Son birkaç yıl içinde üniversitelerimizde gençlerin din algısında köklü dalgalanmaların yaşandığı artık sır değildir. Bilhassa son dönemlerde bu dalgalanmalar, gençlerimizi içler acısı bir mecraya doğru hızla sürüklemektedir. Gençlik, din konusunda büyük bir krizle karşı karşıyadır. Devlet olarak eğer bu konuya el atılmazsa yakın gelecekte Batıdaki ateizm furyasının bir benzerini, gençliğimiz deizm olarak yaşayacaktır. Bunun, Türkiye’deki misyonerlik faaliyetlerinin gençlerimiz üzerinde yol açacağı travmayı da dikkate aldığımızda bir güvenlik meselesi olduğunu görmemiz gerekir.
Bu sorun karşısında neler yapılması lazım geldiği hususu başka yazılara konu olacak kadar mühimdir. Buradaki amacım mevcut tehlikeye dikkat çekmek ve gençliğin içine düştüğü bu krize yol açan temel etkenlerden birinin, hatta bana göre en önemlisinin ne olduğunu ortaya koymaya çalışmaktır.
Öncelikle, “deizm” kavramının ne olduğunu bilmemiz gerekir. Böyle bir bilgi, bize, gençlerin içine düştüğü deizm sapkınlığına yol açan saikler konusunda isabetli fikirler verecektir.
Deizm, vahyi, vahyin bildirdiği Tanrı’yı, peygamberlerin varlığını, kutsal kitapları ve dini reddeden, sadece akıl yoluyla kavranabilen Tanrı’ya inanan ekolün adıdır. Dolayısıyla deizm, “Tanrı vardır; ama o bizim aklımızla kavradığımız kadar vardır. Bunun ötesinde, aklımız varken vahye, meleklere, peygamberlere ve dinlere ihtiyaç yoktur” der.
Deizmi gençlere sunanlar, onu masum göstermek için kimi İslam filozoflarının geçmişte aynı deist düşünceye sahip olduklarını iddia etmektedirler. Böylece gençlerde deist inancın masum olduğu, hatta sahip olunması gereken bir inanç ekolü olduğu fikrini yerleştirmeye çalışmaktadırlar. Halbuki bu dini ve felsefi inancın kısmî benzeri her ne kadar İslam Ortaçağında bazı İslam filozoflarında da görülebilirse de, onların serdettiği fikirler vahyi kabul ettiklerinden, deizmin muadili değildir. Dolayısıyla, Ebu Bekir Razi’yi bazı özellikleri dışında bir kenarda tutacak olursak, hiçbir İslam filozofu deist olmakla suçlanamaz.
Deizm, esas olarak Avrupa’nın skolastik inanç ikliminden yeniçağın rasyonalist iklimine girerken Yahudi ve Hıristiyan kutsal metinlerinde var olan akıl dışı inanç motiflerinin ortaya çıkardığı dinî buhranın ve Batı medeniyetine mahsus tarihsel şartların ürünüdür.
Öyleyse tekrar edelim: Deizm, bir deistin aklının kabul ettiği Tanrıyı kabul eder, etmediğini de reddeder. Ama her halükârda vahyi reddeder, kabul etmez. Yani, bunun İslam’daki karşılığı, Kur’an-ı Kerim’i kabul etmez, melekleri kabul etmez, peygamberleri ve Peygamberimiz Hz. Muhammed’in peygamberliğini de kabul etmez. Dinleri ve dolayısıyla İslam Dinini de reddeder.
İşte, üniversitelerde eğitim gören gençlerimiz sinsice faaliyet gösteren deistlerin tuzağına düşerek deizm furyasına kendilerini kaptırmaktadırlar. Ve daha da acısı, deizm ve deist düşünceler gençler arasında adeta moda haline gelmektedir.
Pekiyi, neden?! Neden bizim gençliğimiz deizmin tehdidi altında? Neden bu deist fikirler onlar tarafından kabul görüyor? İslam’ın neresi, hangi inanç alanı gençlerimizin iman dünyasını tatmin edemiyor da, deizmin akılcılık süsü verilmiş inkârcı tuzağına düşüyorlar? Onlarda meydana gelen iman krizinin müsebbibi kim veya kimler?
