Sanat ve spor evrenseldir; yani ikisinde de ''ırk, din, hayat tarzı'' mühim değildir. Tek ölçü ''güzel olması, hoşa gitmesi''dir.
Büyüklerin dediği gibi:'' Güzellikler ortaktır, onların sahibi yoktur, kimin hoşuna gitmişse onundur. Mesela jeneriklik gol atan bir futbolcunun inancı, milliyeti, siyasi görüşü beni ilgilendirmez. Hele golü CİMBOM adına atmışsa hiç ilgilendirmez.
Kütüphanemde Necip Fazıl'dan Nazım Hikmete; Nihal Atsız'dan Abdurrahman Dilipak'a; Attila İlhan'dan Nurullah Genç'e kadar her siyasi görüşten yazarların, şairlerin kitapları vardır.
Keza şarkı dinlemeyi severim; şarkıcının sağcı-solcu; inançlı ya da ateist olması önemli değildir, yeter ki güzel olsun, hoşuma gitsin. Ahmet Kaya'nın tüm şarkılarını hâlâ severek dinlerim. Kezâ Hüsnü Arıkan'ı, Edip Akbayram'ı da.. Dinlediğim sanatçıları gören, beni sol kolunu hiç indirmeyen hızlı bir devrimci zanneder.
Farklı düşünseler de (bana göre)aykırı yaşasalar da ''hepsi bizim'' diye düşünür; hepsini okur, dinlerim. Her birinden alacağım şeyler olur; kiminden fikir, kiminden keyif...
Yeter ki benim inancıma, değerlerime saygı göstersinler.
Birkaç gün önce sosyal medyaya, söz ve bestesi Cumhurbaşkanlığı sözcüsü Sayın İbrahim Kalın'a ait olan ve yine kendinin yorumladığı, Erkan Oğur'un da katkıda bulunduğu bir türkü düştü. Sözleri, ezgi ve yorumuyla hakkaten çok hoşuma giden bu türküyü, sosyal medya hesabımda biraz da esprili bir üslûpla: ''Yerinde gözüm vardı İbrahim Bey'in; fakat muhteremde entelektüel birikim var, yabancı dil var, kitap yazıyor, saz çalıp beste yapıyor, muhteşem bir şekilde yorumluyor. Karakter kalitesi zirve. Şöyle bir ona baktım bir de kendime, sonra dedim ki:
Yetişmek için kırkı fırın da ekmek yesem yetmeyecek. Vazgeçtim.'' sözleriyle paylaşmıştım.
Paylaşmıştım; ama daha önce bir şekilde ''sağ-muhâfazakâr'' tandanslı bir siyasetçi, sanatçı ile yan yana gelen sol görüşlü bir sanatçının başına gelenleri hatırlayınca ''İyi cesaret'' demekten ve takdir etmekten kendimi alamamıştım; fakat Erkan Oğur'u "cesur" diye nitelemek ve takdir etmekte aceleci davrandığımı çok geçmeden anladım.
Üzerinden bir gün bile geçmeden, türkülerini keyifle dinlediğim Erkan Oğur'a, sırf Sayın İbrahim Kalın'la müzik yaptığı için ''devrimci-solcu'' tayfa verip veriştirdi, onu âdeta linç etti. Ne sanatçılığı kaldı ne de hainliği.
Muhterem de kalıbının adamı değilmiş ki "Ben 70 yaşındayım, bulunduğum yere tırnaklarımla kazıyarak geldim. Kimle müzik yapacağımı size mi soracağım?'' diyerek örgütlü nefret kasırgasına direnememiş, mahallesinden gelen ilk saldırıda fazla güneşe maruz kalmış plastik şişe gibi yamuluvermiş.
Ve çareyi:
"Ben solcu, devrimci birisiyim, zamanında cumhurbaşkanlığı ödülünü bile reddetmiştim. Bu işi yaparken içimin bir köşesi cız etmişti, benim ne işim var burada diye. Hatam olmuş olabilir. Hatasız bir insan gösterin, lütfen beni harcamayın." demekte bulmuş. Tıpkı bir gün önce Halk TV'de :''128 milyar dolar kaybolmaz. Okur yazar olan birisi girer Merkez Bankası sitesine, pat pat pat orada okur görür. Zaten devletin resmi kaydı altındadır.'' deyip de zılgıtı yiyince:'' Partim ne diyorsa o,128 Milyar nerde?'' diyen CHP Milletvekili İlhan Kesici gibi.
