İnsanoğlunun hamuru kibirle karılmış. Ne zamanki teknoloji sayesinde her istediğini yapabilecek para ve güce ulaşıyor, o zaman her şeye hükmettiğini düşünmeye başlıyor.
"Her şeyim tam, sahip olduğum ne varsa kendi gücümle elde ettim'' düşüncesi, "Benim hiç kimseye, hiçbir şeye ihtiyacım yok" duygusunu tetikliyor. Bunun nefislerdeki yansıması şöyle olmalı: "Ben Tanrıyım"
Zenginlik ve güç, ruhumuzdaki "kibri'' alevlendiriyor; muhtaçlık hissi ise kulağımıza "Bir Yaratıcı var." gerçeğini fısıldıyor. Her şeyimiz yerli yerinde iken başımıza gelen felâketler, hastalıklar bize acizliğimizi ve bir Yaratıcının olduğunu en keskin şekilde hatırlatanlardan olsa gerek.
Afetler, bu hayatın gerçeği. Kaçma şansımız yok..
Sel de gelir, deprem de olur,yangın da çıkar, kar da yağar...
Hepsinin bir imtihan vesilesi olduğuna inananlardanız.
Amenna saddakna..
Hepsi felakettir; ama her birinin özelliği farklıdır.
Deprem, sel ve yangın aniden başlar; ilk ikisi yıkar geçer; diğeri de kül eder geçer.
Önlem almanız imkansıza yakındır; amma velakin yağmur, kar, fırtına, meteoroloji tarafından en az birkaç gün önceden,saat saat duyurulur. Afetin şiddeti bile haber verilir, ne kadar süreceği de.. Ki MGM, ülkemizin işini en iyi yapan, güvenilir kurumlarının başında gelir,kolay kolay da yanılmaz.
Meteoroloji 3 gün önceden seni uyarmış:
''Yoğun kar geliyor''
Sana düşen gerekli önlemleri almaktan ibarettir.Ama sen görevini yapmayıp sürekli algı operasyonları ile işi götürmeye kalkar, mağdurları oynamayı alışkanlık haline getirirsen, belki bir süre başarılı olabilirsin; ama gün gelir, tüm çirkinlikleri kapatma özelliği olan kar bile dayanamayıp "tiyatrolarını, mizansenlerini, algı operasyonlarını" tüm çıplaklığıyla bir gecede ortaya çıkarıverir.
Sıkıntıya her düştüğünde, (Bu defa İsviçre Alplerinden ses veren ve sanki görevinin başındaymış gibi "Her şey kontrol altında" kıvamında tweet'ler atan) yardımcının mizansenleri seni kurtaramaz; çünkü mizansenler kar kürüyemez, yolları tuzlayamaz, araçların içinde aç bilaç çaresiz kalan insanların feryadını duyamaz, dertlerine çare olamaz.
İnsanlar seni şehriemin olarak seçmiş,
sana sevdiklerini, canını, malını teslim etmişse üstüne düşen vazife, önlem almaktır. ''Çok ani ve şiddetli yağdı, tuz yetmedi, kar kürüme aracı kaydı, şoför sarhoş çıktı, beni çalıştırmıyorlar'' gibi bahanelerin ardına asla saklanamazsın..
Saklansan da her hareketinde bir kerâmet arayan, her yanlışına bir bahane bulan "sülün sürüsü" hariç, kimseyi inandıramazsın.
Ara sokakları geçtik, ana arterlerde bile tüm gece boyu kar ve soğuk altında insanlar araçlarının içinde mahsur kalıyorsa, bunun bürokratik sözlükteki karşılığı "krizi yönetememek"se, halkın sözlüğündeki karşılığı ''beceriksizliktir.'
Samimiyet, ciddi bir bilgi birikim ve devlet ciddiyeti ile mücadele gerekir.
İstanbul'u sel aldığında Bodrumlardaki tekne keyfini bozmaya kıyamazsan,
"Depremzedelerle birkaç fotoğraf verip soluğu Palandöken'de alırsan,
İstanbullu kar altında çaresiz yardım beklerken sen Balıkçı'ya hanımınla rakı-balık keyfi yapmaya kaçarsan ve fotoğraflar sosyal medyaya sızdığında yakalanmanın verdiği telaşla apar topar AKOM'a geçerek ''Çalışıyormuş'' görüntüsü vermeye kalkarsan bu tavırların samimiyetle ilgisi olamaz.
Her seferinde ters ayakta yakalanınca İstanbullulardan özür dilemek yerine:
"Tatil bana yakışıyor, benim için önemli, çocuklarımı ıskalayamam, ben sizin bildiğiniz başkanlardan değilim, alışacaksınız'' diyerek .... mum dikersen hiç kimseyi samimiyetine inandıramazsın, iş yapacağına da...