Bunun teknik bazı cevapları var. Bunlar teknik bilgiler gerektiren ve anlaşılması belli uzmanlık alanı ve formasyon gerektiren cevaplar olduğundan okuyucularımızı yormamak için onlar üzerinde durmayacağım. Ancak, bu soruların işaret ettiğimiz teknik cevaplardan daha önemli bir cevabı var ki, işte ben ona dikkat çekmek istiyorum.
Televizyon programlarına bazen sistematik olarak katılan ve dini konularda program yapanlar, bazen de zaman zaman TV’lere çıkarak tartışma ve soru-cevap şeklinde dini konuşmalar yapanlar, bu konuda en büyük sorun gibi görünmektedirler.
Bu kişilerden bazılarının din namına anlattığı şeyler, İslam’ın ruhuna vakıf olamayanları dinden koparacak kadar vahimdir. Hele hele ekranlarda yaşanan ve sözüm ona İslam’ın anlatıldığı kimi programlarda yapılan tartışmaların seviyesinin bedevî seviyesinden de aşağı olması, başka bir ifadeyle seviyesizliğin gırla gitmesi, gençlikte acaba nasıl bir yankı uyandırıyor sanıyorsunuz. Ama seviyesizliğin dibine vurmuş olan bu din tebliğcilerine(!) sorarsanız, kendileri İslam’ı ne kadar da güzel (!) temsil etmektedirler.
Çok değil, daha yakın zamanlarda bir profesör, şovunu yapmak için getirdiği anlaşılan bir kavanoz deve idrarını ekranlarda canlı yayında, deve idrarı ile ilgili hadisin doğru olduğunu savunan muhatabına uzatıp “al, iç öyleyse” diyerek, yılın İslam mübelliği(!) skandalına imza atmıştı. Hatalı olduğunu düşündüğü karşısındaki din kardeşine bu muameleyi reva gören, İslam’ın nezaket ve letafetinden zerrece nasibi bulunmadığı anlaşılan bu İslam tebliğcisi(!) profesörümüz, aslında bugün Müslümanların içine düştüğü pespayeliğin acı bir örneğini yansıtıyordu. Karşı taraf ise, sanki İslam’ın anlatılacak hiçbir yeri kalmamış da sıra deve idrarını kutsamaya gelmiş gibi, Hz. Peygamberin bütün imajını yerle bir ediyor, adeta gençlerde Peygamber sevgisini tahrip etmek için çabalıyor, ama bunu yaparken tuhaf bir biçimde İslam’ı kitlelere tebliğ ettiğini sanıyordu.
Yıllarca medyada boy göstererek ekranlarda güya İslam’ı anlatırken programdaki muhataplarını bile gülmekten kırıp geçirerek şöhrete ulaşan bir başka irşadçımız da(!) topa dahil olarak, sosyal medyada taraftarlarına paylaştırdığı görüntüler eşliğinde güya Peygamberimize ait olduğu iddia edilen söz konusu hadisi kurtarmak gayretiyle, ilgili hadisi reddeden muhatabına açık ifadelerle, b… yedireceğini söylüyordu. Ve ne yazık ki, yıllarca kitlelere İslam Dinini de Hz. Peygamberi de bu ve bunlar gibiler anlatıyor. Bu insanların anlattıkları dinden ve Peygamberden gençler kaçmasınlar da ne yapsınlar Allah aşkına! İslam’ın da, aziz Peygamberimizin de onların anlattıklarından, konuştuklarından münezzeh olduğunu, uzak bulunduğunu bu gençler nereden bilebilirler.