Her ikisi için de şu tesbiti yapmak haksızlık olmaz kanaatindeyim:
"Adamlar her şeyden önce kendilerine inanmamış, yaptıkları işin, söyledikleri sözün arkasında duramamış. ''Sanatın siyaseti olmaz! Rakamlar yalan söylemez'' diyemeyecek kadar korkaklarmış.'' Kiminin korkusu ''iş bulamamak; kimininki de partiden ihraç edilmek; ama sonuç değişmiyor: ''Korkaklar!''
"Hocam, alt tarafı Erkan Oğur bir kişi, böyle örgütlü bir baskıya nasıl dayansın, üzerine fazla gitmiyor musunuz?" diye düşünebilirsiniz. Asla! Az bile söylüyorum; çünkü aynı baskının belki çok daha fazlasını görüp de yaptığının arkasında dimdik duran karakterli sanatçılara şahit olmuştuk geçmişte.
Mesela Zerrin Özer, o zamanın başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın "vizyon" toplantısına katıldığı için kendini eleştirenlere:" Aklınızı alırım küçük beyinli cahiller. Bana Alevilikten söz etmeyin de karşıma gelin korkaklar!!!" diye tepki verebilmişti.
Yine, İsrail'in zulmüne karşı "Allah Hitler'den razı olsun bunlara az bile yapmış, haklıymış adamcağız." diye tweet atan Tilbe'ye aynı kesimden yine müthiş bir saldırı gelmişti de “Musevilere saygım sonsuz;fakat beni İsrail’in Allah belasını versin. Özürmüş. ne özrü,Hitler az bile yapmış” diye posta koyabilmişti.
Demek ki "adamlık" cinsiyetle değil, şahsiyetle oluyormuş.
Kezâ fotoğraf üstadı Ara Güler, sırf Cumhurbaşkanımızın fotoğraflarını çektiği için linç yemiş, "Hadi oradan be! Hanginiz kafa tuttu Amarika'ya onun gibi" diyerek geri adım atmamıştı.
Bu vesilesiyle bir kere daha anladık ki sanat(!) için her türlü ahlaksızlığı hoşgören bu cemaat, kendilerinden saydıkları birinin, "karşı mahalle" den biriyle -basit bir iş için bile olsa- bir araya gelmesine asla tahammül edemiyor. Kırmızı görmüş boğa gibi saldırıyor,bununla yetinmeyip adı konmamış bir ambargo uyguluyorlar. Onu görmezden geliyor, yokmuş gibi davranıyorlar. Mesela onun konserine gitmiyor, CD'sini almıyor, barlarda program yaptırmıyorlar, film çektirmiyor ya da rol teklif etmiyorlar.
Her zaman iddia etmişimdir; her ne kadar kendilerini "en eğitimli, en çağdaş, en özgürlükçü" diye pazarlasalar da toplumumuzun en cahil, en bağnaz, en yobaz kesimi ''Atatürkçülük'' harcıyla karılmış "devrimci sol"dur. Faşistlerin en koyusu da bunlardır.
İçlerinde uzun yıllar kalmış bizim mahallenin çocuklarından Hasan Kaçan'ın (nam-ı diğer Heredot Cevdet) bu mahalle için tespiti aynen şöyle:
"Sol eğilimli sanatçılar; bağnaz, yobaz ve de şirret 'sol sanat politbürosu'nun izin verdiği miktarda özgür olabilirler. Sanatçı, bırakın ruhunu, cesedini dahi bu faşist politbüroya teslim etmekle yükümlüdür. Anlaşma böyledir. Ezkaza aksi bir durumda nefes dahi alamaz. Aldırmazlar."
Erkan Oğur'a gelen bu tepkilere çok üzüldüğünü bizzat kendisine iletmesine ve "susalım" kararını birlikte almalarına rağmen Erkan Oğur'un: "Ben devrimciyim, yaptığım yanlıştı, herkes hata yapar, affedin." mealindeki sözleri üzerine Sayın İbrahim Kalın çok içerlemiş olmalı ki hayalkırıklığını şu cümlelerle ifade etmiş:
"Söylediği şeylere şaşırdım ve üzüldüm. Keşke zorba saldırıların karanlık gölgesi, kendi irademizle ve muhabbetle paylaştığımız bu güzelliğin üzerine düşmeseydi. Canı sağ olsun"
Ne gerek vardı bu duruma düşmeye,beş paralık adamlara şov yaptırmaya, dolayısıyla bizim mahalleyi üzmeye? Bizim mahallede en az Erkân Oğur kadar kaliteli müzisyenler yok muydu? Hepimiz biliyoruz ki var hem de istemediğimiz kadar. O halde bu insanlar neden görmezden geliniyor?
