Bu makaleyi 15.07.2015 tarihli Rota Gazetesinde yayınlamıştım. Aradan iki yıl geçti ve bugün başlıktaki gibi katliamın yirminci değil, yirmi ikinci yılını geride bırakıyoruz. Yirminci asrın insanlık dışı vahşetlerinden birine maruz kalmış olan Srebrenitsa’ya ve onu bu dramatik sona hazırlayan başta BM olmak üzere Batı’nın vahşetseverliğine dikkat çekmek için yazının başlık da dahil, hiçbir kelimesini değiştirmeden aynen yayınlıyorum.
“Hem 20. yüzyıl boyunca ve hem de günümüzde çeşitli coğrafyalarda yaşanan insanlık dramı, artık gelinen noktada hepimiz için bir paradigma değişikliğini zorunlu kılmaktadır. Bugün artık hala eski dünyanın parametreleriyle içinde yaşadığımız çağı anlamaya çalışmak, Batı tarafından “öteki” olarak değerlendirilen milletlerin içinde bulunduğu acı tecrübeleri meşrulaştırmaktan başka bir anlam taşımayacaktır. Bu acı tecrübenin en katmerli çemberinden geçmiş toplumlardan biri, hiç kuşku yok ki, 1992-1995 yılları arasında büyük bir soykırıma tabi tutulan Müslüman Bosnalılardır.
“Müslüman Bosnalılar” tanımı tarafımdan özellikle vurgulanmıştır. Çünkü herkes bilmektedir ki, Bosnalılar Müslüman olmamış olsalardı, böyle bir soykırıma tabi tutulmayacaklardı. Balkanlarda yaşayan Müslümanlar Bosna tecrübesi nedeniyle daima endişe içinde bulunmakta ve güçlü bir Türkiye’yi kendileri için garantör olarak görmektedirler. Makedonya’da 2001 yılında Müslümanların nüfusu % 33 iken, 2014 yılında yapılan sayımlarda % 40’lara dayanınca sayımlar yarıda kesilerek iptal edilmiştir. Bu bile Batının Balkanlarda Müslümanlara tahammül edemediğini göstermekte ve Balkan Müslümanlarının endişelerini haklı çıkarmaktadır. Nitekim Bosna soykırımı, Avrupa’nın tam ortasında NATO’nun ve BM’in gözleri önünde; Batının bilgisi, hatta onayı ve yardımı dahilinde gerçekleştirilmiştir.
Srebrenitsa, 20. yüzyılın sonlarında Batının sahne gerisinde gizlediği iç dünyasını ortaya çıkarması yanında, Birleşmiş Milletlerin ne için kurulduğunu ve gerçek fonksiyonunun ne olduğunu göstermesi bakımından da çok önemli bir köşe taşı olmuştur. Bu, aynı zamanda Batının kendi dışındaki toplumları insan olarak bile görmediğini ispat eden bir ihtardır. Bu ihtar, genelde insanlığa yapılmakla birlikte, özelde ise İslam dünyasına ve Türk insanınadır.
Nitekim, Çanakkale Savaşı’nda Denizcilik Bakanı olan meşhur Winston Churchill Türklere karşı zehirli gaz kullanma teklifinde bulunduğunda, kendisine bunun bir insanlık suçu olduğu gerekçesiyle itiraz edenlere şu cevabı vermişti: “İyi ama, Türkler insan değil ki!”