Bununla kalsa iyi! Sarıklı, cübbeli ve upuzun sakallarıyla yıllardır kendisini İslam’ın ateşli bir savunucusu olarak satmayı başaran şarlatanlar galerisinin bu önemli figürü, insanları cehennemde yanmaktan koruyan kefen keşfiyle tüm zamanların en muhteşem bombasını patlatıyordu. Din adına şarlatanlığın doruklarına çıkmış olan bu pespaye kişinin, kendini savunma sadedinde söyledikleri şeyler ise tam bir kepazelik idi. “Ben, bu kefen, cehennemde sahibini yakmaz demedim; ayetleri, duaları onun üzerine yazdığım için yakmaması umulur dedim” diyerek, adeta insanlarla dalga geçiyordu. Bir başka irşadında(!) müthiş alimimiz(!) güya Peygamberimizin bir hadisine dayanarak adeta Müslümanları kertenkele öldürme seferberliğine davet ediyordu. Öyle ya, Müslümanların başka işi-gücü, derdi-tasası yok nasıl olsa; keyifleri yerinde, kertenkele avlanmaya çıkabilirler.
Ey Allah’ım, ne günlere kaldık! Bu insanları takip eden büyük kitleler var, geniş taraftar grupları var. Bu insanların anlattığı İslam gerçek İslam, anlattığı Peygamber gerçek Peygamber olamaz, değil. Bunu ben aldığım eğitim gereği biliyorum, ama ya milyonlarca genç. Bu safsataların İslam olmadığı hakikatini onlar nasıl bilecekler, nasıl haberdar olacaklar?!
İnsanlık topyekûn değerler krizi yaşarken, Müslümanlar dramatik bir hayatın içinde gayesizce ve umutsuzca savrulup giderken, bütün bunlara çözüm adına bir şeyler söylemesini beklediğimiz İslam, sizin ekranlarda ciddiyetten uzak konularınızla ve safsatalarınızla izaha çalıştığınız gibi bir din midir; deve idrarlarıyla, kertenkelelerle magazinleştirdiğiniz Peygamber, adeta talkshowcu seviyesine indirgediğiniz bir figür müdür?
Yine, bir kanalın gediklisi olarak çıkıp din adına konuşanlardan bir başkası da, “hoparlörden ezan okunmaz, okunan ezan makbul değildir, hoparlörden imamlık yapan birinin kıldırdığı namaz kabul olmaz” gibi akıl, mantık, muhakeme ve ilim yoksunu ifadeler kullanmıştı. Hoparlör kullanmayı ayet mi yasaklıyor, yoksa Hz. Peygamber mi, diye sormadan edemiyor insan. O dönemde böyle bir teknoloji olmadığı için hem Kur’an, hem de Hz. Peygamber böyle bir yasaktan söz edemeyeceğine göre, hangi şarlatan kendi kafasına göre din icat ederek onu İslam diye sunuyor ve üstelik yapılan ibadetin kabul olmayacağını söyleme cüretini gösteriyor. Teknolojiyi kullanmayı yasaklayan bir din algısı oluşturmanın doğal sonucu, gençlerin başka inançlara doğru savrulması olacaktır. Bu din bu kadar mantıksızlığı ve akıl dışılığı kaldıramaz.
Daha iki veya üç hafta önce, muhafazakar bir kanalda İslam dininin anlatıldığı bir programda bu görevi yapan iki konuşmacıdan biri diğerine diyor ki, “Aslında cennete gitmek çok kolay”. Diğeri cevap veriyor ciddi ciddi. “Tabi canım, çok kolay. Kıl namazını git cennete. Hepsi bu”. Hadi oradan dedim gayri ihtiyari tepkiyle ekran başında. Birden aklıma “yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, namazlarından gafildirler (Maûn sûresi) ” ayeti geliverdi. Yetimleri de içine alan bu ayet, zekatla ilgili ayetlerden birini tetikleyiverdi zihnimde: “Zekatı verilmeyen mallar cehennem ateşinde kızdırılacak, sahibinin alnı, yan tarafları ve sırtları bunlarla dağlanacaktır (Tevbe, 34-35)”. Ve ardı sıra, Müslüman’a yeryüzündeki sorumluluklarını bildiren ayetler uçuştu beynimde. Hani namaz kılanlar gidiverecekti hemen cennete. Sakın bu sözümle namazın ehemmiyetini görmezden geldiğim sanılmasın. Böyle bir şeyden Allah’a sığınırım. Ama bir bütün olarak İslam, “Bul papazı, al parayı” tekerlemesindeki gibi “kıl namazı, bul cenneti” tekerlemesine sığdırılacak kadar basit, vizyonsuz ve misyonsuz bir din değildir.
