Geçtiğimiz günlerde ABD’nin İsrail büyükelçiliğini Kudüs’e taşıması, yani Kudüs’ü başkent yapma kararı, bütün İslam Dünyası tarafından kınandı. Ayrıca, İslam dünyası dışından da Ortadoğu’yu ateşe verecek olan bu karar ağır şekilde eleştirildi.
Bu çerçevede İslam İşbirliği Teşkilatı da Türkiye’nin davetiyle toplanarak konuyu görüşmüştü. Buna göre, teşkilat’ın aldığı kararlar genel itibarıyla önemli kararlardır. Ancak, kararların arasında neden yer aldığını çözemediğimiz bir iki husus var ki, bu önemli kararları adeta hükümsüz kılmıştır. Teşkilatın aldığı bu karar ve karar metnindeki bazı ifadeler, toplantının yapılma amacını da anlamsızlaştırmıştır.
Sonuç metninde İsrail’in işgalci bir güç olarak kabul edilmesi olumlu bir adımdır.
Ancak, metinde, Kudüs’ün İsrail’in başkenti olduğu yönündeki beyanın “terörizme ivme verecek bir tahrik unsuru” olacağı yönündeki ifade, bu karara karşı intifada başlatan, işgal altındaki ülkesini gayriresmi bir şekilde savunan Filistinli direnişçileri şimdiden itham altına almaktadır. Yani Hamas dahil, ülkesini savunan ama bunu Filistin Devleti’nin talimatıyla değil, tamamen kendi inisiyatifleriyle yapan Filistinli gençlerin zımnen terörist olarak görülmesini salık vermektedir.
Oysa doğru ifade, “ABD’nin aldığı bu hukuksuz karar, Filistinlilerin kendi kaderlerini tayin etme ve ülkelerini işgalden kurtarmak için her türlü faaliyette bulunma haklarını kendilerine verir ve İslam İşbirliği Teşkilatı, bu faaliyetleri Filistinlilerin meşru hakkı olarak görür”, olmalıydı.
Filistin Devleti’nin resmi olarak herhangi bir direniş çaresi, güç dengeleri bakımından zaten yoktur. Filistin’i işgalden kurtaracak olan sadece Filistinlilerin direnişleridir. Arz ettiğimiz ifade ile HAMAS’ın terörist bir örgüt olmadığı, ülkesini savunan bir teşkilat, yani bir nevi “kuvayi milliye” olduğu hakikatinin de İslam dünyası tarafından kabul edilmesi sağlanabilirdi. Zaten Batı, öteden beri kendi işgal ve emperyal amaçlarının karşısına dikilen bütün milli hareketleri terörist faaliyetler olarak değerlendirmede mahir olmuştur. Türkiye’nin milli mücadele yıllarındaki “Kuvay-i Milliye” faaliyetlerini de o dönemde terörist faaliyetler olarak değerlendirmiş ve bunları organize edenlerin tutuklanmalarını istemişti.
Şimdi aynı şey, Filistin’in milli mücadelesini yürütenler için yapılmaktadır. İİT, bunun öyle olmadığını tüm dünyaya ilan edebilirdi. Ama, olmadı.
Toplantıda içine düşülen diğer bir handikap, İslam İşbirliği Teşkilatı’nın karar metninde “Doğu Kudüs” vurgusunun bulunmasıdır. Böyle bir vurgu, Kudüs’ün geleceğini kurtarmak adına toplanmış bir teşkilattan hiçbir biçimde sâdır olmaması gereken bir şeydi. Bu vurgu;
- “Batı Kudüs İsrail’in olabilir, İsrail burayı başkent yapabilir. Ama, bize de Doğu Kudüs’ü versin, şehri fifty fifty bölüşelim” anlamına gelmiştir. Hatta bu, içinde zımnen bir ricayı barındırmaktadır.
- Yukarıdaki madde ile İsrail bölgedeki meşruiyetini kabul ettirmiştir. Bu vahim durum, “Biz zaten Batı Kudüs’ün senin olduğunu biliyor ve bunu kabul ediyoruz” ifadesinin başka bir biçimde karar metnine yansıtılması olmuştur.
Bu söylediklerimize, “Zaten Türkiye Cumhuriyeti Devleti İsrail’in bölgedeki meşruiyetini kabul etmiştir. Dolayısıyla, teşkilatın aldığı kararların bu cihetten eleştirilmesi anlamsızdır” şeklinde itiraz edilebilir. Fakat böyle bir itiraz, Kudüs’ün ve Filistin topraklarının Müslümanlar açısından ne anlam ifade ettiğini kavrayamamak manasına gelir.
Çünkü, bilinçsizce yapılmış olduğu, kavramların ve cümlelerin ne manaya gelebileceği çok fazla düşünülmeden alelacele alındığı anlaşılan kararların bir devlet kararı olmadığını, bu kararların İslam dünyasının ortak duygu ve hissiyatını yansıtması lazım geldiğini dikkate almamız gerekir.