Bu ihtarın, muhatapları tarafından iyi anlaşılması için Srebrenitsa’da neler olduğuna dair hafızamızı tazelemek yerinde olacaktır. Bosna’da Sırplar kuşatma altına aldıkları Bosna şehirlerini iyice sıkıştırınca Birleşmiş Milletler bir karar almıştı. Bu karara göre, her şeye rağmen direnen ve kendisini korumaya çalışan Srebrenitsa güvenli bölge ilan edildi. BM adına burada bulunan Hollandalı askerler altmış bine yakın insana, “rahat olun, endişe etmeyin, bizim, yani BM’in güvencesi altındasınız” diye telkinlerde bulundular. Güvenli bölge ilan edilen şehirdeki Müslümanların ellerinden silahlar bizzat BM’lerin talimatıyla alındı. Yaklaşan tehlikenin farkında olanlar kendilerinden alınan silahların geri verilmesini istemelerine rağmen BM bu talebi reddetti. Srebrenitsalı Müslümanlar, Birleşmiş Milletler tarafından dişleri ve pençeleri sökülmüş çaresiz bir arslan gibi, aç kurtların önüne bırakılıverdi. Ve tüm bunların sonucunda beklenen oldu; Sırplar, elini kolunu sallayarak Ratko Mladic önderliğinde şehre girdiler. 12-70 yaş arası erkeklerin büyük çoğunluğunu savaş suçlularını ayıklamak bahanesiyle toplayarak katlettiler. Elde edilen veriler en az 8-9 bin kişinin Srebrenitsa’da General Mladic ve Başkan Karadzic’in emriyle öldürüldüğünü gösteriyor. Katliamdan kurtulmak için ormanlık bölgeden şehri yürüyerek terk etmeye çalışan 15 bine yakın kadın, çocuk ve yaşlı da bombalanarak ve Sırp askerlerinin silahlarıyla taranarak hunharca şehit edildi; bombalardan ölmeyenler de açlık ve susuzluktan can verdi.
Bu noktada, Bosna soykırımında bizzat Bosna’da bulunmuş, olayları görmüş, yaşamış bir gazeteciye kulak vermek isabetli olacaktır. Bosna’daki toplu mezarları ortaya çıkararak Pulitzer Ödülü kazanan gazeteci David Rohde “Engame: The Betrayal and Fall of Srebrenica, Europe’s Worst Massacre Since World War II” isimli kitabında olayları şöyle özetliyor: “Uluslararası camia, taraflı bir şekilde binlerce insanı silahsızlandırmış ve sonra da onları en azgın düşmanlarına teslim etmiştir. Srebrenitsa, uluslararası camianın felaketin uzağında durduğu bir durum değildir. Aksine, uluslararası camianın eylemleri katilleri cesaretlendirmiş, onlara yardım etmiş ve işlerini kolaylaştırmıştır… Srebrenitsa’nın düşmesi, gerçekte olması gereken bir durum değildi. Binlerce iskeletin Doğu Bosna’da oraya buraya saçılmasına hiç gerek yoktu. Binlerce Müslüman Bosnalı çocuğun, Sırplar tarafındanboğazlanmış babalarının, dedelerinin, amcalarının ve kardeşlerinin hikâyesi ile büyümesine hiç gerek yoktu.” (New York, 1997, s.351, 353).
Yakın tarihimizin bize verdiği bu dramatik bilgi, hem BM’in bir aldatmacadan ibaret olduğunu ve küresel güçlerin işledikleri toplu cinayetleri meşrulaştırmak aracı olarak hizmet verdiğini göstermekte, hem de yeni bir dünyanın kurulması zaruretini beşeriyet namına bizim önümüze koymaktadır. Bu yeni dünyayı kurma sorumluluğuyla karşı karşıya olanlar, elbette Batı’nın “öteki” olarak isimlendirdiği ve ancak kendilerine hizmet ettiği ölçüde hayat hakkı tanıdığı milletlerdir. Artık, insanlığın silkinerek üzerindeki ölü toprağını atması ve işe, Birleşmiş Milletler denilen, fakat uluslararası canilere yataklık etmekten başka bir şeye yaramayan şebekeye meydan okuyarak başlaması gerekmektedir.
Burada tarihî misyonu nedeniyle başat rolü oynaması gereken şüphesiz Türkiye’dir. Türkiye birkaç yıldır bu rolü îfâ ederek insanlığın zihniyet dünyasında bilinç oluşturmak suretiyle yukarıda sözünü ettiğimiz paradigma değişikliğinin baş mimarı olduğu içindir ki, küresel aktörlerce cendereye alınmakta ve tarih dışına itilmeye çalışılmaktadır. Türk halkı kendi ülkesinin bu tarihi misyonuna sahip çıkarak, paradigma değişikliğinin en etkili savunucusu olmak zorundadır. Bu, yeni Srebrenitsa’ların yaşanmaması ve gelecek nesillerin adil bir dünyada kendilerine yer bulabilmeleri için hayatî derecede önemli bir saf tutuş olacaktır”.
Allah razı olsun sn. Hocam. insanlığın yüz karasını insanlara yaşatanlar ve destekleyicileri dünyada da zelil olmaya mahkum olacaklar inşallah. Zulm ile abad olanın ahiri berbad olur.