İsviçre’nin Crans-Montana kentinde 10 gündür devam eden Kıbrıs görüşmeleri sona erdi. Konu ile ilgili haberler medyada, “görüşmelerden bir sonuç çıkmadı” şeklinde yankılandı.
Esasen, tam tersine, görüşmelerden çok hayırlı bir netice çıktı. Nedir o?! Herhangi bir karar alınmaması.
Bu, hem Türkiye hem de Kıbrıs Türkleri açısından çok güzel bir sonuç aslında. Türkiye, yıllardır iyi niyetle konunun çözümü için uğraşmasına ve bu konuda tavizler de vermesine rağmen, Rum tarafının Kıbrıs adasını komple kendisine ilhak etme ve adada Türk varlığına son verme amacı nedeniyle hiçbir ilerleme kaydedilememiştir. Doğrusunu isterseniz, iyi ki kaydedilememiştir.
BM Genel Sekreteri Antonio Guterres “tüm heyetlerin ve farklı tarafların çok güçlü katılımı ve özverisine rağmen müzakerelerin sonuçsuz kaldığını” söylemesi, ne şiş yansın ne kebap türünden bir konuşma. Böyle bir BM’den zaten herhangi bir adil sonuç çıkmayacağı ortada. Türkiye’nin tamamen silinme ve Kıbrıs’ın Türklerden arındırılma politikasına rağmen hâlâ Rum ve Yunan tarafının özverili olduğunu söylüyor.
Rum tarafının amacı çok açık olup, Türkiye’yi Kıbrıs denkleminden tamamen çıkarmak ve Kıbrıs Türklerini tamamen savunmasız ve himayesiz bırakarak imha edilecek bir atmosferin zeminini hazırlamaktır. Böylece Kıbrıs adası bütünüyle Rumların olacaktır. Hem Türk askerlerinin adadaki varlıklarının sonlandırılmasını, hem de Türkiye’nin uluslararası anlaşmalardan doğan garantörlük hakkından vazgeçmesini istemenin başka bir izahı olamaz.
Böyle bir şeye Türkiye’nin onay vermesi demek, Kıbrıs’tan tamamen vazgeçmesi demektir. Bu ise, stratejik olarak Türkiye’nin intiharı anlamına gelir. Biz buradan ülkemizin güneyini, yani Akdeniz’i her bakımdan takip etme şansına sahip olduğumuz gibi, gerektiğinde burayı askeri bir üs olarak da kullanabilmeliyiz. Halbuki Kıbrıs’tan vazgeçildiğinde, hatta Rumların da kabul edeceği bir “çözüm”e (!) gidileceğinde ada üzerindeki tüm inisiyatifimizi kaybedeceğimiz aşikârdır. Zaten Ege adalarının Yunanlılara terk edilmesi yapılabilecek çok büyük bir kötülük idi. Bu kötülük yapıldı ve Ege karasularımızda neredeyse sadece sandal yüzdürecek duruma geldik. Şimdi de Akdeniz’de Kıbrıs’tan vazgeçilirse, bu durumda “üç tarafı denizlerle çevrili bir ülke”den sitayişle bahsetmek yerine, “üç tarafı kuşatılmış, eli-ayağı budanmış, mahpushaneye dönmüş bir ülke”den elemle söz etmeye başlarız.
Bu noktada Türkiye nasıl bir pozisyon almalıdır, nasıl bir siyaset takip etmelidir? Artık asıl önemli olan, bundan sonra izlenecek politikaların klasik “Kıbrıs sorunu” çerçevesinde değil, “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” planında oluşturulmasıdır. Bu aşamadan sonra Türkiye, Kıbrıs’la ilgili hiçbir şekilde “Kıbrıs sorunu ve çözümü” temalı bir anlaşma masasına oturmamalıdır. Nitekim Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, “BM iyi niyet misyonu parametreleri içerisinde bir çözümün imkânsızlığı ortaya çıkmıştır. Artık bunda ısrar etmenin bir anlamı yoktur” diyerek, bundan sonraki hamlelerle ilgili ipucu vermiştir.
Umarım iktidar, geldiği bu noktadan geri adım atmaz ve hazır bu noktaya gelmişken şartları fırsata çevirir.
Yapılacak şey çok açıktır. Kıbrıs’ta Türklerin kurduğu “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” adlı bir Türk devleti vardır. Buradaki Türkler huzur içinde yaşamaktadırlar. Bundan sonra bu devletin tanınması için Türkiye uluslararası alanda yoğun bir mesaiyle çalışmalıdır. Bugüne kadar çözüm peşinde beyhude sarf edilen mesai Kıbrıs Türk Devletinin tanınmasını ve siyasi, iktisadi, dini ve kültürel bakımlardan gelişmesini sağlamak için harcanmış olsaydı, gelinen nokta çok farklı olurdu.
Tekrar altını çizerek söylememiz gerekir ki, BM de dahil, hiçbir kurum, kuruluş veya ülkenin önümüze getirerek bize çözüm diye sunduğu hiçbir önerinin Türkiye için kıymeti yoktur, olmamalıdır. Kıbrıs gibi, Türkiye’nin başta güneydeki güvenliği olmak üzere batıdaki güvenliğini dahi doğrudan ilgilendiren hayati bir konu, Avrupa Birliğine feda edilebilecek bir konu değildir. Türkiye için Diyarbakır’ı, Erzurum’u, Edirne’yi, İzmir’i feda etmek ne ise, Kıbrıs’ı feda etmek de aynıdır. Çünkü burası Türkiye’nin bir parçasıdır ve 82. vilayetidir.
Birisi çıkıp bu Rumlara bi ciktirin gidin demeli. Lafa gelince millet, icraata gelince milleti dinleyen yok.
İşin doğrusu bir ihtimalde olsa anlaşma gerçekleşir mi? diye yüreğim ağzıma geliyordu. Anlaşma falan yok. Anlaşma yapmak zorunda mıyız? Hadi ordan demek daha kolay ve menfaatlerimize daha uygun gibi gözüküyor. Zaten savaş meydanında kazanıp da masada kaybetmek sanki bizim alın yazımız. Oh be. İyi ki anlaşamadık.
ALLAH razı olsun Hocam Türk Halkının duygularına tercüman oluyorsunuz umarım Kıbrıs görüşmeleri bir daha açılmamak üzere kapanmıştır. ancak bundan sonra geleceğe yönelik politikalarımızı dunyaya deklare ederek değil Aile mahremi gibi gizli ica edilmesi gerektiğini düşünüyorum. çünkü biz şunu yapacağım dediğimizde adeta neyi yapamayacağımızı isbatlak için bütün dünya karşımıza dikiliyor tıpkı Suriye savaşı öncesindeki iyi havayı medyada dünyaya sergilemek gibi münbiçe gireceğimizi ilan etmek gibi. en son olarak Afrine gireceğimizin ilanı gibi.adeta biz geliyoruz bizi sokmamak için önlemlerinizi alın der gibi. Saygılar Selamlar.