Zira, kararların alındığı teşkilat, İslam İşbirliği Teşkilatı’dır. İslam dünyasının hak ve çıkarlarını korumak, bu teşkilatın kuruluş amacıdır. İsrail’i bölgede meşrulaştırarak mı Müslümanların hak ve çıkarlarını koruyacak bu teşkilat?! Halbuki burada alınan kararlar 1.5 milyarı aşkın Müslümanın ortak fikirlerini yansıtmalıydı ve İsrail, Müslümanlar tarafından hiçbir şekilde bu bölgede meşru görülmeyeceğini anlamalıydı.
Biz, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da İran’ın da İsrail’le ilgili düşüncelerinin ne olduğunu aslında biliyoruz. Ancak, toplantıya bile katılmayan ve o sırada İsrail’le flört etmekte olan Suudi Arabistan’ın; Washington büyükelçisinin FETÖ ile Türkiye’ye kumpas girişimleri açığa çıkan Birleşik Arap Emirliği’nin, Mursi’ye karşı darbe yapıp idareyi eline alır almaz ilk icraatı Gazze şeridi tünellerini kapatarak Filistinlileri açlık ve sefalete mahkûm eden Sisi’nin Mısır’ının ve onlar gibi Siyonizmin emir eri durumunda bulunan daha birçok Müslüman devletin bu teşkilatın içinde bulunduğunu dikkate alırsak, aslında Erdoğan’ın da çaresizliğini anlamamak mümkün değildir.
Her şeye rağmen “iki devletli çözüm” kavramını içinde barındıran ve İsrail’in meşruiyetini onaylayan organ, İslam İşbirliği Teşkilatı olmamalıydı ve bu kararlar burada hiç alınmamalıydı.
Zaten kararları İsrail de Amerika da ciddiye almadı. Neden alsın ki! Kararlarda somut bir yaptırım bile yok. Oysa İsrail ancak maddi ve somut yaptırımlardan anlar. Mesela, İsrail’in komşuları hava sahalarını İsrail’e kapatmış olsalar ne olurdu?! Yoksa bu İslam ülkeleri bu türden somut yaptırımları Katar örneğinde olduğu gibi sadece Müslüman ülkelere karşı mı uygularlar?!
İslam ümmetinin İsrail konusunda hakiki duyguları da hissiyatı da bellidir. Buna göre;
- İsrail meşru değildir, devlet değildir, işgalcidir ve İslam dünyasının ortasına çöreklenmiş olan terörist bir yapılanmadır.
- İlk aşamada İsrail 1967’de işgal ettiği bütün topraklardan çekilmelidir. Bunun anlam’ı ise Jarusalem dedikleri Kudüs’ü boşaltmaktır.
- 1967 öncesi sınırlara dönünceye kadar İsrail’le olan bütün ilişkiler kesilmeli, savunma sanayimizle ilgili tüm modernizasyonlar durdurulmalıdır.
- İslam ülkeleri bir araya gelerek İsrail’e karşı somut yaptırımlar uygulamalı, bu terör devletini tamamen tecrit etmelidirler.
- İkinci aşamada, İsrail bu topraklardan tamamen çıkartılmalıdır. Onun bu topraklarda hakkı da yeri de yoktur. İngiltere’nin himayesinde güç kullanarak buraya getirilmişlerdir. Yahudiler Siyonizmin amaçlarını gerçekleştirmek, Hıristiyanlar da Evanjelizmin ideallerini gerçekleştirmek için birlikte el ele İsrail’i Müslümanların başına bela etmişlerdir.
- Son olarak, Milli Eğitim Sistemimize sınavlardan muaf tutmak kaydıyla Siyonizm ve Evanjelizm dersleri konularak nesillerimize dini görünümlü bu iki terör aygıtının Müslümanların başına ne belalar açtığını öğretmemiz ve bunlara karşı müteyakkız olmaları gerektiği bilincini uyandırmamız gerekir. Aksi takdirde, nesiller, amaçları uğruna İslam dünyasını yangın yerine çeviren bu uluslar arası iki terör aygıtının piyonu ve kuklası haline geleceklerdir.
Şimdi, bir kez daha ifade etmeliyiz ki, Kudüs, tektir. Onun doğusu da batısı da Müslümanlarındır. Bir bütün halinde Filistin Devleti’nin başkentidir. Doğrusu budur. Bunun aksini ifade etmek, İsrail’i meşrulaştırmak anlamına gelir.
Seyfullah hocam. çok teşekkür ederiz. harika bir tahlil olmuş. Bütün bu yaşananlar Müslümanların uyanışına vesile olacak, Müslümanlar uyandığı zaman da inşallah Siyonist ve emperyalistlerin bütün hesapları bozulacak. Müslüman ayağa kalkınca uyutularak onun üzerine bina edilen bütün yapılar yıkılacak. Yahudi bunu bildiği için uyku uyuyamıyor. Gördüğü kabuslardan kurtulma çabaları bunlar ama inşallah korktukları başlarına gelecek. Allah'ın adaleti haktır.
Kudüs tek ve ümmetin ortak değeridir. Aksi bir tanımlama yersiz ve hatalı anlayışlara temel teşkil eder. Okullarda , siyonistlerin emellerini ve kutsal saydıkları inançlarını bir şekilde anlatmak çok yararlı ve elzemdir diye düşünüyorum. Vesselam