SAHADAKİ TÜRKİYE VE ÇILDIRAN AMERİKA
Üniversitede öğrencilik yıllarında iken Milli Gençlik Vakfı Erzurum Şubesi bünyesinde “Tohum” adlı bir dergi çıkarmıştık. 1992-1993 yılları arasında çıkardığımız bu dergide, aynı zamanda yazılar da yazmıştım. Bu yazılarımın da bulunduğu derginin ilk beş sayısını, hayatımın en güzel yıllarının bir hatırası olarak hâlâ saklarım.
Geçenlerde, söz konusu dergiyi bir vesileyle gözden geçirirken, o tarihlerde yazmış olduğum bir yazının başlığı gözüme ilişti. Yazı, “Amerika ve Kötülük” başlığını taşıyordu. O dönemler, hem I.Körfez Savaşı’nın yaşandığı ve Irak’ın Amerika tarafından bombardımana tabi tutulduğu, hem Bosna Savaşı münasebetiyle Bosnalı Müslümanların Sırplar tarafından BM’in de yardımıyla soykırıma tabi tutulduğu, hem de ABD’nin Türkiye’deki “Çekiç Güç” vasıtasıyla PKK’ya lojistik ve stratejik destek verdiği yıllardı. Meşhur “Saratoga” olayı olarak tarihe geçen olayda, hem de birlikte tatbikat yaparken müttefikimiz Amerika tarafından bir muhbirimizin vurulması, askerlerimizden kurmay subaylarımızın da aralarında olduğu 5 şehit ve 18 yaralı vermemiz de, aynı tarihlere rastlamaktaydı.
Aslında yazıyı yazmama sebep olan da, Saratoga olayında, dönemin başbakanı Süleyman Demirel’in sarf ettiği sözlerdi. Şu sözler ona ait: “Amerika bizim askerlerimizi öldürmez. Böyle bir şey olamaz. Binânenaleyh olayda kasıt yoktur”. Yani Türkçesi, “Amerika’dan ne kötülük gördük ki!”. Daha, atılan füzelerin dumanı kaybolmadan ve hiçbir araştırma sonucunu beklemeden yapılan bu açıklamanın, insanın canını sıkmaması mümkün değildi. O yazıyla, başbakanın bu açıklamasına tepki göstermiş ve Amerika’nın bizatihi kendisinin kötülük olduğunu söylemiştim.
Bugün gelinen noktada pek bir şeyin değişmediğini görüyoruz. “Amerika ve Kötülük” hâlâ birbiriyle eş anlamlı kavramlar olarak devam edip gidiyor. Hâlen anlamda değişme yaşanmadığı gibi, bu konuda bizi ümitvâr edecek işaretler de görünmüyor.
Bugün de Amerika’nın, PKK’ya nasıl destek verdiğini bilmeyenimiz yok. Amerika’nın PYD/YPG’ye verdiği silahların onlar üzerinden PKK’ya ulaştırıldığını, PKK militanlarının üzerinden bu silahların çıktığını biliyoruz. ABD’nin PKK’ya en gelişmiş uçaksavarlar verme kararını alması, hiçbirimiz için şaşırtıcı olmadı. Sonuçta, fıtratının gereğini yapıyor.
Amerika’nın niyeti ne? Bütün bunları neden yapıyor? Artık, herkes tarafından bilinmektedir ki, onun amacı, Suriye’nin kuzeyinde, Türkiye’nin ise güneyinde bir terör devleti kurmak. Daha önce Körfez savaşıyla bunu hedeflemişlerdi. Orada Kuzey Irak olarak adlandırdıkları bölgede, bölgesel bir Kürdistan devleti kurdurdular. Ama, bu yetmedi. Çünkü, kurdurdukları bu devlet Türkiye’yi bölme gibi bir misyonun içine girmedi; yani, PKK’lılaşmadı. Üstelik, Kuzey Irak bölgesel yönetiminin son yıllarda Türkiye’yle uyum içinde bulunması, ABD’yi büyük ölçüde rahatsız etti. Zira, onun istediği, Türkiye’nin sürekli rahatsız edilmesi ve çökertilmesi idi.
Bu nedenle, Irak’ın kuzeyindeki bölgesel Kürt yönetiminin devlet olarak tanınma şansı bulunmamaktadır. Neden? Çünkü, bu bölgede Bölgesel Kürt Yönetimi, devletini kurduğu takdirde PKK’nın bölgedeki hareket alanı bitmiş olacaktır. Oysa, tam tersine, bölgenin PKK’nın yönetimi ve egemenliği altına girmesi için fırsat kollanmaktadır. Terör örgütünün Sincar’a çıkarma yapmasının nedeni de bölgeyi egemenliği altına almaktır. Ancak, Türkiye sahaya inerek buradaki bütün oyunları bozmuştur. Dolayısıyla, biz milli birliğimizi ve duruşumuzu devam ettirdiğimiz sürece ve bu şartla, söz konusu bölgenin PKK denetimine girmesi imkansızdır.
