TV izliyorum. Alt yazı geçiyor: ''Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ, hakkında açılan davadan dolayı ifade vermek üzere avukatıyla adliyeye geldi."
İlker Başbuğ'un ağzından bir ara ''Tayyip Erdoğan, Fetö'yle çok kez tek başına kalmasına rağmen mücadele etti. O olmasaydı Fetö'yü kimse alt edemezdi.'' sözlerini duymuştuk. Gerçeği teslim ettiği için de kendisini takdir etmiştik.
Bir zamanlar FETÖ, onu Genelkurmay Başkanı iken ''terör örgütünün başı'' diye hapse attığında, Abdullah Gül kendisi için ''Yüce Divan'da yargılansın" derken Cumhurbaşkanımız, ''Koskoca genelkurmay başkanımız, O kadar da değil.'' diyerek tepki göstermiş, ona sahip çıkmıştı.
Bir ay kadar önce, aynı İlker Başbuğ'un (2009-2010 yıllarını kastederek) ''Askerleri sivil mahkemede yargılama kanununu kim çıkardıysa FETÖ'nün siyasi ayağı odur.'' anlamına gelen bir açıklama yapmıştı. Bu sözler, FETÖ meselesinde Ak Parti'yi doğrudan, açık bir şekilde hedefe oturtmaktı. Bu duruma Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan çok sert tepki göstererek o dönem, kanunda imzası bulunan Ak Partili vekilleri dava açmaya çağırmıştı.
Belki birçok sebep sayılabilir; ama FETÖ'nün orduda bu kadar kökleşmesinde en büyük suç, önceki Kuvvet Komutanları, Genelkurmay başkanları da dahil, sizindir İlker Paşam. Güya en eğitimli, en titiz, en disiplinli, en uyanık, en, en diye yere göğe sığdıramadığımız sizler ''paşa paşa'' ayakta uyurken FETÖCÜLER, tüm orduyu ele geçirmiş de fark edememişsiniz.
Peki sizin tüm iyi yetişmişliğiniz, zekânız ve uyanıklığınıza rağmen bu işgali nasıl gerçekleştirmişler? Tıpkı kanser hücreleri gibi.
Uzmanı, meraklısı bilir. Vücudumuz, her gün yaklaşık 1 milyon kanser hücresi üretir. Bağışıklık sistemimiz, vücudumuza giren yabancı maddeleri tanır ve yok eder. Normal hücrelerimiz bağışıklık sistemi hücrelerine “dost” olarak görünmesini sağlayan proteinleri yüzeylerinde taşır. Bu yüzden savunma sistemi onlara zarar vermez.
İşin ilginç ve mucizevi yanı, kanser hücreleri de kendilerini savunma sistemimizden saklamak için aynı proteinleri yüzeylerinde taşıyarak bağışıklık sistemine görünmez olmayı öğrenir. Sistem fark edemediği için hücrelere yerleşir. Bölünme suretiyle çoğalarak (metastas) bir süre sonra yerleştiği bölgelere sığmaz hale gelir ve vücudun başka bölgelerine atlar. Savunma sistemi bu düşman hücrelerin farkına vardığında iş işten çoktan geçmiştir. Kanser hücreleri tüm vücudu ele geçirdiğinde kaçınılmaz son gelir: ÖLÜM
Aynen kanser hücreleri gibi FETÖCÜLER de ''sizden görünmek'' için kılık değiştirip ''içki içmişler, namazları terk etmişler, altın yüzük takıp balolarda dans etmişler, hanımlarına bikini giydirip plajlara göndermişler'' Böylece siz onları kendinizden zannettiğiniz için onlara hiç dokunmamışsınız.
Oysa gerçek dindar subaylar, Müslüman olmanın gereklerini yerine getirmekten sakınmadıkları için iyot gibi açığa çıkıvermişler. Savunma sisteminiz onları hemen tanımış, ''düşman'' olarak tanımlamış, yok etmeye karar vermiş. Sonunda da maalesef, siz uyanık(!) generallere yem oluvermişler.
Göğüsleri başarı madalyalarıyla süslü, bu vatanın gerçek sahipleri olan dindar subayları ''namaz kılıyor, annesi-kız kardeşi başörtüsü takıyor, içki içmediği gibi danslı balolara da katılmıyor '' gibi, kendinizden başka kimseyi ikna edemediğiniz mâkul ve mantıklı (!) gerekçelerle İRTİCACI yaftasını da boyunlarına asarak ordudan tazminatsız, beş parasız sokağa attığınızda meydan (ordu) Fetöcülere kalmış
Biz şunun da farkındayız:
Sizin probleminiz gariban, mü'min Anadolu çocukları değildi. Asıl hıncınız onların temsilcisi olarak gördüğünüz ''Recep Tayyip Erdoğana''ydı.
Asıl probleminiz, onlardan biri olan bir insanın, başbakan olarak sizi yönetmesiydi.
Ve o kişinin, sizin her türlü mesnetsiz, baskıcı, buyurgan, saçma sapan şikâyet ve isteklerinize, diğer başbakanlar gibi el pençe divan durmak yerine, sizden çekinmeden gerektiğinde masaya vurup size "Kes ulan!" diye bağırmasıydı.
"Paşa, Paşa! Bu ülkeyi sen mi yöneteceksin, yoksa ben mi? " diyebilmesiydi.
Karşınızda ülkenin başbakanı olduğunu unutup çok sert bir üslupla konuştuğunuzda: ''Otur oturduğun yerde, ne yapacaksın? Bizi cemselere doldurup Selimiye Kışlası'na mı götüreceksin?'' diyerek haddinizi bildirmesiydi.
Sonuç itibariyle eğer siz cengaver generallerimizde, samimi dindar subaylar ile sahtekârları ayırabilecek ''feraset ve basiret'' olsaydı, 15 Temmuz kalkışması gibi bir utancı, bu aziz millete asla yaşatmazdınız.
Keşke onu bunu suçlamak yerine, hiç olmazsa utançlarınızı da yanlarınıza alıp susmayı
becerebilseydiniz. Becerebilseydiniz de her türlü hatanıza rağmen ''En sevgili'' nin hatrına ''Peygamber ocağının erleridir, mahçup olmasınlar'' diyerek onca şehit, gazi, acı ve gözyaşlarımızı sinemize gömüp sesimizi yine çıkarmazdık.
İNSAN, BAŞKALARINI SUÇLAMADAN ÖNCE ''AYNAYA'' BAKMALI.
Harika bir tahlil, mükemmel bir yazı, hadsizlere haddini hatırlatan, yüzsüzlere şamar gibi bir yazı olmuş ÜSTAD. Sen bu işlerde profesyonelleştin. transfer tekliflerinden haberimiz olsun. Allah sizden razı olsun.
Tebrikler Hocam ağzınıza yüreğinize sağlık vücudunuza sıhhat afiyet. Selam gönderiyorum. Allah’a emanet olun.
Kaleminize saglik Metin bey, on numara bir yazı olmuş bizlere tercüman
Teşhisler çok güzel olmuş
Kalemine sağlık değerli abim...
Metin hocam eline gönlüne sağlık.. MaşaAllah..
Peygamber ocağı diye başımızın tacı bildiğimiz, Vatan görevi diye kınalı kuzuları düğün, bayram havasında yolcu ettiğimiz asker ocağında irticacı (!) diye dindar Vatansever evlatlarımızı, sorgusuz sualsiz Ordu'dan atarken meydanı kime bıraktıklarının hesabını vermek yerine, yüzsüz şekilde topu taca atıyorlar.
Kaleminize sağlık.