarca, insanlık dışı yöntemlerle buraya çöreklenenler sanmasınlar ki bu şehir kendilerine bırakılmıştır. Bir gün bu millet geri dönecek ve bu mukaddes şehre tuzak kuranlardan mutlaka hesabını soracaktır. Bunun işaretleri artık görülmüştür.
Nitekim, Türkiye’nin liderinden yükselen kahramanca ve cesurca ses bunun hesabını sormaya başlamıştır. Bu lider, sadece bu nedenle bile etrafında kenetlenmeyi fazlasıyla hak etmektedir.
Onurdan söz edenlere tarihi süreçle beraber hatırlatalım istedik.