Öte yandan, başka bir aşırı uca savrularak evliya, mucize gibi kavramların yanı sıra hadisleri toptancı bir anlayışla reddeden zihniyetin devreye girmiş olması da ayrı bir garabettir. Belki bunlar için apayrı ve çok geniş bir paragraf açmak gerekecektir.
Bütün bu tartışmaların arasında savrulup giden ve deizmin sinsi ağlarına düşen gençlerin müsebbibi, din adına ortaya çıkarak abuk sabuk sözleri Peygamberin söylediğini iddia eden ve bunları İslam’ın doğrularıymış gibi gösteren şarlatanlar olduğunu artık bilmemiz gerekir. Gençler bu şarlatanların sözlerini İslam olarak kabul edince İslam’dan, Peygamber’in sözleri olarak kabul edince de Hz. Peygamber’den kaçmaya başlamakta ve deizmin vahiy tanımaz tuzağına düşmektedirler.
Bu tuzağı gençlerin başına örenlerden biri de Yaşar Nuri Öztürk olmuştur. O, “Kur'an, deizmi teşvik eden bir kitap değil, ama ona kapı aralayan bir kitaptır” diyerek, Kur’an’a iftira atmak suretiyle deizmi meşrulaştırmaya çalışmıştır. Nitekim deist gençlerin aynı zamanda Yaşar Nuri Öztürk’ün hayranı olmaları bir tesadüf değildir.
Uzun lafın kısası, vaktiyle Emine Şenlikoğlu, “Gençliğin İmanını Sorularla Çaldılar” adlı kitap yazmıştı. O yıllarda gençliğin imanı sorularla çalınıyordu. Şimdi ise gençliğin imanı şarlatanlarla çalınıyor. Bu durumda önlem almak da, gençliği her türlü tehditten korumakla yükümlü olan devlete ve onu yönetenlere düşüyor.
Felsefe profesörümüzün konuyla ilgili açıklamasını merak edenler buraya göz atabilirler... https://www.youtube.com/watch?v=-_B6MmqCPW4
Hocam Allah razı olsun. Tespitlerinizin eksiği var fazlası yok. Allah encamımızı hayreylesin. Her türlü maddi manevi , görünür görünmez, insani şeytani fitneden cümle insanlığı muhafaza eylesin.
Sn. Hocam, Gençliğin imanını proflar ile yok ettiler, yada tartışmalar ile soguttular. Sonra kendisine tebliğ yapılmasının önünü kapattılar. Önemli ve güzel bir teşhis olmuş, TEDAVİ ÇÖZÜMÜ ile taçlandırma yazınızı bekliyoruz.
Hocamız Allah razı olsun önemli bir meseleyi dile getirmiş. Tabi gençlerimizi dinimizden uzaklaştıran onlarca sebep var; hocamız sadece bir yönünü konu almış. (Yeşilçam etkisi, 28 Şubat süreci ve Müslümanların savruluşu, Ailelerin çocuklarını daha küçük yaşlardan dünyevi bir telaşın içine sokmaları; çocuklarının iyi bir üniversite ve işe girsin diye yapılan mücadele ve dağılan ailelerin ortada kalmış çocukları vbs.) Tabi aslında amaç sebepleri tespit edip bırakmakta değil. Ne yapmalıyız? Nasıl yapmalıyız? Başlangıç noktamız önce kendimizin iyi bir Müslüman olma çabasıyla başlıyor. Sonra kendi çoluk çocuğumuza, yakın çevremiz ve uzak çevremize emri bil maruf nehyi anil münker yapmakla başlıyor. Bunun yolu Sabah namazları başta olmak üzere 5 vakit namazlarımızı camide cemaatle kılmaktan geçiyor. Tabi yanımıza çocuklarımızı da alarak cemaati takip etmemiz gerekiyor. Ve gençlerimizin sorunlarını yine gençlerimizi de işin içine katarak onlarla istişare ederek çözebiliriz.