Bir zamanlar sen değil miydin "Kaybedecek bir dakikam yok; İstanbul hizmet bekliyor, verin mazbatamı." diye feryat-figan eden. İstanbullunun ihtiyacı olduğu zamanlarda ne işin var tekne turlarında, kayak pistlerinde, balıkçı lokantalarında? Fazla bir şey beklemiyor ki İstanbullu senden.Bekledikleri şey, bir önceki dönemde yapılan ve tıkır tıkır işleyen sistemi devam ettirmek..
Beyefendinin tam 3 gün önceden "kar geliyor" diye uyarılmasına rağmen İngiliz Büyükelçisi ile balık ziyafetinde yakalanmasına gösterilen tepkiye cevabı aynen şöyle: "Benim yoğun bir gündemde çalışırken böyle bir yemeğe gitme meselemin bu kadar gündeme taşıtılmasını, bu süreçle ilgili manipülasyonu şaşkınlıkla takip ettiğimi ifade etmek isterim.''
Mesele yemek değil ki zaten; mesele, "zor zamanımda yanımda olsun" diye sizi başkan seçen İstanbullunun yanında olmanız gereken bir zamanda rakı- balık keyfi yapmanız.. Bütün mesele, Sheakspare'nin dediği gibi: "Olmak ya da olmamak" meselesi yani..Bu kadar basit bir gerçeği düşünemeyen bir aklın, nüfus anlamında Avrupadaki birçok ülkeden büyük olan İstanbul'a başkan olması, kaderin cilvesi olsa gerek, başka da bir izâhı olamaz.
Senin ne işin var İngiliz büyükelçisi ile mübarek, Cumhurbaşkanı mısın, bakan mısın? Sadece bir belediye başkanısın..Görevin belli: Çöp toplayacak, yolları asfaltlayacak, kaliteli içme suyu sağlayacak, alt ve üst geçitler yapacak, karda yolları açacaksın, yani insanların hayatını kolaylaştıracaksın. Hepsi bu kadar, fazlası yok.
Hz Mevlânâ'nın Mesnevinde geçer:
''Eşeğin suyundaki saman çöpüne binmiş sinek, kendini kaptan-ı derya zannedermiş."
İstanbul'da yaşamasak bile insan olarak bu manzaralar karşısında üzülmemek mümkün değil. Hem üzülüyorum bir taraftan, bir taraftan da "Gerek Ulaştırma Bakanlığı gerekse Başbakanlık zamanında kendisini ispatlamış, kişiliği, çalışkanlığı, samimiyeti ile Binali Yıldırım gibi bir siyasetçi varken, "patates- soğanla yaptığınız ve Trabzon milliyetçiliği" sosuyla lezzetlendirdiğiniz o güzelim İstanbul'u, hiçbir başarısı olmayan yap-satçı kasaba müteahhitine, suyuna ekmek bana bana afiyetle yedirdiniz ya helal olsun" demek geçiyor ya içimden, neyse..
"Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil.." durumu bizimkisi..
Yazımızı, Hulki Cevizoğlu'nun sözüyle nihayetlendirelim:
"Bu gece itibariyle İMAMOĞLU'nun cumhurbaşkanlığı hayalleri bitmiştir; İstanbul’u yönetemeyen Türkiye’yi hiç yönetemez! "
İnsan hakkaten garip bir güruhla karşı karşıyayız.Hizmet diye bir dertleri yok..Bizim adamımız olsun da çamurdan olsun,yesin içsin her haltı yesin önemli değil..Siyaset geçici,bugün o gelir;yarın diğeri..Allah akıl fikir versin,ne diyelim kardeşim...Selam ve muhabbetle
Üstadım gerçekten kalitesiz mıy mıy bir insan görmek istediğinizde bu adamın suratına bakın yeter... İstanbul halkının bu pespaye kişiliğe ödün vermesi bile başlı başına gelecek belaların işaret fişeğidir. Mazallah bir de bu adamdan cumhurreisi olursa ülkenin felaketi kapıdadır.Rabbim böyle felaketlerden korusun milletimizi...
Üstad konuşturmuşsun kelimeleri. Dizmişsin cümleleri. Vurmuşsun yarasına, sokmuşsun görmeyenlerin gözüne, üflemişsin duymayan kulaklara. Belki şifa olur hastalara ve hastalıklara.
Eyvallah ustadım.. Hiçbir iş yapmayıp da tribünlere oynayan insanları,kim olursa olsun sevmiyorum.. Selâm ve muhabbetlerimle