Kürt bölgesel yönetimi ile Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tehdit edemeyeceğini anlayan Amerika, bu kez Kuzey Suriye kartını oynamaya başladı. Kuzey Suriye bölgesinde boydan boya bir Kürt devleti kurma projesini hayata geçirmeyi amaçladı. Ama bu kez temkinli idi. Kurduracağı devleti, Barzani gibi Türkiye’nin topraklarında iddiası olmayan bir yönetime değil, Türkiye’yi bölme siparişlerinden birini verdiği PKK/YPG’ye hediye edecekti. Bunun için var gücüyle bu terör örgütünü desteklemeye başladı. Bu öyle bir destekti ki, artık PKK/YPG’yi kendisinden ayrı bir terör örgütü olarak görmüyor, ona, Pentagon’un doğal bir mensubu, Amerikan ordusunun Suriye’deki kolordusu muamelesi yapıyordu.
Yani, Türkiye Kuzey Suriye’de aslında PKK/YPG ile değil, Amerika’yla savaşıyordu. Ama bu durum, farklı, biraz da diplomatik mülâhazalarla, bizim söylediğimiz netlikte söylenemiyordu. Şimdilik belki doğrusu da buydu. Ancak, hakikatin bu olduğunu, devletten bağımsız yazarların ve düşünce insanlarının dile getirmesi zarureti vardır; böylece Türkiye’nin ne büyük bir saldırı altında olduğu gösterilerek toplumda birlik, bütünlük ve kenetlenme bilincinin oluşturulması gerekmektedir. Aslında bu düşünce, şükür ki, önemli ölçüde oluşmuş durumdadır.
Bu işin lamı cimi yok. Ortadoğu’da bütün hesaplar Türkiye üzerine oynanıyor. Hemen yanı başımızda 911 km uzunluğunda sınır komşumuz olması istenen bir terör devleti kurulması için çalışılıyor. Böylece Türkiye bitirilmek isteniyor. Böyle bir atmosferde Türkiye’ye, “Bizim Suriye’de ne işimiz var” diyenlerden daha büyük düşmanlık yapan olamaz. Bu nedenle Fırat Kalkanı Harekâtı, sadece Cerablus, Münbiç ve El Bab’tan ibaret olamaz. Tam tersine, Hatay ve Kilis’in dibindeki Afrin bölgesi, daha sonra Fırat’ın tüm doğusu Irak sınırlarına kadar PKK/PYD’den temizlenmelidir. Böyle yapılmadığı takdirde bu, “Fırat’ın batısında PKK devletini istemeyiz; ama doğusunda kurulabilir” anlamına gelir ki, böylesine vahim bir hata, şimdiye kadar gösterilen bütün çabaları heba edecektir.
Amerikan ordusunun adeta kolordusu durumunda bulunan PKK/YPG terör örgütünün sahibi olacağı bu devlet, bölgedeki en güçlü ülke olan Türkiye’yi sürekli meşgul edecek, onun enerjisini, servetini harcayacak, Doğu ve Güneydoğu’da iç çatışmalar çıkartacak, bütün bunlara ilave olarak sürekli ondan toprak talep edecektir. Marksist PKK’lıların kuracakları bir terör devleti, Ortadoğu’da ikinci bir İsrail olacaktır.
Kendileri açısından bunun önemini bilen ABD, Suriye’nin kuzeyini önce kantonlara ayırdı; sonra bu kantonları birleştirmeye başlayarak, PKK devletine giden yolda sınırları da çizmiş oldu. Bu arada Türkiye ise son raddeye kadar Amerika’ya, yaptığının yanlış olduğunu söyledi, durdu; ama bir türlü fiili eyleme geçecek cesareti kendinde bulamadı. İyi ki, bulamamış. Aksi takdirde ordunun içindeki FETÖ’cü subaylarla böyle bir şeye kalkışmak, harakiri yapmaktan farksız olurdu.
15 Temmuz’dan sonra ordu içindeki FETÖ’cü subayların önemli ölçüde temizlendiği veya en azından sindirildiği bir süreçten sonra Türkiye, kendisinde yurt dışı bir operasyon yapacak özgüveni bulmaya başladı.