Her ne kadar "Toplumsal barışı sağlamak adına sanatın birleştirici gücünden faydalanmak niyeti" desek de aslında gerçek sebebi hepimiz biliyoruz. Onca hayalkırıklığına, zenci muamelesi görmemize rağmen bizim mahallenin şifa bulmaz bir hastalığı var: “İyi ve güzel olmak adına ne varsa illaki karşı mahallededir ya da gündeme gelmem için mutlaka onlardan biriyle arz-ı endam etmeliyim, referansım onlardan biri olmalı” hastalığı.
Bir başka deyişle kendinden olana “bizim oğlan” muamelesi yaparak onu adam yerine koymayıp, kendinden olmayana her türlü imkanın seferber edilmesi hastalığı.
Bu hastalık hücrelerimize o denli işlemiş ki ne kadar saklamaya çalışırsak çalışalım bir gün bir yerde kendini mutlaka gösteriyor.
Oysa biz onları hiç ''öteki'' olarak görmedik.Bilakis hep bizden, hatta aileden birileri olarak gördük yıllarca.
Sarhoş olup kavga ettiler, uyuşturucu kullandılar, kadın dövdüler, hapse düştüler; ama yine ''insandır, olur böyle şeyler'' deyip bağrımıza bastık onları. Filmlerini izledik, kitaplarını okuduk, şiirlerini dinledik; onlarla hüzünlendik, onlarla güldük. Bizim sayemizde şöhret oldular, sırtımızdan para kazandılar, krallar gibi yaşadılar; ama onlar hiçbir zaman kendilerini bizden hissetmediler. YıllarcaTV'lerde, sosyal projelerde, söyleşilerde hep ''sizdeniz''i oynadılar. Oynadılar diyorum, hakkaten oynadılar; filmlerdeki rolleri kadar sahteydi her şeyleri.
Bu vesile ile bir kez daha şu gerçeği hatırlatalım kendimize: "Beyaz Türkler, aynı gemide olduğumuzu asla kabul etmeyecekler, bizi sürekli "kutuplaşma" ya yol açmakla suçlayacaklar; ama her fırsatta kutuplaşmaya son hızla devam edecekler.
Neyse biz yine de "bizim olan"ın yanında olmak adına, Ahmet Tezcan'ın sözüyle bitirelim:
"İncelikten nasib almamışlara İbrahimler her zaman kalın gelir."
Hocam ağzınıza sağlık çok güzel bir yazı omuş.
Yine 90'a çakmışsınız, Güzel insan.????
Eyvallah kardeşim..Selam ve muhabbetlerimle
METİN hocam eskiden edebiyat derslerimizde bize hayatı ve geleceğimizde iz bırakacak bilgileri nakşederdi.Bu yazıda iyi bir gözlem ve özeleştiri var çok da haklı bir eleştiri ellerine sağlık hocam.Bir avukat abimiz evin buzağısı Dana olmaz demişti.
Eyvallah kıymetli başkanım.. Doğruyu bulmada bir nebze de katkımız olursa ne mutlu bize.. Selâm ve muhabbetlerimle
Otekileştirmek bizim kültürümüzde hiç olmadı. Biz hep estetik olmaktan güzelliklerden yana olduk. Bildiğimiz doğrulardan vaz geçmedik, geçmeyeceğiz de inşallah.
Dediğiniz gibi İlyas müdürüm.Bizim taraftan hiç kimsenin aklına "Erkan Oğur niye var?" sorusu gelmemiştir.
Metin hocam yine döktürmüşsün. Bu olup bitenlerden belki bizim insanımızda uyanır. Senin yazını okuma zahmetine katlansalar kolayca anlarlar. Bu yazıların devamını bekliyoruz.
Eyvallah Cemal Abi.. Elimizden gelenin en güzelini yapmaya çalışıyoruz, çalışacağız inşaallah..
Bizim mahallenin genel düşüncesi"Sola şirin görün,sağdan zarar gelmez"anlayışı üstadım
Maalesef Mehmet Hocam..Onca yanılgıya rağmen hâlâ ısrar ediyoruz nedense..
Mahalle baskısı bir kez daha galip geldi. Mahalle maçları her zaman olur da ; bazen mahallesini unutup kendi kalesine gol atanlar olmasa daha iyi olur. Vesselam.
İnsanların en büyük kabusu"Elalem ne der?"endişesi derler ya genelde elalem kazanıyor ustadım..
Harika bir yazı olmuş
Eyvallah Ali Fuat Bey, selam ve muhabbetlerimle