DONALD TRUMP’IN SEÇİLMESİ TÜRKİYE’DEN NASIL OKUNMALIDIR?
ABD’nin kendi içinde bağımsız bir devlet olduğunu sanmak doğru bir yaklaşım değildir. Birçok devlette olduğu gibi, Amerika’da da bazı derin gizli güçlerin var olduğunu ve Amerikan yönetiminin bu güçlerin bilgisi ve talimatı dışında hareket etmek kabiliyetinin bulunmadığını biliyoruz. Aslında dünyayı perde gerisinde idare edenlerin Amerika’yı da yönettiği bizim için sır değildir. Biri Amerikalı diğeri Alman kökenli Rockefeller ailesi ile Rothschild ailelerini hatırlatmaya bilmem gerek var mı?! Hatta daha da genişleterek dünyayı yöneten oniki aileyi kaleme almamız gerekiyor mu?! ABD’deki seçimlere bu zaviyeden bakıldığında olayları nasıl görmeliyiz?
Amerika seçim sath-ı mailine girdiği andan itibaren ısrarla bir kişi ön plana çıkarıldı. O da, Hillary Clinton idi. “Amerika’nın ilk kadın başkanı” spotuyla öne çıkartılmak istenen Hillary, inanılmaz bir piar desteği aldı. Örgütlü, sistemli ve sürekli bir destekle Amerikan halkının ikna edilmesine çalışıldı. Arkasında, her şeyden önce ABD vardı. Devletçe öne çıkarıldı. Hatta Hillary’den yana algı operasyonları diğer devletlere de sıçradı.
Nitekim, Almanya açık açık Hillary’ye destek veriyor, Alman araştırma şirketleri Almanların % 74’ünün onu başkan olarak görmek istediğini söyleyerek, kendi ülkelerinde kamuoyu oluşturmak istiyorlardı. Alman başbakanı Merkel sık sık Hillary ile neşeli pozlar veriyor, üst üste fotoğraflar yayınlıyor ve hızını alamayıp hiç üstüne vazife olmadığı halde topa girerek “Clinton'ın seçilmesi, dünya liderleri arasındaki kadın-erkek dengesine olumlu katkı yapacaktır” diyordu. Yani Merkel’deki algı, Hillary’nin kesin başkan olacağı yönündeydi. Donald Trump’la Merkel’in arası boşuna açık değildi.
İlginç bir biçimde, hem Hillary’nin hem de Merkel Almanya’sının, artık bugün Batının çıkarları uğruna kendi devletine ihanet ettiğini çok net olarak bildiğimiz FETÖ ile olan bağları da dikkate alındığında, ABD seçimlerine kimlerin elinin değdiğini anlamak zor değildir.
Nitekim, Amerikan siyaset dergisi Frontpagemag’da 18 Temmuz 2016’ta Robert Spencer imzasıyla “Hillary’s Imam” (Hilary’nin İmamı) adlı bir yazı yayımlandı. Yazının alt başlığı “Demokratik Adayın Türk Humeyni’ye olan Yakın Bağları” adını taşıyor. Tam da 15 Temmuz darbe girişiminin üç gün sonrası. Bu makalede Fetullah Gülen’in, Hillary’nin para kaynaklarından biri olduğu söylenmektedir. FETÖ terör örgütünün Trump’ın karşısındaki Clinton’a müteaddit defalar servet niteliğinde bağışlarda bulunduğu, örneklerle ortaya konmaktadır. Başka kaynaklardan da öğrendiğimiz kadarıyla toplam desteğin 100 milyon dolardan fazla olduğu ifade ediliyor. Himmet paralarından aktarılan inanılmaz bir servet.
Donald Trump’a gelince, kendi ülkesinde hep sansasyonal olarak anıldı. Aleyhinde delil olarak kullanmaya müsait olan her sözü vitrine çıkartılarak, günlerce o sözler üzerinden vuruldu. Sözleri aslında hiç de kastetmediği bir biçimde bağlamından koparıldı, saptırıldı ve o sözler üzerinden sürekli vuruldu. Amerika’nın başkanı olarak Barak Obama, “Cumhuriyetçilerin adayı, bu ülkeye başkanlık yapacak yeteneğe sahip değil” değerlendirmesinde bulunarak, onu aşağıladı. Yetmedi, televizyon ekranlarında küçük düşürülmesi için ne lazım geliyorsa o yapıldı. Hatta Amerika’nın ünlü sanatçıları ekranlarda kendisine açık açık küfretti. Oscar ödüllü aktör Robert De Niro “yumruk atmak istiyorum” dediği Trump’a, hızını alamayarak, “pervasız aptal, domuz, köpek, serseri” diyerek ağır hakaretlerde bulundu.
Trump’ın, Müslümanların ülkeye turist olarak girmelerinin geçici olarak engellenmesi gerektiğini söylemesi, uzun süre kullanılan malzemelerden biri olmuştur. Öyle bir algı oluşturulmuştur ki, sanki sanırsınız, Trump, gördüğü yerde Müslümanları öldürmeye hazır bir İslam düşmanı; ama buna mukabil, Hillary Clinton Müslümanlara karşı dünyanın en müşfik annesi(!). Bu algıyla, İslam dünyasının da desteğini Hillary’ye çekmek istiyorlardı. İtiraf edelim, bizim ülkemizdeki Müslümanların çok büyük kısmı da aynı propagandaların tesiri altında kaldı.
Ve hatırlatalım, Trump’ın, “Türkiye'deki başarısız darbe girişimine 13 üst düzey CIA yetkilisinin yardım ettiğine dair yeni kanıtım var. İsimlerini önümüzdeki günlerde açıklayacağım” dediği ileri sürülmüştü. Ayrıca, Cumhurbaşkanımızın 15 Temmuz darbe girişimini engellemesinden övgüyle söz etmiş ve ona hak vermişti. Yani görünen o ki, Donald Trump’ın FETÖ ile organik bir bağı en azından şimdilik bulunmamaktadır. Trump’ın kanıtı olsun veya olmasın, bunları söylemesi bile, Amerika’daki dünyayı yöneten güç temerküzünün kimi başkan olarak görmek istediğini anlamamıza yetiyor.
Daha açık ifade edecek olursak, dünyayı yönetenler Hillary Clinton’u istiyor; Donald Trump ise bütün engellemelere rağmen torbadan çıkıyordu.
Öyleyse, Türkiye için meseleye bakıldığında, normal şartlarda Trump’ın seçilmiş olmasına memnun olmamız gerekir. Ancak, az önce sözünü ettiğim, dünyayı yöneten güç temerküzünün Trump’ı rahat bırakacağını düşünmüyorum. Mutlaka önüne dosyalar gelecek ve “Dur bakalım! Seni kendi haline bırakacağımızı mı sandın, dünyayı idare etmeyi sana havale edeceğimizi mi sandın?!” denilecektir. Hatırlayın Barak Obama’nın ilk gelişini. Zavallı adamcağız ne hayallerle, ne ümitlerle gelmişti ve dünya nasıl birden umut doluvermişti. Bir süre sonra bütün umutların nasıl solup gittiğine hepimiz şahit olmuştuk. Dolayısıyla, şahsen Trump’ı Hillary Clinton’a tercih etmekle birlikte fazla umutlanmanın da anlamı yok.
Sonuç olarak, önemli olan Amerika’nın ne dediği, orada nelerin olduğu değil; bizim neler yapacağımızdır.