Nitekim Türkiye, Suriye konusunda Fırat Kalkanı harekâtı ile sahaya indi. Onun sahaya inişiyle bölgedeki bütün hesapları altüst olan Amerika, adeta şaşkın bir ördeğe dönüştü. “Ele geçirilmesi aylar sürer” denilen yerler, birer birer çok kısa bir zamanda ele geçirildi. El Bab’ın kapısına dayanıldı, hatta tüm yolları ve stratejik yerleri ele geçirilerek tam hakimiyetin sağlanması an meselesi haline geldi. Türkiye, “bu yetmez, Münbiç’e de gidilecek” dedi. Hatta Sayın Cumhurbaşkanımız, daha ileri perdeden “PKK/PYD, Türkiye için tehdit olmaktan çıkıncaya kadar, gidilmesi gereken yere kadar gidilecek” ifadesini kullandı.
Özellikle, Türkiye’nin Rusya’yla birlikte harekete geçerek, Suriye’de en belirleyici aktör haline gelmesi, Rusya’nın da bu konuda Türkiye’yle birlikte görüntü vermesi, Amerika’nın psikolojisini tamamen bozdu. Amerika, adeta histeri nöbetleri geçirmeye başladı.
Şimdi bu haleti ruhiye ile bütün kötülüklerini ortalığa kusuyor. Şimdi de Hatay’ın hemen dibinde Afrin’de PKK-YPG teröristlerini eğitiyor. Neresinden bakarsanız bakın, her tarafından kötülük dökülüyor.
Türkiye’yle yakınlaşmasından ötürü Rusya’ya öfke kusuyor. Demek istiyor ki, “Ben Türkiye’yi her yerden kuşatmışken, neredeyse bitirmek üzere iken, nasıl olur da onunla birlikte hareket edip bütün planlarımı alt üst ettin” demek istiyor. Ondan intikam almak istiyor. Bu histeri içinde tüm Rus diplomatları ülkesinden kovuyor. Bir nevi çılgınlık hali yaşıyor; çaresizleşiyor; zavallılaşıyor; Rus dış işleri sözcüsünün diline pelesenk oluyor; aynı sözcünün dediği gibi, acınası duruma düşüyor.
Bütün bunlar bize Türkiye’nin zaferini müjdeliyor.
Ancak, Türkiye’nin dikkat etmesi gereken bir husus var: Rusya’yı Amerika’ya kaptırmaması gerekiyor. Dediğimiz gibi, Amerika’nın kötülük ve hile rüzgarlarının nereden eseceği belli olmaz. Nitekim, 20 Ocak’ta görevine başlayacak olan Trump, şimdiden Putin’e sıcak mesajlar göndermeye başladı bile. Hatta, Kremlin yalanlamakla birlikte, Trump ile Putin’in ilerleyen haftalarda Reykjavik’te bir araya gelerek görüşecekleri iddia edildi. Ancak, bu noktada en büyük avantajımız, Putin’in de hem ABD, hem de Batı tarafından kuşatılmak istendiğinin farkında olmasıdır. Yine de bu konuya dikkat etmekte fayda vardır.
Bu arada, Amerika’nın Astana’da yapılacak olan Suriye barışı ile ilgili görüşmelere davet edilmesi, gereksizliğinin yanında tehlikeli bir hamle olmuştur. ABD ile ilişkiler başka bir platformda yürütülmeliydi. Çünkü, ABD, bölgede Türkiye’ye karşı kötü niyeti itibarıyla bu barışı sabote edecek en önemli aktör olarak durmaktadır.
Türkiye ince ve uzun bir yolda yürüyor. Batı, sömürgelerini yeniden dizayn ederken, Ortadoğu’yu yeniden ve uzun yıllar elinde tutmanın planlarını yapıyor. Sadece bununla kalmıyor; Suriye üzerinden Türkiye’yi hakimiyet altına almaya, ona diz çöktürmeye çalışıyor. Bunda, hem Türkiye’nin, Batının İslam coğrafyasında istediği gibi at oynatmasını engellemeye çalışması, hem onların sömürgeci çarkını ve kurumlarını sorgulaması, hem de kendi topraklarındaki başta “bor” gibi madenler olmak üzere yer altı ve yerüstü zenginliklerini işletmeye açmasına çok az bir zamanın kalmış olması etkili olmaktadır.
Kısaca, Türkiye, şimdiye değin olmadığı kadar büyük bir kararlılıkla sahaya inmiştir; kabuklarını kırmaktadır; küllerinden yeniden doğmaktadır. İşte bütün kavga da bundan çıkmaktadır. Eğer biz, tek millet olarak kenetlenir, şehitlerimize rağmen, mücadeleyi yürütenleri ümitsizliğe düşürmez ve sonuna kadar dimdik ayakta kalmasını bilir isek, kesinlikle Türkiye büyük bir zafere ulaşacaktır. Bu büyük millet için zaten aksini düşünmek mümkün değildir.